(hikaye)

 

Hastanenin acil  kapısına doğru bir ticari taksi hızla yaklaştı. Şoför kendi kapısından acele  inerek arka kapıyı yönelirken diğer kapıların birinden  erkek, diğer kapıdan ise yaşlı bir kadın indi. İnenlerin fakir ve bakımsız oldukları her hallerinden belliydi.

Şoför koşarak hastane kapısından içeri girerken;

---sedye sedye…

diye bağırıyordu. Biraz sonra iki görevli elleriyle ittikleri sedyeyi arabaya yaklaştırdılar. Arabada genç bir kadın feryat içindeydi ve yavaşça doğrulup, kollarından tutanların yardımıyla sedyeye bindirilerek, hastaneye kapısında içeri doğru götürüldü. Genç kadın hamileydi ve doğum sancıları tutmuştu.

Yanındaki iki yaşlı hasta ile beraber telaşlı bir halde hastaneye girdiler.

Hastanenin acil kısmında görevlilerden başka kimseler yoktu. Onlarda uyur uyanık oturuyorlardı.

Vakit gecenin yarısını geçmiş, saat dörde gibiydi. Burası İstanbul’un kenar semtlerinden birinde küçük bir ilçe hastanesi olup, gündüz bile fazla kalabalık olmazdı.

Homurdanarak gelen bir hemşire hamile kadını sedyesi ile beraber alarak koridorun ilerisinde, kapısında doğumhane yazan bir odaya götürdü. lakin genç kadının inlemeleri feryatları odanın kapısından dışarıya geliyordu.

Kayıt memuru uykulu uykulu bir vaziyette yaşlı çifti yanlarına çağırarak kimlik işlemlerini yapmaya başladı, fakat hem soruyor, hem azarlar gibi konuşuyordu. Orada nöbetçi memur olduğunu unutmuş, uyku sersemliği ile ne dediğini bilmeden, yoksul oldukları her hallerinden belli olan yaşlı insanların kalplerini kırmaktan çekinmiyordu.

---Bu saatte ne işiniz var?

Der gibi lakayt tavırlarla işlemini bitirip, bir an önce uykusuna devam etmek ister gibiydi. Nitekim kayıt işlemi biter bitmez sandalyesine yayılarak,  gözlerini çoktan kapatmıştı. Yaşlı karı koca hastanenin ıssız koridorlarında bir müddet dolaştıktan sonra, hemşireye bir şeyler sormak için hemşire odasının kapısını çalıp içeri girmek istediler. Fakat daha içeri girmeden hemşire azarlar gibi onlara;

-----Daha doğuma var ne acele ettiniz de hemen geldiniz, oturup bekleyin,

Diyerek yaşlı insanların yüzüne  kapıyı kapattı.

İki ihtiyar telaş içinde derinden gelen feryatların ıstırabı ile oturmayı bile düşünmeden öylece bir ileri, bir geri, koridorda dolaşıp durdular. Zaman geçmek bilmiyor derken, sabah ezanı okunmaya başlamıştı. İhtiyar adam kızgın bir şekilde tekrar hemşire odasına gelerek,

---hemşire kızım, doktor yok mu hastanede, gelinim çok acı çekiyor bir doktor çağırsanız?

Hemşire;

---Akıl verme amca, daha doğuma var aceleniz ne böyle.

Diye cevapla adamcağızı yine tersledi.

Odadan gelen feryatlar uzadıkça yaşlı kadının gözleri iki çeşme ağlıyor, adam ise içinden bildiği adarıyla Kuran okuyarak, Allah’a dualar ediyordu.

Zaman çok geçmiş, hamile kadının odasında gelen sesler azalırken, hastanenin işe başlama saati gelmiş olacak ki, koridorlarda bir hareketlilik başladı. Yerinde bir türlü duramayan yaşlı adam, bir süre sonra beyaz önlükle koridorun ucundan kendilerine doğru gelen ve doktor olduğu kıyafetinden belli genç bir adamın yolunu kesti.

---Oğlum bir bak hele,

Doktor bir an durakladı. Sesi oldukça titreyen ve merhamet bekler gibi konuşan adama döndü.

---Buyur amca?

---Oğlum gecenin dördünde hamile gelinimi buraya getirdik, kızım sabaha kadar feryat etti, hemşireler daha zamanı var deyip doktor çağırmadılar, doğru dürüst ilgilenmediler.

Gelinimin nicedir sesi çıkmaz oldu, bir bakar mısınız evladım?

Yaşlı adamın sesi öyle derinden gelmişti ki, genç doktor bir an adamın gözlerine baktı, nedenini bilmediği bir duyguyla yüreğinde burukluk hisseti ve hızla doğumhaneye yöneldi.

Bir iki dakika sonra kapıyı açarak;

---hemşire hemşire…

diye bağırmaya başladı. Rengi bembeyaz olmuş, yüzü kızgınlık ve üzüntüyle karışık bir hal almıştı, hemşireler korku içinde ve telaşlı adımlarla koşarak Doktor’un yanına geldiklerinde;

---Allah belanızı versin o…pular burada kadın can veriyor siz hala vakit var diyorsunuz. Çabuk hastayı ameliyathaneye alın, Doktor Hilmi Bey’e de haber verin.

Doktor’un bu sert çıkışıyla ortalıkta bir koşuşturmaca başladı. Sedyeye alınan gelinin rengi solmuş, feryatları dinmiş, zayıfça nefes alıyor ve solgun bakışlarla gözlerini açmış, etrafına bakarken, yanına gelen kayınvalidesini, ve kayınpederini belki de tanıyamamıştı. İki ihtiyar gözyaşları içinde kötü bir şeyler olduğunu anlamışlar, şaşkın şaşkın gelinin sedyesinin ardından bir müddet gittikten sonra bir oturağa oturup öylece kalakaldılar.

Aradan ne kadar zaman geçtiğini dahi anlamadan birden karşılarında yine o genç doktoru buldular. Doktor yavaşça yanlarına oturup yaşlı adamın elini tutarken, çok üzgün görünüyor ve nasıl konuşacağını bilemeden öylece yüzlerine bakıyordu. Neden sonra;

---Allah rahmet eylesin amca, kızınızı kurtaramadık çok bitkin düşmüş zavallı, neredeyse bebeğini de kaybediyorduk, son anda onu kurtarabildik.

Ortam buz gibi olmuştu. Yaşlı insanlar, artık ağlamanın verdiği yorgunlukla ve şaşkınlıkla susmuş öylece doktoru dinliyorlardı.

---Bir oğlan torununuz oldu, gözünüz aydın diyemiyorum, yetim kaldı zavallı çocuk, babasına haber verin gelsin gerekli işlemleri yaptırsın, siz yorgunsunuz gidip biraz dinlenin.

İşte asıl hüzünlü dolu feryat o zamandı, yaşlı kadın ağıt yakar gibi güzel bir sesle doktora dönerek;

---Ah güzel oğlum, canım evladım, oğlumu altı ay önce bir iş kazasında kaybettik, bebeğimiz hem öksüz, hem de şimdi yetim, oy…oy…

Adamında kadından farksız, sadece yaşlı ve solgun gözlerle etrafına bakıyor ellerini ovuşturuyor, dudaklarının arasından aynı cümleyi tekrar edip duruyordu.

---Allah’ım ne suçumuz vardı bizim, bu acıları hak edecek ne yaptık…

Doktor bir müddet bu yakınmaları dinledi, yaşlı adamın dudaklarından gelen bu sözler üzerine;

---Yapma öyle amca, yapma. Biliyorsun ki Peygamberimizde hem öksüz hem yetimdi, Allah’a isyanda bulunma, vardır bunun da bir hikmeti. Şimdi siz burada bekleyin, ben bütün işlemlerinizi yaptırıp bebeği size getireceğim, diyerek yanlarından ayrıldı.

Aradan yine bir süre geçtiğinde Doktor kucağında bebekle yanlarına geldi.

---Allah uzun ömürler versin, şimdi siz evinize gidin, cenazeniz öğleden sonra evinize gelecek orada defin işlemlerini yaparsınız.

Yaşlı çift kucaklarında yeni doğmuş nur topu gibi güzel bebekleriyle, buruk bir mutluluk yaşayarak evlerine doğru yola çıktılar.

Hayat onlara acı bir ders veriyordu, önce oğullarını iş kazasında kaybetmiş, ardından gelinleri ihmalin kurbanı olmuş ve yeni doğmuş bebekle öylece kalmışlardı. Önlerinde zorlu bir hayatın saatleri başlıyordu. Bu yaşlı halleriyle bu acılara nasıl dayanacaklarını bile düşünemeden, anasız ve babasız bir bebeğe nasıl bakacaklardı, dahası yoksulluk canlarını yakarken.

Cenaze Doktor’un dediği saatte eve gelmiş, ikindi namazının ardından komşuların yardımıyla mezarlıkta kocasının yanına defnedilmişti. Evde hüzün ve gözyaşı vardı, ama dünyaya gelen birde bebek.

Cenaze arabasının eve gelişi ve defin işlem bitene kadar Doktor Kamil, uzaktan uzağa yapılan işlemleri seyretmiş, ardından sessizce mezarlıktan ayrılmıştı. Doktor, buraya neden geldiğini ve kendisini buraya çeken duyguların sebebini tam olarak anlayamamış, derin düşünceler içinde uzun zaman bocalamıştı.

Cenazenin defnedilişinin üçüncü günü akşamında, yaşlı çiftin kapısı çalındı. Taziyeye gelen komşulardan birisi kapıyı açtı, geleni tanımıyordu, fakat içeri buyur etti.

Genç bir adam sakin ve üzgün tavırlarla selam vererek gösterilen yere oturdu. Başsağlığı diledi. Hoş geldiniz seslerinin ardından yaşlı çift, Doktor’u tanımışlardı. Yüzlerinde huzur dolu bir gülümseme ile ona sevgilerini anlatmak isterken yaşlı adam,

---Oğlum Allah senden razı olsun, bizim acılı günümüzde elimizden tuttun, Allah’ ta bir acılı gününde senin yanında olsun dedi.

Ve eve gelen komşulara Doktor’un gösterdiği insanlığı anlattı. Evde de fazla insan kalmadığı bir anda, Doktor yaşlı amcaya dönerek;

---Amca müsaade ederseniz babasının adını verdiğiniz Ahmet’i, ben büyütüp okutmak istiyorum. Sizleri soruşturdum pek kimseniz yok, sağlığınız çok da iyi durumda değil. Ben torununuzu kendi evladım gibi bağrıma basıp büyütmek istiyorum. İstediğiniz zaman onu görebilirsiniz, ayrıca  torununuzu sık sık ziyaretinize getiririm. Şimdi bekarım yakında evleneceğim, o zaman evde genç bir annesi olacak ve Ahmet’e çok iyi bakacak. Bende sizin torununuz gibi, altı aylıkken annemi, on yaşımda babamı kaybettim. Allah uzun ömür versin dedem beni büyüttü ve mali durumu iyi olduğu için güzel okullarda okuttu.

---Siz dediklerimi iyice düşünün.

Evde derin bir sessizlik… Yaşlı insanlar sevinsinler mi, üzülsünler mi? Evlatlarından kalan bir yadigar torun, ama diğer yanda yoksulluk ve yaşlılık.

Doktor tekrar söze başladı.

---Üç gün sonra nişanlımla tekrar geleceğiz. O zaman kesin kararınızı verirsiniz.

Kısa bir vedanın ardından Doktor, yüreğinde oluşan coşku dolu heyecanın etkisi ile tenha sokaklarda hızlı hızlı  yürüyordu.

Doktor yaşlı insanların evini ziyarete giderken, henüz bu konuyu nişanlısı ile konuşmamıştı ve böyle bir konuda O’nun nasıl tepki vereceğini bilmiyordu. Nişanlısını çok seviyor fakat nedenini bilemediği garip bir duyguyla, yeni doğmuş bebeği büyütmek istiyordu. Kafasında karmaşık düşüncelerle ertesi günü nişanlısını görmeye gitti.

Nişanlısı yakındaki bir okulda sınıf öğretmeni olarak çalışırken, bir tesadüf eseri tanışmışlar ve daha ilk karşılaşmalarında aralarında sıcak bir yakınlaşma ve sevgi seli oluşmuştu. Nişanlısı olan Aslı, merhametli, sevgi dolu güzel bir kişiliğe sahip, mesleğini ve çocukları çok seviyordu. Ama bu durum başkaydı! Bir başkasının çocuğunu alıp büyütmek, hem de daha henüz evlenmeden ve kendi çocuğunu yapmadan!

Doktor Kamil böyle duygu ve düşüncelerle kafasını yorarken, okulun çıkış saatinde heyecanla Aslı öğretmeni bekliyordu.

Aslı gerçekten güzel, hanım hanımcık bir kadın olup, çok sade fakat güzel giyinir, gereksiz makyajdan uzak durur, temiz ve doğal olmayı severdi. Hele masum bakışları yok mu? Belki de Doktor’u etkileyen bu bakışlardı.

Aslı kapıda bekleyen nişanlısına şöyle bir baktı, ‘’Kamil bu gün bir farklı’’ diye içinden geçirdi. Kamil, sanki çok önemli bir şey olmuş gibi dağınık, şaşkın ve heyecanlıydı.

---Hayırdır Doktor Bey, neler oluyor kuzum, bu ne hal?

Doktor bir müddet sustu. Nişanlısının elini sıkıca tuttu ve yürüdüler. Aslı bir şeyler olduğunu anlamış, fakat nişanlısının anlatmasını bekliyordu.

Yakındaki parka oturdular, Doktor birer çay söyledi ve derin bir nefes aldı.

---Seninle çok önemli bir meseleyi konuşacağım Aslı, fakat nasıl diyeceğimi bilemiyorum.

Aslı sakin bir sesle;

---Anlat Doktor, çekinme.

---Doktor hastanede yaşanan olaylardan başlayarak, en incesine kadar bir bir anlattı. Sadece bebeği almak isteğini sakladı. Duygulu, üzgün  ve sanki suçlu bir havası vardı.

Gözleri parkta oynayan çocuklara takıldı, bazılarının anneleri yanında, bazıları kardeşleriyle sevinç çığlıkları atarak koşturuyorlardı. Kendisi bu duyguları hiç yaşamamıştı. Dedesi ile her parka geldiğinde hüzünlenir gözleri ana ve babasıyla oynayan çocuklara takılır mahzunlaşırdı. Sabahları gördüğü rüyaların etkisinde kalıp gözyaşlarını yastıklara siler dedesinden saklamayı başarırdı. Yeni doğan Ahmet geldi aklına, oda ana ve babasız büyüyecek kendi yaşadığı acıları birebir yaşayacaktı. İçinde derin bir hüzün ve yalnızlık vardı, dalgın ve mahzun bir halde uzaklara bakarken…

---Hadi Doktor seni bu kadar etkileyen olayı henüz anlatmadın, söyle aşkım sıkıntın ne?

Doktor Aslı’nın gözlerinin içine baktı. Bu kadını çok seviyordu ve O’nu kaybetmek istemiyor, fakat bebek aklından gitmiyordu. Kendi yaşadıklarının etkisinden olacak ki, bebeği büyütme isteğini yenemiyordu.

---Aslı dedi,

---Aslı ben bu bebeği bizim büyütmemiz için dedesinden istedim. Benim hayatımı biliyorsun, yalnızlıklar ve ana baba hasreti içimde öyle bir yangın ki, bu bebeğinde aynı duyguları yaşamasını istemiyorum. Onu alalım, anası babası olalım, ne dersin?

Aslı biraz şaşkın, biraz tuhaf bakışlarla nişanlısına uzun uzun baktı. Kamil’i çok seviyordu. Ondan önce hayatında kimse olmamıştı. Onun duygulu, merhametli ve mücadeleci halinden çok etkilenmişti, belki de doktora olan aşkı bu yüzdendi. Belli ki bu bebek onun için çok önemliydi, düşündü, düşündü…

---Neden olmasın Doktor ben sana aşık bir kadındım bunu biliyorsun, ama bil ki şimdi sana olan aşkım binlerce defa daha katlanarak arttı, Allah bize elbet bunun faziletini fazlasıyla verir, düşünme artık, verirlerse alalım Ahmet’i.

Doktor Kamil’in gözlerinin içi gülüyordu, nişanlısının bu şekilde cevap vermesi kendisini çok mutu etmiş, içi içine sığmıyordu. Aslının ellerini tuttu yavaşça öptü.

---İyi ki seni tanımış ve sevmişim. Allah kaybettiklerimden sonra seni bana hediye olarak  verdi, bunu hissediyorum.

Yıllar yılı kovaladı. Ahmet ve yanında küçük kardeşi Oğuz ile beraber parkta oynarken, uzaktan Doktor ve eşi, sevgi dolu gözlerle onları izliyorlardı.

 

Aslının bir daha çocuğu olmayacaktı. Zor bir doğumun ardından, Kendi ve oğlu ölümün eşiğinden dönmüş, hayata zorlukla tutunmuşlardı.

Kim bilir,  belki de kendisine ve oğluna sunulan ömrün hikmeti, Oğuz’a ağabeylik yapan Ahmet’te saklıydı.

 

Mehmet Macit

25.07.2012

 

( Hayatın İçinden başlıklı yazı mucit55macit tarafından 14.11.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.