Nasıl bir
hayatım vardı Allah’ım? Bu güne kadar hep sevgiyi aramış, buldum derken hep
kaybeden olmuştum. Şimdi de kaybeden yine ben, evladım yerine koyduğum Mehmet’i
de kaybetmiştim. İçimde büyük bir isyan dalgası oluştu. ‘’Allah’ım! Neden hep
ben kaybediyorum? Suçlarım varsa bedelini ödemedim mi? Sevdiğim kadını, kızımı,
büyüklerimi bir bir kaybettim, yetmedi mi? Allah’ım! Mutlu olmak bana haram mı?’’
Arkama yaslanırken
yalnız kaldığım odamın camından tekrar dışarı baktım. Bahar ayının yaklaştığı bu zamanda sakin ve ahenkli
bir şekilde yağan karı izlerken, gözlerimden akan yaşlarla yaşadığım acı dolu
yıllara dalıp gittim.
Bekçi
Amcadan ayrıldıktan sonra bindiğim kamyonun şoförü Bolu’da bir süre mola
vereceğini söyleyince, arabadan inip Bolu otogarına gittim. Amasya, Tokat
tarafına giden bir otobüs bekledim, çok geçmeden bir otobüs geldi. Yer olup
olmadığını sordum, tamam var dediler. Otobüse bineli epey olmuş, ancak
yaşadığım o tarifsiz anların etkisinden bir türlü kutulamıyordum. Dünya güzeli
bir kızım var ve ben ona kızım diyemeden ondan ayrılmak zorunda kalmıştım. Bu
genç yaşımda her insanın kolayca yaşama şansının olamayacağı olaylar yaşamış,
hayatın en acımasız yüzüyle defalarca karşılaşmış, sonunda kaybeden olarak bilinmeyenlere
doğru yol alıyordum. Bundan sonra yaşamanın bir anlamı olmalı mı diye? Uzun
uzun düşündüm. Fakat hayatıma son verme gibi kötü bir iş yapacağımı
sanmıyordum. Böyle bir şeyi yapamaya cesaret edemezdim.
Yanımda oturan bir yolcu, benim bu kadar
durgun ve düşünceli halimden bir şeyler anlamış olmalı ki bana dönerek:
---Ne o evlat! Arabaya bindiğinden beri yüzün hep
asık, gözlerin dolu, çok düşüncelisin hayırdır?
Yüzüne
baktım temiz yüzlü, gözleri sevgi dolu biriydi. Fakat o an içimden konuşmak
gelmedi. Ona dönerek:
---Zor yıllar yaşadım amca, çekilmesi zor yıllar. Bu
yaşımda hayatın tüm acılarını en ağır biçimde yaşadım. Ne ben anlatayım, nede
sen dinle.
Böyle söyleyince adamcağız ısrar etmedi,
sadece yüzüme manalı bir şekilde baktı. Otobüs yolda iki defa mola verilmiş, bende
aşağı inerek sadece çay içmiş, yemek yeme isteğim yok olup gitmişti. Aklım hep
geride kalmış, gözlerimin önünde her an güzel kızım ve gülümsemesi duruyordu.
Nihayet, akşamın karanlığı kavuşmadan Turhal’a
indim. Şu an için kendi köyüme dönmeyi düşünmedim, çünkü orada beni sevgiyle
karşılayacak kimsem yoktu. Ne babamın, ne dedemin beni görmek isteyeceklerini
sanmıyordum. Eski ustam olan Cemal Amcaya uğramak istedim. Aftan oda
yararlanmış olmalıydı, doğruca onların mahallesine doğru yürümeye başladım.
Turhal! Buraya gelmeyeli üç yıl olmuştu. Bu kısa süre
içinde bile hayli değişmiş, büyümüş, güzel bir şehir olmuş. Cadde ve
sokaklarında yürürken buraları özlediğimi anladım, ne de olsa Baba vatanımdı. Doğduğum,
çocukluğumu yaşadığım yerdi. Buralarda ne çok anılarım vardı. Köyde geçen
günlerde, okul hayatımda, arkadaşlarımla şehre eğlenmeye geldiğimiz zamanlarda,
benim için unutulmaz hatıralar saklıydı.
Nihayet
evlerine vardığımda hava kararmıştı. Kapıyı çalıp bekledim, çok geçmeden içeriden
sesler gelmeye başladı, ardından da kapı açıldı. Kapıda o eski heybetiyle Cemal
Amcam vardı. İyice beyazlaşan saçları ile karşımda durdu, beni görünce çok
şaşırmış olmalı ki bir süre konuşmadı. Selam verdiğim zaman kendine geldi.
---Hikmet oğlum, sen ha!
---Evet usta, ben geldim.
---Gel evlat, hele gel bakalım. Sende kurtulmuşsun
oralardan, gel içeriye.
Sen de kurtulmuşsun sözünden anladığım kadarı
ile başıma gelenleri duymuş olmalılar. Yoksa nereden kurtulacaktım.
---İçeri girince karısının ve kızlarının bir hayli
neşeli olduklarını gördüm.
Çocuklar sevinçle koşarak yanıma geldiler. Geçen
zaman içerisinde bir hayli gelişmiş ve kocaman kız olmuşlardı. Küçük kız:
---Bak Hikmet Abi, babam geldi artık, yanımızda.
Büyük kız:
---Hikmet Abi, Allah babamızı bize kavuşturdu, af çıkaranlardan
Allah razı olsun.
Kızlarla sarmaş dolaş olup sevinçlerini paylaştım. Kolay
değil, babalarından birkaç yıl ayrı kalmışlar, hatta umutlarını bile kestikleri
anlar olmuş olabilirdi. Ama şimdi babaları yanlarında, onlar için bundan mutlu
ne olabilir ki?
Hep beraber karşılıklı oturduğumuz anda, bir
süre konuşmayıp birbirimize uzun uzun bakmaktan kendimizi alamadık. Yaşananlar
sanki koca bir yalandı. Neden sonra:
---Yeni mi çıktın Hikmet?
---Evet Amca, iki gün oldu. Siz benim başıma
gelenleri biliyor musunuz?
---Evet oğlum, başına gelenleri tam olarak değil ama
Bolu‘da cezaevine düştüğünü öğrenmiştik. Aftan çıkar diye bekliyorduk, bak
sende kurtulmuşsun.
---Evet Amca, sonunda kurtulduk oralardan. Sen ne
zaman çıktın?
---Bir hafta oldu, Allah bir daha düşürmesin oğlum.
Mahpusluk zor şey, çekmeyince anlamıyor insan
---Biliyorum Amca, hem de çok zor.
Başımdan geçenleri çok ayrıntıya girmeden
anlatarak meraklarını gidermiştim. Fakat kızımdan hiç bahsetmedim, zaten ne
gerek vardı, ben bile unutmak için elimden geleni yapacaktım. Bu gece burada
kalacağım için gece boyu uzun süre sohbet edip dertleştik. Ertesi sabah yemekten
sonra tekrar görüşmek dileği ile ayrılmış, Cemal amcamın ısrarlı yönlendirmesi
sonucu, nede olsa babam ve dedemdir diyerek köyümüze gitmek üzere yola çıktım.
Köyümüzün arabasını beklemek üzere bizim köylülerin bulunduğu kahveye gitmiş
çay içiyordum. Tanıyan köylülerimiz etrafımı sararak sürekli soru sormaya
başladılar. Buradan şunu çok iyi anladım ki, insanımız çok meraklıydı. Aklına
ne gelirse soruyor, alakası olmayan, uydurulmuş, yalan yanlış bilgileri benimle
paylaşmak istiyordu. Bunalmakla beraber hakkımdaki yanlış olan söylentilerinde doğrusunu
anlatmaya çalıştım.
Nihayet
arabamız gelip de binince rahatlamış, sorulardan kurtulmuştum. Öğlen sonuna
doğru eve vardım. Af çıktığını ve benimde kısa zaman sonra çıkıp geleceğimi
tahmin etmiş olmalılar ki, Babam ve Dedem gelişime hiç şaşırmadılar ve beni yüzleri
asık bir şekilde karşıladılar. Bakışlarından niye geldin der gibi bir anlam
çıkarmak zor değildi. Yaşadıklarımla ilgili bana doğru düzgün soru bile
sormadılar. Akşam yemeğinin ardından Dedem camiye, Babam odasına çekildi.
Onların bu umursamaz tavırları benim için önemli değildi, böyle bir
karşılaşmayı tahmin ediyordum. Fakat Babaannemin ilgisizliği, mümkün oldukça
benden kaçışı, beni her şeyden çok üzmüş, keşke buraya gelmeseydim diye uzun
uzun düşünmüştüm. Bu arada asıl şaşırdığım ve hayret ettiğim şey, Üvey annemim
benimle son derece ilgilenmesiydi. Yemek sonunda kardeşlerimle oturup
oynaşırken, sürekli soru soruyor, neler yaşadığımı öğrenmek istiyordu. Özellikle
birlikte olduğum kadınla ilgili sorduğu sorular beni hayli bunaltmış, fakat çok
güler yüzlü davranmasından dolayı onu kırmadan sorularını basit cevaplarla
geçiştirdim. Yıllar sonra Üvey annemin bana olan bu ilgisinin nedenini hiç bir
zaman anlayamadım.
Evimizde
fazla kalmak istemediğim için ikinci günün sabahı Annemin köyüne gittim. Ebemle
dedemin beni karşılamaları dayanılacak manzara değildi. Koca adam ve ebem, gözyaşları
içinde beni sevgiyle bağırlarına bastılar. Ben de duygulanmakta onlardan aşağı
kalmamıştım. Ne kadar saklasam da gözlerimden yaşlar akıp gidiyordu. Bu
yaşların böylesine yoğun akmasının bir nedeni de, geride kalan kızımın verdiği
acıydı.
Ahmet dedem
hayli çökmüş bir görüntü içindeydi. Adamcağız zaten uzun süre hastaydı, anlaşılan
hastalığı ilerlemişti.
Evde akşam
yemek yedikten sonra karşılıklı çay içiyorduk. Dedem yaşadıklarımla ilgili
sorular sorunca dilim döndükçe bir şeyler anlattım. Fakat burada da bir kızım
olduğunu ve onu görmek için tekrar Düzce’ye döndüğümü anlatmadım. Fakat ebemin
bakışlarından, anlattıklarımdan ikna olmadığını anlamıştım. Bilge kadın bir
şeyler sakladığımı fark etmişti. Neden bilmiyorum, ileriki zamanlarda da bana Düzce
ile ilgili soru sormamış, belki de anlatmamı beklemişti. Geride bir kızım
olduğunu ve oralarda bıraktığımı onlara anlatamazdım?
Ebemler de
bir iki hafta kalmış iyice dinlendim derken bir gün askerlik şubesinden
arandığımı söylediler. Askerlik yaşım gelmiş, hapiste olduğum için askere
gidememiştim. Af çıktığını bildiklerinden tekrar muhtarlıktan sormuş olmalılar.
Bir sabah Turhal askerlik şubesine varıp durumu öğrenmek istediğimde, derhal
askere gideceğimi söylediler. Hem de birkaç gün içinde. Ne yapalım, Vatan
görevi dedim ve köye giderek hazırlığa başladım.
Bin dokuz
yüz yetmiş üç yılı ekim ayı sonuna doğru devre kaybı olarak Bilecik merkez
Ulaştırma Er Eğitim Alayı acemi birliğine Şoför adayı olarak varmış, çokta
sıkıntılı olmayan bir askerlik dönemim başlamış oluyordu. Acemi eğitimi
sırasında gösterdiğim başarı, insanlarla dost geçinmem, emirlere dikkat etmem
ve vücudumun düzgün yapısı, yakışıklı olmam buradaki komutanların dikkatini
çekmiş olmalı ki, Usta er olarak aynı yerde kalmamı sağlamışlardı.
Çok zaman
geçmeden Alay komutanının şoförü olarak seçilmem, geçen zaman içinde genelde
üst rütbelilerle vakit geçirmeme neden olunca onların beğeni ve ilgisini
kazanmış, sevilen bir asker olmuştum. Askerlik hayatım çok sakin bir şekilde
tamamlandı. Bu dönemde yaşadığım acı bir olay olmasaydı beklide hayatımın en
rahat ve huzurlu dönemi olacaktı. Askerliğimin üçüncü ayında Ahmet Dedem
rahmetli olmuş, cenazesine katılamamıştım. Benim için çok değerli bir varlık bu
dünyadan göçmüş, ebem de yalnız kalmıştı. Askerlik dönemi içinde meydana gelen
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında meraklı ve heyecanlı geçen günlerim, askerliğimin
çok daha çabuk tamamlanmasına neden olmuş, çok istediğim halde savaşa katılmak
nasip olmamıştı.
Zaman hızla
geçince iki yıl kaldığım Bilecik’ten teskeremi alıp Turhal’a döndüm. Askerde
Ehliyetimi de almış bu konuda sıkıntım kalmamıştı. Başka bir becerim olmadığı, köy
işlerini de sevmediğim için, şoförlük yapmayı düşünüyordum. Bu arada askerden
geldiğimi öğrenen Cemal Amca beni arayıp, görüşmek istediğini duyunca buluşup
konuştuk. Yeni bir araba alacağını fakat şoförlük yapmayacağını söyledi,
ardından alacağı arabaya hiçbir bedel ödemeden ortak olmamı istedi. Bende bu
teklifi kabul ettim, böylece şoförlük hayatım başlamış oldu.
Turhal ve
çevre illere şeker taşıma işini yapıyordum. İş olmadığı zamanlarda ebemin
yanına geliyor, evde yalnız kalan ebem, benimle beraber hasret gideriyor ve
mutlu olmak için çabalıyorduk. Yaşlı
kadın ölmeden önce beni evlendirmek istiyordu. Onu kırmak istemedim ama hiçbir
zaman olumlu cevap vermediğim halde bana hiç darılmamıştı.
Kendi
köyüme oldukça az gidiyordum. Kardeşlerimi özlediğim zaman giderek onları
görüyor, birbirimizden kopmak istemiyorduk. Bir zaman sonra benden küçük olan
kardeşim İlçede Liseye başlamış, bu sayede daha çok görüşür olmuştuk.
Zaman hızla
geçip yıllar birbirini kovaladı derken otuzlu yaşlara gelmiştim. Çok fazla
masrafımın olmaması, arabamızın da yeni olması nedeniyle iyi para kazanmış, Anneannemde
köyden bir iki tarla satarak bana vermişti. Ben de İlçe’nin kenar mahallerinden
Cemal Amca’nın evlerine yakın bir yerde bir arsa alıp içine iki katlı bir ev
yaptırdım. Sakin ve kendi halinde bir yaşantı sürerken Ebemi de yanıma aldım,
beraber kalıyor, birbirimize destek oluyorduk. Ebemin bilgeliği burada da
kendini göstermiş, çevresinde ona akıl danışan, sırrını paylaşan çok insan
toplanmıştı.
Güzel geçen
bu yıllar içinde yaşadığım sıkıntılı ve anlamsız bir olay dünya görüşüm
üzerinde ve yaşantımda hayli etkili olmuştu. Hapishanede kaldığım yıllarda
okumayı alışkanlık yapmış, elime geçen pek çok kitabı okuma merakım artmıştı. Özellikle
sol söylemlerle ilgili kitaplarla ilgilenir olduğum için yanımda devamlı birkaç
kitap bulunuyordu. Bu dönemde ülkede sağ sol çatışmaları da hayli artmıştı. Bir
gün Samsun’a giderken Havza yakınlarında arama ve kontrol yapılıyordu. Bin
dokuz yüz yetmiş dokuz mart ayı olmalıydı. Benimde arabam aranmış, kitaplarım
alınmıştı. Nasıl olduğunu anlamadan arabamla beraber Jandarma karakoluna
götürüldüm. Bana Anarşist muamelesi yapıyorlar,
ne söylesem derdimi anlatamıyordum. Çok eski yıllarda olduğu gibi
sorgular başlamıştı. Neyse ki Cemal Amca’mı aramama izin vermişlerdi.
Cemal Amca ertesi günü gelince olanları
anlamaya çalıştı. Benim aşırı solcu bir anarşist olarak suçlandığımı anlattı ve
benim mahkemeye çıkartılacağımı söyledi, ardından kamyonu alarak götürdü. İki
üç gün sonra bende mahkemeye çıkartılıp tutuklandım. Daha ne olduğunu anlamadan
kendimi Samsun cezaevinde bulmuş, sol görüşlü mahkumların kaldığı koğuşlardan
birine kapatılmıştım. Özgürlüğüm bir kez daha kısıtlanmış, oldukça sıkıntılı
bir halde gelişmelerin nereye varacağını merak ve endişeyle beklemeye başladım.
Kısa sürede gerçeğin ortaya çıkarak beni bırakacaklarını umut etsem de, günler
geçtikçe olumlu bir haber de gelmiyor, endişelerim beni yiyip bitiriyordu. Bu
arada koğuşta pek bir şeye karışmadan olanları anlamaya çalışıyorum. Vaktim çok
olduğu için çoğu zaman bir şeyler okuyor, vakit buldukça namaz kılarak kendimi
rahatlatmak istiyordum. İbadeti seviyor, yalnızlığımı paylaşıyordum.
Neden
bilmiyorum, aynı koğuştaki diğer mahkumlar benden rahatsız olmuş olacaklar ki,
bana çok ters bakmaya başladılar. Hatta, sol görüşlü birinin namaz kılmasını
kabul etmeyeceklerini, benim bir ajan olabileceğimi düşündüklerinden, aramızda
geçen bir tartışma sonucunda beni bir hayli hırpaladılar. Durum cezaevi
müdürlüğüne aksedince beni çağırdılar, olanları anlatmamı istediler. Bende her
şeyi doğru olarak anlattım. Durumu öğrenen yetkililer beni siyasi olmayan
mahkûmların koğuşuna verdiler.
Aradan bir
ay geçmedi ki ilk mahkememde suçsuz olduğum anlaşılınca beraat etmiştim. Hem
suçlanmış, hem de kısa sürede beraat edince şaşırmış, böylesi garip
gelişmelerin nedeni aklımda bir soru olarak kalmıştı. Fakat beni asıl
düşündüren yıllarca okuduğum ve ilgimi çeken düşüncelerin, adil ve eşit yaşama
fikrini savunan Sosyalizm savunucularının,
din düşmanlığını açıktan yapılmaları ve inancımdan dolayı suçlanmamdı.
Dışarı çıkınca her türlü düşünceye ait eseri, kitabı okumaya devam ettim, ancak
aşırıya kaçan hiçbir eseri okumadım. Son
yaşadığım bu olay Dünya’ya daha farklı gözlerle bakmama neden olmuştu. Benim
eksikliğim, toplum içine çok fazla girememek ve olayları tam olarak
anlayamamaktı. Zaten çok geçmeden on iki Eylül Darbesi olunca ortalık bir hayli
sakinleşti ve anarşi ortamı ortadan kalktı.
Bin dokuz
yüz seksen iki yılında Arabamızı satınca Cemal Amcamdan ayrılarak kendime yeni
bir kamyon alıp, çalışmaya devam etmeye başladım. Bir yıl sonra ebem rahmetli
oldu, köye defnedip eve geldiğimde büyük bir boşluk içinde kalmıştım. Yalnızlık
yine bana arkadaş olmuş, yolumuza birlikte devam ediyorduk. Bu nedenle mümkün
oldukça uzaklarda iş kovalamaktaydım.
Aynı yıl
bir gün yolum Aydın taraflarına düştü. İl Emniyetine giderek yıllar önce burada
görev yapan Amir Beyi sordum. Aldığım cevap hayatımda yaşadığım acılara,
üzüntülere bir yenisini daha katmıştı. Amir Bey, İlde ki görevinin dördüncü
yılında ani bir kalp krizi sonrası hayatını kaybetmiş, cenazesi Maraş İli Elbistan
ilçesinde ki aile mezarlığa defnedilmiş. O güzel adama vefa borcum vardı, bu
nedenle arabamı kamyon parkına bırakıp, otobüsle iki gün yol giderek mezarını
ziyaret edip ona olan minnet duygularımı anlatmak istedim. Manevi babamı
kaybetmenin derin bir hüznü ile arabamı bıraktığım yere döndüm.