Hücrede geçen
üç günümü düşünmekle ve olduğum yerde hareket ederek tamamladım. Üçüncü günün
sonunda koğuşuma geldim. İçeridekiler bana geçmiş olsun derken yüzlerinde bir
gülümseme vardı. Benim için başköşede en iyi yatağı hazırlamışlar, oraya
oturmamı istediler. Nedenini sorunca da, Düzce’li Dursun atılarak:
---Tufan Ağa artık bu koğuşa dönmeyecekmiş, bizde
toplanıp senin koğuş ağası olmana karar verdik.
Bundan sonra bu koğuşun ağası sensin. Hikmet Ağa oldun aslanım, nasıl
beğendin mi?
Deyince
iyice şaşırmıştım. Benim yaşımda ki birine bu kadar itibar etmelerinin nedeni
neydi? Yoksa yıllardır canlarını yakan insandan kurtardım diye minnet mi
duymuşlardı? Aslında koğuş ağası olmak hoşuma da gitmedi değil, hiç olmazsa
buradaki garibanları koruyup kollardım.
---Dursun Abi, bak ben bu işlerden anlamam, madem
beni koğuş ağası yaptınız, ben de seni yardımcım yapıyorum, işleri idare et ama
asla haksızlık yapma. Bak sonra aramız açılır, deyince Dursun Abi:
---O nasıl söz aslanım, beni hala tanımadın mı?
---Tamam Abi, tamam alınma.
Böylece bu
yaşta bir de koğuş ağalığım başladı. Ne olmadık işlerdi, Allah’ım. Benim gibi
kendi halinde ele avuca gelmez bir çocuk beş altı ay içinde ne çabuk büyümüş, insanları
yönetmeye kalkmıştı. ‘’Yeni Dünyana hoş geldin Hikmet Ağa’’ diye içimden
söylenirken bir yandan da hala bir yerlerimde derin bir acı tütüp duruyordu.
Mahkeme
günüm gelince akşam vakti mahkemeye gideceklerin isimleri okundu. Bende yine
akşamdan hazırlanmış yarını bekliyorum. Bu mahkeme ile karar sonuçlanır gibi
geliyordu. Her şey açık olduğu gibi karşı taraftan şikâyetçi bile yoktu.
Ertesi gün
diğer mahkumlarla beraber Adliyeye varmış mahkeme saatimi bekliyordum. İçimde
garip duygular, hüzünler, kırgınlıklar, eskisi kadar olmasa da heyecanlar
birbirine karışıyordu. Mahkeme saatim gelince Mahkeme salonuna alındım.
Etrafıma şöyle bir baktım, babamı göremedim, koridorlarda da yoktu. Demek ki benimle
ilgili nelerin olup bittiğini öğrenmeye gerek duymamıştı. Belki bana olan
kızgınlığı hala devam ediyordu. Ya Mine!
O da son anda gelerek yerini almıştı. Bana bakıp bakmadığını anlamak
için birkaç kez baktım. Önce ki Mahkemede olduğu gibi bana hiç bakmadı. Yan
taraftan olsa da dikkat ettim yüzü biraz solgun ve hayli asıktı. Bir kez olup
baksa da ona olan kinimi gözlerimden okusa diye bekledim ama nafile, taş gibi
donup kalmıştı.
Mahkeme
çok uzun sürmedi. Dini nikâhımızı kıyan İmam Efendi de gelip ifade vermişti. Hâkimler
kendi aralarında bir müddet konuştuktan sonra Savcıya söz verdiler. Savcı bu
sefer benim lehime konuşuyordu. Hâkimler kısa bir ara verdikten sonra gelerek
yerlerini aldılar. Kararın okunacağını söylediklerinde ayağa kalktık. Hâkim
kararı okurken pek çok bilemediğim madde saymış, sonunda yaşımı, iyi halimi, nefsi
müdafaayı göz önü alarak benim beş yıl üç ay ile cezalandırılmama karar
verildiğini açıkladı. Yıl 13 eylül1971
Herkes
sessizlik içinde kararı dinlemişti. Hâkimler geldikleri kapıdan çıkıp gittiler,
ben askerlerin arasında kaldım. Şöyle bir baktım, beni savunan avukatın yüzü
gülüyor, Mine ise çoktan çıkıp gitmişti. Ne olurdu, onunla bir kez karşı
karşıya gelebilseydim.
Akşam
koğuşa döndüğümde aldığım cezayı duyan mahkumlar beni tebrik ettiler. Onlar
için bu ceza çok değildi ama ya benim için? Aslında cezanın çok veya az olması
umurumda değildi. Mahkeme sonunu da pek merak etmemiştim. Bana en büyük cezayı
Mine kesmişti bile.
Mahkeme
derdi bitmiş, kendi halimde sakinlik içinde günler gelip geçerken, bir gün ziyaretçin
var dediler. Gardiyan beni alıp ziyaret odasına götürdü. Küçük bir odada
beklemeye başladım. Yüz yüze görüşme yapacağımı anlamıştım, duyduğum kadarıyla
yüz yüze görüşmeler bayramlar dışında olmazdı, hadi hayırlısı demiştim. Kapı
açıldığında karşımda Ahmet Dedemle, Ebemi gördüğüm an, şaşkınlık içinde olduğum
yerde kaldım. Bu yaşlı halleriyle onca yolu aşarak buralara gelmişlerdi. Şaşkınlığım
geçince kalkıp doya doya ellerinden öptüm. Ebem benim yüzümü gözümü öpüyor,
doyasıya kokluyordu. Sevgi dolu bu insanlar gözleri yaşlarla dolmuş halde karşıma
oturdular.
---Hoş geldiniz. Bu kadar yolu zahmet ederek geldiniz
Dede? Benim için değer miydi?
---O nasıl söz oğlum, evladım, sen bizim canımızsın,
kanımızsın bunu bilmiyor musun? Merak etme olanların hepsini öğrendik, senin
kötü bir şey yapmadığını biliyoruz.
Bir şey
diyemedim, ama Ebem hala içten içe ağlıyordu. Dedem:
---Niye ağlıyon Hanım? Demedim mi oğlumuz iyidir, bak
aslan gibi maşallah. O kendini korumasını bilir, o annesinin oğlu, bunu unutma?
Duyduklarım
karşısında hayretler içinde kaldım. Dedem beni ne iyi tanımış, bana nasılda güveniyordu.
Onların bu sevgi ve asil davranışları beni çok mutlu etmiş, derinden
duygulandırmıştı. Ama her nedense hastaneden çıktığımdan beri ağlayamıyor, gözlerimde
yaş bile olmuyordu. Şimdide aynısı olmuş, ebemin yaşlı gözlerine bakarken ben
çok sakin bir şekilde karşılarında oturmuş onlara bakıyordum. Ebemin bana
manalı manalı bakışlarının anlamını anlamış, haklı çıkmasından utanmıştım.
Fakat bu bakışlardaki gizli sırrı Dedem anlamamıştı. Demek ki dedim içimden Ebem
benimle konuştuklarını Dedemden saklamıştı.
Dedemlerle
uzun bir süre sohbet ettik. Bana köyden gelirken biraz yiyecek getirmişler,
onları verdiler. Ayrıca Dedem elime bir miktarda para sıkıştırınca almak istemedim.
Dedem:
---Al oğlum, buralar parasız olmaz, dışarıda para
bulunur, sen burada nasıl bulacaksın?
Dedemlerle
sarmaş dolaş olarak ayrılırken:
---Beni merak etmeyin, ben kendime bakarım, büyüdüm
artık, hem de çok çabuk.
Onların
gelişi benim için iyi olmuş fakat maddi durumları çok da iyi olmayan bu
insanların bunca masraf ederek buralara gelmelerine üzülmüştüm. Hayatta beni en
içten seven bu insanlara karşı son derece mahcup olmuştum. Ancak onlar yine de
beni suçlamamışlar, olayları normal olarak karşılamışlardı. İşte dedim’’Büyük
insan olmanın fazileti parayla olmuyor aslanım, bunu asla aklından çıkarma’’
Koğuşum
oldukça sakin, düzen içinde, burada yaşayanlarla beraber kavga dövüş olmadan
yaşayıp gidiyoruz. Zamanım gazete okumakla ve radyo dinlemekle geçiyordu.
Koğuşumuz hapishanenin en sakin ve temiz koğuşu olmuştu. Bu sakin günlerimiz
aksi ve düzensiz bir mahkumun koğuşa gelmesine kadar sürdü.
Otuz yaşlarında bir mahkum adam dövme, haraç
alma gibi nedenlerden tutuklanmış bizim koğuşa verilmişti. Kendisine hoş geldin
denilmiş ve iyi karşılanmıştı. Çok ters ve aksi biriydi. Doğru düzgün iş yapmaz
sürekli itiraz ederdi. Bir gün ben dışarı çıktığımda Dursun Abiyle tartışarak işi
kavgaya dökmüş, kavga sırasında Abimin yüzünde bir yara açmıştı. Önemli olmasa
da adamcağızın çok üzüldüğü halinden belliydi.
Koğuşa
döndüğümde olayı öğrenince canım sıkıldı. Dursun Abim yanıma gelerek olaya
karışmamı istemedi ve bu konuda benden söz aldı. Biraz bekleyelim diyordu. Aradan
bir zaman daha geçmiş bizim yaramaz mahkum kendisine bir şey denilmediğinden
cesaret almış olacak ki, yine bir yemek vakti yemek yapan arkadaşa çıkışıp efelendi,
hakarete başladı. İçimden zamanı geldi dedim,’’ iş sana düştü aslanım.’’
Yavaşça
ayağa kalkarak yanına geldim. Sırtından tuttuğum gibi havaya kaldırıp karşıdaki
duvara yapıştırdım. Ağzı burnu kan içinde kalmış bir şeyler söyleniyordu. Bir parça
ekmeği alıp ağzına tıktıktan sonra iki arkadaşla birlikte ağzını burnunu
yıkamaya gönderdim. Az sonra içeri geldiklerinde sofraya oturttum. Eline kaşığı
verip beğenmediği yemekten üç dört tabak yedirdim. Nerdeyse öğürüyordu. Ardından
bir sürahi su içirip beklemesini söyledim. İçerideki mahkumlar bu durum
karşısında gülmeye başladılar. Zavallı adam bir garip oldu, gözleri büyüdü,
karnı iyice şişti. Karşısına geçip:
---Nasıl güzel yemekmiş değil mi? Bak hepsini yedin.
Bir şey
diyemiyordu. Benim bu şekilde davranacağımı beklememiş, hayli şaşırmıştı. Yalvaran
gözlerle bana bakarken:
---Bu koğuşta yaşamak istiyorsan kuzu olacaksın tamam
mı?
---Abi kurbanın olayım tamam, ne dersen tamam.
Bu olaydan sonra adamcağız gerçekten kuzu olmuştu.
Zaman
geçtikçe, yaşadığım acı olayların bana verdiği kin ve nefret dalgası külleniyor
ve ben yeni hayatıma alışıyordum. İçimde büyüyen canavar ruhumun giderek kaybolmaya
başladığının farkındaydım.
Böylece
geçmişi fazla düşünmeden devam eden yaşantım, buraya gelişimin ikinci yılını
yeni geçmişti ki tekrar değişmiş, geçmişimle ilgilenmeye başlamıştım. Bu zaman
içinde memleketten gelenim olmamış, kendi hayatımla baş başa kalmıştım. Arada
bir Ahmet Dedemin mektubu ve gönderdiği para ile memleketten haber alıyordum.
Bir gün
öğlen sonu gardiyan geldi, bir ziyaretçimin olduğunu söyleyerek beni yanına
alıp, daha önce Müdürün olduğu kata çıkarttı. Ellerimde kelepçe yoktu. İyide burada
ziyaretçi kabul edilmezdi ki. Ziyarete gelenin kim olduğunu merak etmeye
başladım. Gardiyan beni doğrudan Müdür Beyin odasına götürdü, kapıyı vurdu ve
bana dönerek:
---İçeri gir.
İçeri
girdiğimde şaşırmadım desem yalan olacak, olduğum yerde donup kaldım. Karşımda
Düzce ilçe Emniyet Amiri vardı. Bana elbise ve para gönderen baba adam.
---Amir Beyim, sensin ha!
---Niye şaşırdın evlat, seni unuttum mu sandın?
---Ne bileyim, hiç beklemiyordum.
Uzanarak elini öptüm, karşısına oturmamı istedi. Bu
arada Hapishane Müdürü işim var bahanesi ile dışarı çıkarak bizi yalnız bıraktı.
---Çok sevindim Amir Beyim, Bana yaptıklarına bile
teşekkür edemedim. Gönderdiğin elbiseler ve para çok makbule geçti, iyiliğini
unutamam.
---Önemli değil oğlum. Bizim haksız yere sana
yaptıklarımızdan sonra bunlar önemli mi? Bak İstanbul’da ki operasyon sonucu
beni terfi de ettirdiler. Sayende oldu, bunu bilmelisin. Mahkemen bittiğinden
beri seni uzaktan izledim, devamlı olarak Müdür Bey den haberini aldım. İlk
günlerin hayli zor geçtiğini, zaman içinde buraya alıştıkça kişiliğinin ortaya
çıktığını Müdür Bey uzun uzun bahsetti. Ben de bu arada sana zaman zaman bir
miktar para göndermeyi ihmal etmedim. Buralarda parasız kalmak çok zordur.
Senin gibi bir delikanlıya helal olsun Hikmet.
---Çok çok teşekkür ederim Abi, para bana veriliyordu
da nereden geldiği söylenmiyordu, demek ki beni hiç yalnız bırakmadın, Allah
razı olsun.
---Abi buranın müdürü geldiğimden beri beni çok
kolladı, korudu, bu işle senin bir ilgin var mı?
---Evet Hikmet, sen buraya gelince kendisini ziyaret
ederek sana sahip çıkmasını istediğimde beni anlayışla karşıladı. Müdür çok iyi
bir insandır ve insanları çok iyi tanır. Kısa sürede senin iyi biri olduğunu
anlamış bile.
---Abi Allah aşkına bana neden bu kadar yakınlık
duyuyorsun, hele bir söyle?
Biraz düşündü, galiba zor bir soru sormuştum.
---Bak Hikmet, karakolda seni sıkıştırdıktan sonra
Cemal Amcan senin annenin olmadığını, ayrıca çok dürüst bir çocuk olduğunu
söylediği zaman çok duygulanmış, sana yardıma karar vermiştim. Biliyor musun benimde
annem yoktu ve annemi bilmeden, ana sevgisi tatmadan büyüdüm. Annesizliğin ne
olduğunu ben de çok iyi bilirim. Annen olmamasına rağmen iyi ve dürüst bir
insan olmuşsun. İşte bu yüzden seni hep kollamak istedim.
---Ne diyeceğimi bilemiyorum Abi, Allah senden razı
olsun. Seni hayatım boyunca unutmayacağım, sayende burada rahat ettim. Yoksa
işim zordu.
---Biliyorum oğlum, o zamanlar çok kötü bir
durumdaydın, bu yüzden özellikle uzaktan izledim. Ha sahi, yaralandığın yerden
Hastaneye nasıl geldiğini bilmek ister misin, yoksa duydun mu?
---Hayır, duymadım.
---Ölen
adam lokantada içerken yanında oturan birine abuk sabuk sözlerle bir şeyler
anlatmış. Bu arada görevde olmayan bir bekçimiz, konuşulanlara kulak misafiri
olmuş. Adamın birilerine kötülük edeceğini, sürekli Mine adını söylediğini bana
gelip anlattı. Şüphelenmiştim. Sen de Mine ile yeni evlenmiştin. İçime ki şüphe beni çok rahatsız etti ve evinizi
uzaktan izletmeye karar vermiş ardından bir arkadaşımla beraber sana dikkatli
olmanı söylemeye geliyordum. Evin önünde geldiğimizde orada bir kalabalık
vardı. Geç kaldık diye koşarak içeri girdiğimizde Mine kapı önünde ağlıyor,
yerde biri yatıyordu. Fakat sen ortada yoktun.
Mineye
olanları sordum, gözyaşları içinde kısaca olanları anlattı, lakin çok
sinirliydi. Seni sordum, aşağı doğru gittiğini söyledi. Komşulardan bazıları
uzaktan seni görmüşler. Gittiğin yönü bize tarif ettiler, koşarak peşinden
geldiğimizde sen çamurlar içinde yerde yatıyordun. Kendinde değildin ve sürekli
sayıklıyordun. Hemen arabaya alıp önce Düzce Hastanesine, ardından buraya
getirdim.
---Sen mi getirdin?
---Evet, başka şansım yoktu, ölmek üzereydin, yanıma
bir Doktor alıp Bolu’ya getirdim. Bolu Hastanesindeki doktor tanıdığımdı, ona
ne yap et bu çocuğu kurtar dedim.
---Demek ki o doktor bu yüzden benimle çok
ilgilenmişti.
---Evet evlat.
---İkinci defa hayatımı kurtarıyorsun Abi. Bunu sana
nasıl ödeyeceğim?
---Ne ödemesi oğlum, daha biz senin hakkını tam
olarak ödemedik ki.
---Abi, söyler misin Avukatı kim tuttu?
---Avukat Savcı Beyin arkadaşıymış, para almadan seni
savundu.
---Vay anam vay, ne adammışım ben hayret!
---Gelecekte güzel bir insan olacaksın Hikmet, bunu
bilesin. Yeter ki azimli ve gayretli ol.
Bu arada
bize çay gelmiş içiyorduk, Amir Bey derin bir nefes aldı, arkasından bana
dikkatlice baktı. Önemli bir şey söyleyecek gibiydi.
---Ne oldu Abi, bir şey mi var?
---Bak Hikmet, şimdi sana soru sormadan önce bir söz
vermeni istiyorum. Yakında af var diyorlar, zaten cezanda azaldı.
---Ne sözü Abi?
---Dışarı çıkınca Mine’ye bir kötülük yapmayacağına,
ona dokunmayacağına, onunla
ilgilenmeyeceğine söz ver.
Arkama
yaslanırken önemli şeyler konuşacağımızı anlamıştım. Bu kez onu dinleyecek,
istemediği bir şeyi yapmayacaktım.
----Söz Amir Bey, bu defa seni dinleyeceğim.
---O zaman önce birinci meseleyi konuşalım. Mine ölen
adamı tanıdığını sana hiç ima eti mi? Onun adını hiç söyledi mi? Bak nasıl olsa
adam öldü, mahkeme filan da yok, sadece aklımda kalan sorulara cevap arıyorum
ve cevabı sende. Senin bu kadar öfkenin nedeni, Mine seni intikam için mi
kullandı? Yanına hiç gelmemiş, Mahkemede de konuşmamış, hani o seninle dini
nikâhla evlenmiş, karın olmuştu?
Bana bu
kadar iyilik yapan adamın doğruları bilmeye hakkı var diye düşündüm. Zaten dediği
gibi bilinse ne olacaktı ki?
---Evet Abi, Mine maalesef beni o adam için
kullanmış. Kocasını onun öldürdüğünü tahmin ediyormuş. Adam ona çok asılmış, olmayınca
kocasını öldürmüş. Ben kavga sırasında katilin o adam olduğunu anladım, öncesini
biliyordum.
---Sen mahkemede bundan hiç bahsetmedin. Mine’yi mi
korudun?
---Hayır, oğlunu.
Amir Bey galiba benim ne niyetle bunları mahkemede
anlatmadığımı şimdi anlamıştı. Demek ki kafasına bir şeyler takılmış ama
çözememişti.
---Sana yardım ettiğim için şu an ne kadar mutlu
olduğumu anlatamam evlat. Sen daha çocukken, bir başka çocuğu düşünecek kadar
yiğit bir insansın. Seni tanıdığıma çok mutluyum.