---Ben
şimdi gideceğim Mine, akşama geleceğimi haber vermeye geldim. Merak etmene
gerek yok, çarşıda biraz işlerim var, sen önce şu elimdekileri al.
Yolda gelirken dayanamayıp buraya
uğrayacağımı tahmin ettiğimden, Mine’ye bir yazma, çorap ve birkaç tatlı çeşidi,
ayrıca çocuğuna da küçük bir oyuncak almıştım, elimdekileri uzattım. Ustamdan
öğrendiğim beklide en güzel davranışlarımdan biriside buydu, eve her dönüşümde
mutlaka gittiğim yerlerden bir şeyler alır, elim boş kalsın istemezdim, bu
nedenle Mine’ye de gelirken bir şeyler almıştım.
Yanıma
gelip samimi bir şekilde teşekkür ederek elimdekileri aldı.
---Gerçekten
akşam gelecek misin?
---Evet,
haber vermek için uğradım. Şimdi çıkıyorum, çarşıda biraz işim var, halledip
geleceğim tabi ki kabul edersen?
---Ne
demek Hikmet, gelmen için ne kadar dua ettim bilemezsin.
Derken
gözlerine baktım sevgi dolu ve insanın kalbini okur gibi bir hali vardı.
Böylesi bakışları hastanedeki hemşirelerde de gördükçe bakışların manasını da
çözmeye başlamıştım. Galiba kadınlar hoşlandıkları erkeklere böyle
bakıyorlardı. Pürüzsüz yüzü, biçimli dudakları, ela gözlerinin güzelliği, uzun saçları
bambaşkaydı. Böylesi güzel bir kadın neden bana bu kadar ilgi duymuştu? Bir anda
insan yeni tanıdığı birine böyle ilgi duyabilir miydi? Böylesi duygu ve
düşüncelerle yeni tanışmış olmanın verdiği acemilikle, gelişmelerin manasını
tam olarak kavramakta zorlanıyordum. Kendimi ırmağın durgun akan suyuna
bırakmış gibiydim. Arkamı dönerek kapıya yöneldim, yanıma yaklaşarak sevgi dolu
ve okşayıcı bir sesle:
---Mutlaka
gel, seni bekleyeceğim canım.
Bu
sözleri öyle içten ve alçak sesle söylemişti ki, kalbimde fırtınaların
kopmasına neden oldu. Aklımda ve kalbimdeki karmaşık duygularla kapıdan çıkıp
evden ayrıldım. İşimi bir an önce halledip tekrar buraya gelmeliydim. İçten içe
alev almış yanıyor, ayaklarım yere basmıyor, adeta havada uçuyor, zamanın
geçmesini ister gibi hızlı hızlı Amir Beyi bulmaya koşuyordum.
Amir Beyle akşam saatlerinde buluşacaktım. Zaman
geçirmek için oturduğum kahvede ne çok şeyler düşünmüş, neleri yapıp yapmama
konusunda aklım karmakarışık olmuş, yanlışı doğruyu ayırma çabalarım sonuçsuz
kalınca uzun zaman çevremi seyrederek aklımdakilerden kurtulmaya çalıştım. Hava
kararmak üzereydi, Emniyetin misafirhanesine gitmek üzere yola çıktım. Kapıdan
içeri girdiğimde yabancı olduğumu anlayan bir görevli yanıma yaklaşarak:
---Kimi
aradın kardeş?
---Şey,
Emniyet Amirine bakmıştım.
Görevli
kişi Emniyet Amirini sorunca bana şöyle
dik dik baktı, sonra:
---Gel
bakalım,
Dedi.
Salonun köşesini dönünce baktım, Amir Bey yanında güzel giyimli birkaç kişi ile
oturmuş sohbet ediyordu. Bana refakat eden kişi eğilerek:
---Amirim
bir misafiriniz var.
Amir
Bey dönmüş ve beni görünce yüzünde güzel bir gülümseme ile:
---Vay!
Evlat hoş geldin, sefalar getirdin.
Diyerek
beni yanındaki sandalyeye oturttu. Dikkat ettim masadakilerden biri Savcı Beye
benziyordu. Masada oturan diğerleri belki de ilk defa gördükleri bana dikkatli
gözlerle bakarak bir güzel süzdüler. Biraz çekingen tavırlarla, birazda
utanarak, bana merhaba hoş geldin diyenlere cevap verdim. Amir Bey görevli
birine benim için çay söylerken aç olup olmadığımı sordu. Aç değilim dedim,
aslında acıkmıştım, fakat akşam Mineye gideceğim için aç olmalıydım.
Amir Bey, benim ile ilgili konuşmaya
başladı. Sakin ve güzel bir ses tonu ile benim yakalanışımdan İstanbul’daki
kurtuluşuma kadar geçen olayları, ayrıntıları ile anlattı. Masa etrafında
anlatılanları dinleyen meraklıların sayısı gittikçe artmış, salondaki ses
kesilmişti. Beni bir kahraman gibi tanıtıp överken utanmış, kızarmaya başlamış,
anlatım biraz uzun sürünce de hayli sıkılmıştım. Zaten topluma fazla giren biri
olmadığım için böylesi uzun sohbet ve dinleyen kalabalığın meraklı bakışlarından
bir an önce kurtulmak istiyordum. Nihayet Amir Bey anlatacağını tamamlayınca
bana dönerek:
---İşte
gizli kahramanımız Savcı Bey. Sen inanmak istememiştin ama bak ben haklı
çıktım. Hikmet gerçekten tam bir Anadolu yiğidi, temiz ve saf bir delikanlı.
Savcı
Bey haksız çıkmanın sıkıntısı ile bana dönerek:
---Geçmiş
olsun Hikmet, hakkını helal et, seni incitmiş olabiliriz.
Yaşadığım
olayın zorluğu ve polisin başarısı sonucu kurtuluşumun hayli ilginç olması,
anlatılanları dinleyenlerin bakışlarından anlamak zor olmamıştı. Hem boylu, hem
de güzel bir yüzümle oldukça yakışıklıydım, bu konuda kendime oldukça güven
gelmişti. Hani! O hemşireler yok mu? Benim kendimi tanımama, kendime güvenmeme
ve insanları ve özellikle kadınları etkileyen bir erkek olmanın bilincine varmamı
sağlamışlardı. Burada oturanlarında bana gıpta ile bakışlarından bunu
hissetmiştim. Çok terledim, mendilimle yüzümü silerken çayımı da bitirdim.
---Amir
Bey Ustamla ilgili:
Dedim.
---Tamam
evlat, yarın doğruca İlçe cezaevine git, adını söyle sana kolaylık yapacaklar.
Teşekkür
ederek orada oturup bizi dinleyenlerden vedalaşırken Savcı Beyle göz göze
geldiğimde bana hala tedirgin bakışlarla baktığını görmüş, üzülmüştüm. Hâlbuki
ben ölümle burun buruna gelmiş, paçayı zor kurtarmıştım. Belki de Amir Beyin
haklı çıkmasına bozulmuştu, kim bilir?
Amir
Beyin beni kapıya kadar geçirmesi hoşuma gitmedi değil. İlk kez birileri bana
insan gibi davranmışlardı. Belki haksız yere suçladıklarından, beklide beni yem
olarak kullandıklarındandı. Kapıda Amir Beyin elini sıkarken,
---Hikmet,
bahsettiğim kadından uzak dur, başın belaya girmesin evlat, ne olur ne olmaz.
Şaşkın
şaşkın baktığımı görünce de:
---
Çok güzel kadınlardan her zaman koru kendini, böylesi kadınların sahibi çok
olur evlat.
Devamında:
---Ama
ne diyeyim yinede sen bilirsin, yakınlaşsan bile hiç olmazsa abayı yakma, tamam
mı?
Bir
şey diyemedim, belli ki Amir Bey benim bilmediklerimden fazlasını biliyordu, ama
nedense bana daha fazla bir şey söylemedi.
Hava karardığı için şehrin ışıkları altında
içimi kemiren düşünce ve duygularla yola koyuldum. Amir Beyin sözlerini
düşünürken, bir yandan da Mine’nin bana olan bakışları her an karşımda duruyor,
büyülenmiş bir halde ona doğru dayanılmaz bir arzuyla koşuyordum. Ne olurdu Allah’ım,
Amir Beyden öyle şeyler duymamış olsaydım şu an ne kadar rahat olurdum. Karmaşık
duyguların etkisi altında öyle hızlı yol aldım ki, bir ara çok terlediğimi
anlayınca yavaşladım, zaten gelmek üzereydim. Tekrar mendilimle terimi silerken
çevrede kimselerin olup olmadığına bakındım. Çevrede çok az insan vardı ve herkes
kendi işi ile ilgilendiğinden beni gören yok gibiydi.
Evin bahçe kapısını açarak içeriye
süzüldüm. Kapıyı usulca kapatıp eve yöneldim, perde ardından ışık geliyordu, ilerledim,
kapıyı çalarak bekledim, az sonra kapı açıldı. Aman Allah’ım! Şaşkınlıktan
küçük dilimi yutacak bir vaziyette donup kaldım. O ne güzellik öyle… Karşımda
daha önce hiç göremediğim güzellikte bir kadın can alıcı gözlerle bana bakıyor,
ama ne bakışlar! Gözlerinin içine bakarken titremekten kendimi alamadım. Uzun
zamandır etkisinde kaldığım o gözlerle yeniden karşılaşınca, her yanımda buz
gibi bir hava esti. Mine’nin başında yarım bir yazma, saçları omuzlarına
dökülmüş, güzel bir elbise giymiş, göğsü yarım açık, pürüzsüz bir teni vardı. Tarif
edemediğim bir güzellikle karşı karşıya kaldığımı biliyor, yaşadığım anların
şaşkınlığını derinlerde hissediyordum.
---İçeri
gelsene Hikmet…
İliklerime
kadar bir heyecan dalgası yayıldı vücuduma, sesi bile beni bitirmeye yetmişti.
Denileni yapıyorum sadece, ağzım dilim tutulmuştu.
Divana oturdum ancak hala gözlerim ondaydı.
Dayanamadı;
---Ne
o Hikmet niye afalladın, beni çok mu güzel buldun.
Cevap
verememiştim.
---Ne
o dilin mi tutuldu yakışıklı,
Derken
yanıma gelmiş elimi tutmuştu.
---Korkma
seni yemem güzelim,
Dedi.
Heyecanımın doruğa çıktığı anları yaşıyor, şaşkınlığımı gizleyemiyordum. Nasıl
bir duyguydu Allah’ım, erkek olmak nede zormuş, bu kadının karşısında eriyor
gibiydim. Yavaşça yanıma yaklaştı sokuldu iyice, uzandı ve önce yanağımdan sonra
dudaklarımdan öpüverdi. Alev alev olmuş dudakları dudaklarımı sarınca,
dudaklarım kızgın bir demirle dağlanmış bir halde, bu güne kadar tadını bile
bilmediğim bir hazzın farkına varmıştım. Acemi bir delikanlıydım ve bu durumda
ne yapacağımı da bilememenin sıkıntısı ile terden sırılsıklam bir haldeydim. Yanımdan
kalkarken:
---Sen
hele dinlen ceketini çıkar, açsındır. Hemen sana bir sofra hazırlayayım,
Dedi.
Mutfağa doğru gidince de rahatlamış biraz
nefes almıştım. Tekrar terlerimi silerken beyaz tenimin kızardığını anlıyordum
ki yüzüm alev almış yanıyordu. Arkama yaslanarak kendimi rahat bir konuma
bırakırken yeniden düşüncelere daldım. Kısa zaman içinde neler yaşadım, neler
gördüm ve şu an içinden çıkılması zor bir durumdaydım. Hayatım da ilk kez karşılaştığım
böylesi durumlarla nasıl baş edebileceğimi henüz öğrenme imkânım olmamıştı.
Yirmi gün öncesine kadar suçlu olarak içeri
alındığım emniyetten bir kahraman gibi uğurlanmış, insanları tavuk gibi
boğazlayabilecek canavarlar tanımıştım. Şimdi ise hayatımda ilk kez farkına
vardığım hazların, insanı esir alan duyguların altında eziliyordum. Kolay değil
daha on sekiz yaşına bile gelmemiş, hayatın güzel ve çirkin yanlarının insan
üzerindeki etkileri hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan biriydim. Karşılaştığım
insanları dost, düşman diye birbirinden ayırabilecek tecrübeden mahrumdum. Fazla
aydınlık olmayan oda içinde Mine’nin kelebek uçuşunu andıran hareketlerini
ilgiyle izlerken, bir hayli zaman geçmişti ki, Minenin;
---Gel
bakalım aslanım, bakalım yemeklerimi beğenecek misin?
Sözleri
ile kendime gelerek sofraya oturunca, önümdeki sofranın zenginliği ve güzelliği
dikkatimi çekti. Belki de hayatımda gördüğüm en düzenli ve zengin sofraydı. Neler
yoktu ki sofrada, çokça emek verip güzel bir sofra hazırlamış. İyide bütün
bunlar benim için miydi? Henüz yeni tanıdığı ve kendinden epey küçük bir erkeğe
böyle değer vermesinin nedenini beni çok beğenmiş, birlikte olmak istemiş
olabilir miydi? Dul bir kadındı ve farklı
erkeklerle beraber olan biri olmadığı açıktı, öyle olsaydı Amir Bey bana bunu
söylemiş olurdu. O zaman beni bu kadar istemesinin nedeni benden çok etkilenmiş
olması mıydı? Ayrıca bana değer verdiğini gördükçe bunun neresi tehlikeli diye
düşünmekten de kendimi alamamıştım. Dalgın ve garip düşünceler içinde
yemeğimize başladık, oda aç olarak beni beklemiş olmalıydı. Ya çocuğu! O
neredeydi?
---Mine,
İsmail nerede?
---Onu
sen gelmeden doyurup yatırdım. Bu gün çok yoruldu, kolay kolay uyanmaz.
Dedikten
sonra yerinden kalktı mutfağa gitti. Elinde küçük boy rakı şişesi ile geldi,
masaya oturmadan:
---İçmek
istersen koyayım senin için aldım.
İçkiyi
seven biri değildim, merakta etmemiştim, ama şu an içimden içmek gelmişti.
---Bir
bardak koy zahmet olmazsa,
Dedim.
İçkimi koyup tam karşıma oturdu. Hem yiyor hem de oradan buradan konuşuyorduk. Ailemi,
annemi, okulu anlattım. Zaten çok da anlatacak bir şey yoktu, o da kendisinden
bahsetti.
---Yakın
köylerden birinde yaşıyordum ve kalabalık bir ailemiz vardı. Yedi kardeş, dede
nine, bağ bahçe işleri çok. Yetişkin kız olduğumda çevremde dolaşan erkekler
gün geçtikçe artmıştı, fakat gönlüm öyle kolaylıkla birine varamıyordu. Derken
bir gün ilçe pazarına geldiğimde kocamla karşılaştım, yakışıklı biriydi. Beni
beğenmiş ve ardımdan soruşturup köye bile gelip, uzaktan izlemiş, tanışmamızı da
sağlamıştı. Bende onu beğenince, istemesini söyledim. Ailesini gönderip
istediler ama olacak ya! Babam beni köyün ileri gelenlerinden birine vermeyi
düşündüğünden, bir kere olmaz demişti. Bu duruma dayanamayınca ondan beni
kaçırmasını istedim, o da bir gece arkadaşları ile gelerek beni kaçırdı.
Evlendikten sonra buraya yerleştik. Kocam
şofördü ve güzel bir arabası vardı, uzağa gidince annesi gelir, benimle
kalırdı. Kocamı çok seviyordum, mutluydum ve huzurluydum. Fakat bu mutluluğum
uzun sürmedi. İlçenin namlı kabadayılarından biri güzelliğimi duyunca peşime
takıldı, ne yaptıysa benden yüz bulamadı. Kocamın çevresi de kalabalık ve
zengin olduğu için, sonunda peşimi bıraktı, bir süre sonrada doğum yapmış oğlum
olmuştu.
Tekrar mutluluğu yakaladım derken bir gün
kocamın ölüm haberi geldi. İlçe dışında kamyonunun içinde öldürülmüş olarak
bulunduğunu söylediler. Mutluluğa doyamamış, hayallerim yıkılmış tükenmiştim. Yaşayamam
sanıyordum ama oğlum İsmail bana umut oldu, birde kocamın katiline duyduğum kin
ve nefret. Kocamın neden öldürüldüğü, kimin yaptığı bulunamadı.
Fakat sonradan dedikodular aldı yürüdü. Güya
benim bir dostum varmış, kocamı o öldürmüş. Bu nedenle birkaç kere sorguya
alınınca çok üzüldüm ve kocamın yasını bile tutamadım. Burada ki büyük araziler
bana kalınca baba evine dönmek istemedim, burada oğlumla kendime bir hayat
kurdum. Eve kapanmış bağ bahçe işleri ile uğraşmaya başladım. Ta ki seni
tanıyana kadar…
---Kocanı
öldüren her kimse, kim olduğunu hiç tahmin edemedin mi?
---Aklımda
birileri var fakat kime nasıl diyeyim. Ne gören nede duyan var, nasıl olsa bir
gün karşılaşacağız. Kocamın neden öldürüldüğü o zaman daha iyi anlaşılacak çok
uzun sürmez yakında ortaya çıkar.
---Kim,
katil mi?
Diye
ansızın sormuştum.
---Evet
katil, kocamı niye öldürdüğü belli olacak.
---Çok
emin gibi konuşuyorsun.
Sustu
cevap vermedi. Belli ki bu konuda daha fazla konuşmak istemiyordu.
Daha
sonra benim İstanbul’da yaşadıklarım filan derken, bir hayli zaman geçmişti. Aldığım
alkolün etkisi ile daha rahat konuşuyor, rahat hareket ediyordum. Yemek faslı
çoktan bitmiş, içkiden ikinci bardağımı almış yavaşça masadan kalkmıştım. Divana
otururken Mine’de kısa zamanda sofrayı toplayıp yanıma geldi. Yavaşça yanıma
sokuldu, fısıldayarak,
---Seni
istiyorum Hikmet, kaç gündür bu anı bekliyorum.
Ben
böyle durumlarda ne denileceğini ne yapılacağını bilememenin sıkıntısı içinde
sadece izliyor ve dinliyorum. Uzanarak elimdeki bardağı alıp kenara koydu.
Elini dudaklarımda gezdirirken:
---
Çok yakışıklısın Hikmet, çok kadının sende aklı kalmıştır, bilesin. Bir zaman
gelecek seninle olmak isteyen kadınlar etrafında dönecekler. Ama sen benim
olacaksın, sana yangınım delikanlı.
Dedikçe,
ben iyice bocalıyor, olacakları merakla bekliyorum. Bir şeyler olacaktı da ben
ne yapmalıydım acaba. Daha önce hiçbir kadınla olmamıştım, bu halimi anlamış
olacak ki:
---Ben
ilk kadının mı oluyorum senin yoksa?
Zorlukla
evet diyebilmiştim.
---Daha
iyi o zaman sen artık benimsin yakışıklı,
Dedi
ve ardından:
---Ben
az sonra geleceğim sen rahatına bak.