bittiği günde böyle bir yağmur ve yine gökkuşağı vardı. Yıllar sonra o anları aynı tazelikte yeniden yaşıyor ve duyduğum acıları yeniden hissediyordum. Hayattan kopma noktasına geldiğim zaman, yürekten yıkılışım, ölüme merhaba dediğim o anlar gökkuşağının altından gelip geçiyordu. Ben böylesi derin düşünceler içindeyken oda kapısı açılmış, içeri gelenleri duymamıştım. Kızımın, Hikmet Amca! Diyen sesiyle irkilip durduğum yerde geri döndüğüm an Mine ile göz göze gelmiştim. Uzun bir süre olduğum yerde öylece kaldım. Yirmi beş yıla yakın göremediğim o muhteşem kadın. Yıllarca kin, nefret ve hala büyük bir aşkla andığım kadın, onu kaybettiğim güne benzeyen yine yağmurlu bir günde tekrar karşıma çıkmıştı. Kızım:

---Hikmet Amca, bak Annem! Neden bilmiyorum sizinle tanışmak istedi, bende onu kıramadım ve yanınıza getirdim. Nasıl? Annem dediğim gibi güzel bir kadın değil mi?

    Ne Mine’de nede bende çıt yoktu. Sadece derin bir hasretin verdiği hüzünlü bakışlarla sessizce ve uzun süre bakıştık. Mahkemelerde bir kez olsun yüzüme bakmayan kadın, son kez Bekçi Amca’nın evindeki haline benzer bakışlarla gözlerimin içine o eski aşk ve sevgi dolu gözlerle, yalvarır gibi bakıyordu. Oldukça hüzünlü ve mahcup bir hali vardı ama yaşına rağmen güzelliğini kaybetmemişti. Çok güzel ve sade giyinmiş, karşıma o şekilde gelmeyi uygun görmüştü. Ayakta durmakta zorlandığım anlardı, nefesim kesilmiş, kalbim her an duracak gibi son hızla çarpıyordu. Bu duruma daha fazla dayanamayıp yatağıma oturdum. Her yanımı bir sıcaklık, bir ter sarmış, şaşkınlığımdan ne yapacağımı bilemiyordum. Geleceğini hiç beklemediğim için suskun bir halde gözlerine bakıp kaldım. İçimde ne bir nefret, ne bir kızgınlık kalmamış, mum gibi yanarak erimiş, yumuşamıştım.  Zaten uzun zamandır, insanlara kin duymaz, her olayda yatıştırıcı, barıştırıcı olmaya çalışırdım. Kavgadan nefret eden bir olmuştum.

    Sonunda onlara dönüp:

---Buyurun oturun,

Diyebilmiştim.

    Mine tam karşıma geçip otururken o güzel gözleri hala gözlerimde, onunla ilk tanıştığım anlardaki gibi sevgi dolu bakıyordu. Onu ilk tanıdığım zamanlarda bana hep böyle bakardı. Bizim bu sessiz ve derinden derine bakıştığımızı gören kızım da şaşırmış bir halde konuşmadan bizi izliyordu. Sonunda sessizliği bozan yine o oldu.

---Ne oldu size böyle, yoksa siz birbirinizi tanıyor musunuz?

    Mine derin bir nefes aldı, yüzünde beliren çok ciddi bir ifade ile önemli şeyler anlatacağı açıkça belli oluyordu. Doğrusu onun bu halinden bende etkilenmiştim. Kızıma döndü:

---Bak kızım! Bu karşımızda duran kişi senin öz babandır, o anlattığı hikâyedeki kadın benim, bunu sana yıllar önce anlatmadığım için beni affet, işte hep merak ettiğin, içim de saklı olan ve yıllarca beni yiyip bitiren, ama sana anlatamadığım geçmişim.

    Minenin tüm gerçeği bir anda anlatması beni hayrete düşürmüş, nerdeyse ağzım açık kalmıştı. Ben onun yaptığını yapamaz, böyle bir çıkışı bir anda gösterecek cesareti kendimde bulamazdım. Ama Mine uzun yıllar kızından sakladığı ve kendisini yiyip bitiren gerçeğin şu anda ortaya çıkmasını istemişti. Oda da buz gibi bir hava esti.

    Sesi kesildiği an gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. İçten ve derinden ağlasa da, taşıdığı sırlarının verdiği eziklikten kurtulmuş, rahatlamış gibiydi. Fakat asıl şaşıran kızımdı. Oturduğu yerde büyük bir şaşkınlık içinde bir şey söylemeden bizlere bakıyordu. Neden sonra, birazda kızgınlıkla sessizliği bozan o oldu:

---Anne sen ne diyorsun, bu nasıl olur Anne?

---Evet kızım, maalesef bizim hikayemiz bu, Hikmet senin öz baban. Ona yaptığım kötülük yıllarca beni yedi bitirdi. Kendi intikamımı alacağım derken, babanın dünyasını yıkarak onu nasıl mahvettiğimi sana nasıl anlatabilirdim? Beni canından çok seven bir insanı, diri diri toprağa gömmüştüm. Bu nedenle hayatım boyunca kendimi affetmedim. Bilsem ki beni affedecekti, cezaevinden çıktığım gün onun yanına koşardım. Ona yaptığım kötülükten dolayı korktum, yaklaşamadım. Oğlumu ve seni anasız babasız bırakamazdım. Baban gençti, intikam doluydu, bana her an bir şeyler yapabilirdi, babanla karşılaşmayı gerçekleri ona anlatmayı göze alamadım.

    Kızım ve ben sessizlik içinde Mine’nin konuşmasını dinliyorduk. Bir süre sustu ardından yalvaran gözlerle ve yumuşak bir sesle bana dönerek:

---Beni affedebilecek misin Hikmet? Kızımız için istiyorum bunu, ne olur beni bağışla.

    Gözleri dolmuş, ağlamaktan doğru dürüst konuşamaz haldeydi. Yıllarca nefret ettiğim, hayatımdan yıllarımı çalan, kızımın annesi kadın, karşımda benden af diliyordu. Ondan yıllarca nefret etsem de kalbimin derinliklerinde her zaman onu sevmiş, belki bir gün diyerek hiç evlenmemiş, sonunda evlenmeyi unutmuştum. Haklıydı belki, ilk zamanlar onunla karşılaşsak ona kötülük yapabilir, bende intikamımı alabilirdim. Hatta Bekçi amcamın evinde onu son gördüğüm an kızım olmasaydı belki de onun hayatına son verecektim. Fakat o benim dünyam olmuş, canım ciğerimdi, belki de o son karşılaştığımız anda ona kıymayacaktım.

    Mine konuşmasını tamamlamış, yılların verdiği eziklik ve ağlamaklı bir halde benden af dilemişti. Sanırım konuşma sırası bendeydi. Kızımda karşılaştığı bu sürpriz durumda henüz konuşmayan Hikmet Bey’in söyleyeceklerini merak etmiş, ilgiyle bana bakıyordu.

---Zaman içinde sana hak verdiğim anlar olmadı değil Mine, içinde bir intikam ateşi vardı ve sen intikamını almıştın, ya benim yaşadıklarım? Bunca yıl neden evlenmediğimi bilmek ister misin Mine? Her zaman seni sevdim, cezaevi yıllarımda küçük bir umut olsa da hep seni bekledim. Evlendiğini duyunca tüm umutlarım yıkılmıştı. Benim kadınımın bir başkasıyla evlenmesi içimdeki kinimi kat be kat artırmış, ağırlığını taşıyamaz olmuştum. Hatırlarsan Bekçi Amcanın evinde kızım olmasaydı o en seni öldürebilirdim. Sen de o an olacakların farkına varmıştın ama kızımın ortaya çıkması, içine düştüğüm zor durumda kendime gelmeme yetmişti.

    Beni beklemeden koşup evlendiğini duyunca beni hiç sevmediğini düşünerek senden ve kızımdan uzaklaştım. Sizleri tekrar görmek, yakın olmak, çok kötü sonuçlar doğurur diye korktum. İçimde sana karşı duyduğum öfke ve aşkı, güzeller güzeli kızımı yıllar yılı unutmaya çalıştım, senden sonra başka bir kadın tanımadım ben. Sana nasıl kötülük edebileceğimi düşündün?  Seni nasıl sevdiğimi bilmiyor muydun? Kadere bak yıllar sonra kızımızın vesilesiyle tekrar karşılaştık.

Bende bu beklenmedik karşılaşmanın verdiği ağır duygusal baskı altında fazla konuşamamıştım. Olayların geldiği bu noktada yüreğini derin bir hüzün sarmıştı. Mine tekrar söz aldı:

---Bunca yıl hep beni sevdiğin için başka biriyle evlenmedin ha! Bu nasıl bir aşk Hikmet? Ben sana nasıl kıymış, seni kızından kendimden ayrı bırakmışım? Biz Kafkas kökenliyiz Hikmet, kocam öldürüldüğünde onun intikamını almaya yemin etmiştim. Kimin öldürdüğünü biliyor fakat ispat edemiyordum. Ne olursa olsun kocamın intikamını almalıydım ve bir plan yaptım. İlk önceleri seni intikamımı almaya yardımcı biri olarak gördüm, zaman içinde sana deliler gibi aşık oldum. Sana bir kötülük gelmesin diye sürekli uyardım, dışarı gitmeni engellemeye çalıştım. O gün evde olanlar sadece bir tesadüftü. Şerefsiz adamın eve geleceğini tahmin etmiyordum. Olay sonu kızgınlık anında intikamımı almanın verdiği bunalım içinde sana söylediğim o sözler bir an ağzımdan çıkmış, geri dönememiştim.

    Sinirli, asabi bir yapın vardı ve çok gençtin. Hapse düştükten birkaç ay sonra hamile kaldığımı anladığım zaman çok korkmuş, ne yapacağımı bilemiyordum. Cezan bitip dışarı çıktığın zaman sana anlatacaklarıma inanmayacağını düşündüm, benden intikam almak isteyebilirdin, çocuklarımın anasız kalmasına dayanamazdım, bu nedenle bir çıkış yolu aramaya başladım. Sana yaptığım bu affedilmez davranışımdan sonra kendimi hiçbir zaman bağışlamadım. İçimde sana karşı duyduğum aşk ve endişe beni açmazlara sürükledi. Kâbus dolu günlerin ardından kızımız olunca iki çocukla o evde kalmak istemedim. Bu sırada tanıdıklar bana esnaftan yaşlı birinin evlenmek istediğini söylediler. Seninle resmi nikâhımız yoktu. Hem yaşadığım yerden kurtulur, hem de çocuklarım güven içinde olurlar diye o adamın evlenme teklifini istemeye istemeye kabul ettim. Ayrıca sana yaptıklarımdan dolayı kendime cezalandırmak için, yaşlı bir adama kadınlık yapma yolunu seçmiştim. Bu yaptığım evlilik benim için işkencelerin en büyüğü olacaktı. Belki o zaman sana yaptıklarımın diyetini öder, biraz huzur bulurum diye düşündüm.

    Evlendikten birkaç gün sonra henüz evlendiğim adamla aynı yatağı paylaşmadan, evlendiğim adam yani İhsan Bey, bana bir gün:

---Mine, seninle önemli bir şey konuşacağım, ama bu sır ölüme dek aramızda kalacak tamam mı?

---Buyur, Bey dedim.

---Bak kızım!

Diye söze başladığında çok şaşırmıştım. Adamcağızın karısı olmuştum ama bana kızım diyordu.

---Ben seninle aynı yatağı paylaşmak için evlenmedim. Yalnızım ve kimsem yok, ayrıca hastayım, yaşlılığımda beni kimselere muhtaç etmeyecek merhametli bir hanım aradığımda seni tavsiye ettiler, iki de çocuğunun olduğunu söylediklerinde sevindim. Bunca malım mülküm kime kalacaktı? Beni ele güne muhtaç etme kızım, malım da mülkümde senin olsun.

---Bu sözleri duyduğumda ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. O yaşlı adama uzun süre kadınlık yapamayacağımı biliyor, sonunda canıma kıyacağımdan emindim. Hele içimde sana olan derin aşk varken ben sevmediğim birine kadınlık yapamazdım.

    İhsan Bey’le evlendikten sonra yaptığımız bu konuşma üzerine, kendi dünyama ve sana olan aşkıma döndüm. Kaç gece rüyamda seninle sabahladığımı bilemezsin. Seni unutmam mümkün olmuyordu. Buna rağmen yaşamalı, hayata sarılmalıydım, artık tek amacım çocuklarımı okutmaktı. İhsan Bey evliliğimizin üçüncü yılında felç geçirdi ve yatağa bağlandı. Yedi yıl boyunca onu yatakta baktım, işte sana yaptığımın karşılığını bulmuştum. Uzun yıllar kimseyle konuşmamış, gülmeyi bile unutmuştum. Tek tesellim, beraber kaldığımız eve gittiğim zaman orada sanki seninle buluşuyor, kokunu hissediyor, biraz olsun huzura kavuşuyordum.

    Kocamın ölümünden sonra seni arayıp bulmayı çok istedim, lakin sen bir daha ortalarda gözükmedin, kızının yanına da gelmedin. Bu durumda evlendiğini, yeni bir yuva kurduğunu düşündüm. Karşına gelip yeniden aklını karıştırmak istemedim. Ama evlenmediğini, beni küçük bir umutla olsa da beklediğini bilseydim, dağı taşı arar seni bulurdum. Yıllar yılı yaşadıklarımı kimselerle paylaşamadım, bazen için için ağlıyor, bazı geceler kâbuslarla uyanıyordum. Sana yaptıklarımdan dolayı kendimi hiçbir zaman affetmedim.

    Mine sözlerini tamamladığı anda yeniden ağlamaya başladı. Gözlerime bakıyor, bir umut arıyordu. Bakışlarındaki o aşk yok mu? İlk gün ki gibi beni yeniden yakmaya başlamıştı bile.

   Kızım hala olduğu yerde büyük bir şaşkınlıkla bize bakıyor, yanına gelen arkadaşları da konuşmaların büyük bir kısmına şahit olduklarından onlarda hayretler içinde bizi izliyorlardı.

    Mine oturduğu sandalyeden kalktı, yanıma gelerek dizlerinin üzerine yere çömeldi, başını dizlerime koydu, içli içli ağlamaya devam etti. Eşarbı yana kaymış, saçları dağılmıştı. Uzun geceler okşadığım bu saçlara yer yer aklar düşmüştü. Yirmi beş yıl önceleri deliler gibi âşık olduğum kadın, beni yıllar yılı kin ve nefretle dolduran kadın, kızımın annesi, benden sonra bir başkasının koynuna girmeyen aşkım, dizlerime kapanmış af diliyordu. Hayat bize kötü bir oyun oynamış, sonunda yine gülmüştü.

   Mine’yi kollarından tutarak kaldırdım ve yanıma oturttum. Uzanıp saçlarını düzelttim, gözlerindeki yaşı sildim.

---Ağlama artık Mine, bu gün belki de hayatımızın en mutlu günü.

Titreyen ellerini avuçlarıma aldım, yıllar yılı hasretiyle kavrulduğum güzel gözlerine baktım, ardından:

---Hayat aşkımıza yirmi beş yıllık bir çileyi nasip etti. Bu gün çilemizin bittiği gündür Mine. Beni Düzce’de ki bahçeli evine götürür müsün? 

    Endişe ve hüzün dolu yüzünde, bakışlarında sevinç dolu bir mutluluk rüzgârı eserken ellerimi kaldırıp öpmeye, yüzünü sürmeye başladı. Bu sefer ki gözyaşları sevinçten akıyordu.

     Bir an kızımla göz göze geldim. O derece şaşkın bir hali vardı ki, karşılaştığı akıl almaz bu durumu kabullenmesi belki aylar alacaktı.

 

 

 

    Doktor Sevgi Gülüm, son iki yılda yaşadığı sıkıntılı dönemlerin etkisinden kurtulmakta hayli zorlanıyordu. Yaşadıklarını unutmak için kendisini işine vermiş, arkadaş gurubundan kopmuş, çok kere evine kapanarak yalnızlığa sığınmayı seçmişti. İçine düştüğü ruhsal bunalımı kendi gayreti ile aşmalıyım diye düşünüyor, en yakın arkadaşlarının bile arayıp sormasından rahatsız oluyordu. Çok çalışıyor, iyi bir doktor olmak için sürekli okuyor, mesleğine duyduğu sevgi ile yalnızlığını paylaşmak istiyordu.

     Hafize Hanım, birkaç gündür rahatsız olup, oğluna kendisini bir doktora götürmesini söylediğinde, annesine son derece düşkün olan Avukat Turgay, annesini aldığı gibi hastanenin kapısını çaldı. Doktor Sevgi muayene sırası gelen Hafize Hanımı bir güzelce muayene ettikten sonra iki tahlil istemişti. İki gün sonrası tahlillerin çıkması ile hastaneye gelen ana oğul, Doktor Sevgi’nin kapısını çaldılar.

Tahlillere bakan Doktor Sevgi, önemli bir şeyin olmadığını fakat Hafize Hanımın hastanede yatarak tedavi olmasının iyi olacağını söyleyince, Hafize Hanım ertesi gün gelebileceklerini söyleyip evlerine gittiler.

    Hafize Hanım iki kişilik sakin bir odaya yatırıldı ve hemen tedavilerine başlandı. Sevgi Doktor günde birkaç kez gelerek hastasının durumunu soruyor ve gidiyordu. Uzun zamandır gülmekten imtina eden Doktor, mümkün olduğunca az konuşuyor ve hastasının yanında kısa süreliğine kalıyordu. Bu arada Hafize Hanımın oğlu Turgay annesinin hastalığı sırasında karşılaştığı Sevgi Doktordan çok etkilenmiş, sürekli olarak onu izliyor, bir an olsun bakışını yakalamaya çalışıyordu. Bu pek mümkün değildi. Doktor, ketum ve güzelliğinin yanında asık suratlı biriydi. Bir kez olsun annesi hakkında sorduğu sorulara bile yüzüne bakmadan cevap vermiş, Avukat Turgay’la hiç ilgilenmemişti. Bu durum Turgay’ın duygularını olumsuz etkilese de o bir kere bu Doktora kafayı takmıştı. Her fırsatta hastaneye geliyor, Doktoru görmek için türlü bahaneler uyduruyordu. İşin bir diğer yanı, annesi onun bu hareketlerinden kuşkulanmış olmalı ki, o da oğlunu takibe almıştı bile. Hafize Hanım sonunda dayanamamış olacak ki hastaneye gelişinin haftası günü oğluna dönerek:

---Günlerdir dolanıp duruyor, gözlerini bu Doktordan alamıyorsun, bak o sana bir kere olsun baktı mı?

    Turgay’ın cevap verecek hali yoktu, çünkü annesi haklıydı. Lakin kalbine dolan bir sıcaklık onu her defasında alt ederek, biraz daha Doktora yaklaştırıyordu.

---Güzelliği batsın onun, kibirlinin teki baksana, insan bir kez olsun karşısındakine gülümser anam! Senin gibi yakışıklı meslek sahibi birinin ardından çok koşan olur oğlum, takılma sen bu Doktora, sonu iyi gelmez, demedi deme.

    Annesinin sözlerini daha fazla duymak istemeyen Turgay, sessizce dışarı çıktığında, annesinin söylediklerini düşündü. Kadın haklıydı ama ah şu gönül yok mu? Doktor bir kere yüreğine düşmüştü onun, bir yolunu bulup onunla konuşmalıydı, ama nasıl?

    Avukat Turgay yirmi dokuz yaşında Ankara’nın gelecek vadeden yetenekli bir avukatıydı. Henüz mesleğinin dördüncü yılında birkaç önemli davayı kazanarak bir anda gözde bir avukat olmuştu. Kara yağız, kıvırcık saçlı, zeytin siyahi gözleri, biçimli yüzü ve uzun boyu ile pek çok genç kızın hayalini süslemeye başlamıştı bile. 
( Gökkuşağı Roman Sayfa 131-135 başlıklı yazı mucit55macit tarafından 25.10.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.