OKU! AKLININ SADAKASINI VER
Öğrencilik beşikten mezara kadar olan bir süreçtir. Sadece ilköğretim, ortaöğretim ve üniversiteden ibaret değildir. Öğrenci, öğrenendir. Dolayısıyla her yaşadığımız anda yeni yeni kavramlar öğrendiğimizden öğrencilik vasfı bize sıkı sıkıya yapışmıştır.

Okuma eylemi, sadece ders kitaplarıyla sınırlı kalmamalı, hayatı, dünyayı velhasıl insanları en iyi şekilde anlamak ve yorumlayabilmek için birçok eserle devam ettirilmelidir. Mensubu olmaktan gurur duyduğumuz İslâm dininde ilk emir, “İkra!”, “Oku!” dur. Bunu bilmemize rağmen sürekli olarak tembellik yapıyor ve okuma noktasında ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Kur’an-ı Kerim’de Zumer sûresinde “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayeti kerimesi geçiyor. Dinimizi, yaşadığımız coğrafyadaki olayları, sürekli birilerinden duyduklarımızla öğreniyoruz. Bu da eksik bilgiyle donatılmamıza neden oluyor.

Kıymetli şair yazar Yavuz Bülent Bâkiler, katıldığı her konferansta, konuşmada, panelde okumamız noktasında uyarılarda bulunuyor. Gazetede yazdığı köşesinde bıkmadan usanmadan bu konuya dem vuruyor. Japonya’da bir kişiye yılda yirmi beş kitap düşerken, Türkiye’de yılda altı kişiye bir kitap düşüyor. Bu çok acı bir tablodur. Ne kadar çok kelime haznesine sahipsek, o kadar geniş düşünür ve daha sağlıklı kararlar alabiliriz. Sürekli olarak aynı kulvarda dönüp dolaşmak bizleri sıkacak, köreltecektir. Buna göre dar bir koridordan geçtiğimizi düşünelim, o mekân bizi sıkacak ve bunaltacak. Oysa koridorumuz genişse ferah bir ortamdan geçerek yolumuza mutlu bir şekilde devam edeceğiz. Okuma eylemi sadece maddi getirileri göz önüne alınarak yapılmamalıdır. Bu tek taraflı değerlendirme eksik ve tutarsızdır. Çünkü okuduklarımız bilinçaltına yerleşecek; bunları iş hayatımızda, aile hayatımızda ve sosyal hayatımızda yeri geldikçe kullanacağız. Dolayısıyla okumayı hayatımızın bir parçası olarak görmek kaçınılmazdır. Artık top ve tüfekle yapılan savaşlar geride kalmış, bilim ve teknoloji savaşları gün yüzüne çıkmıştır. Biz ne kadar okursak, o kadar özgür; ne kadar az okursak da o kadar esaret hayatı yaşamaya mahkûm oluruz.

Sigaraya verilen para ile her aile güzel bir kütüphane kurabilir, burada herkes istediği kitapları alarak okuyabilir. Ayrıca haftada en az bir defa ailecek seçilen kitabı okuyarak, aile içi iletişim de kuvvetlenmiş olur. Kitap ruhu dinlendirir, insanın kendisini muhakeme etmesini sağlar. Yediğimiz yemeklerin yanı sıra ruhumuzun açlığını görmezden gelmek intihar olur. Çünkü insan, düşünen bir akla sahip olduğundan dolayı diğer varlıklar gibi durağan değil, hareketlidir. Yalnız değil, başka insanlarla beraber ve ortak hareket etme zorunluluğu vardır.

Daha özgür, daha sistemli ve başkalarının boyunduruğu altında olmamak için okumak hayatımızın bir gayesi olmalı. Maddi sorunları bahane edenler, henüz okumayı bir ihtiyaç olarak görememiş insanlardır. Çok acı ama bazı okuyan kesimin dahi, insanî gelişimden yoksun olduğunu görmek bizleri yaralamaktadır. Çok basit bir örnek vermek gerekirse, bir iş yerinde çalışan işçi ameliyat olur ve patronu telefon açar. Üç dört gündür evde istirahat halinde olan işçisine “Böyle olmuyor!” der. İnsan sağlığı her şeyden önemliyken, insanî düşüncelerden uzak olan bu zat böyle bir cümle sarf edebiliyor. Sadece okumak yetmez, okuduklarımızı düşünce süzgecinden geçirerek sindirmemiz gerekiyor. Yoksa yüzeysel bir okumanın kimseye faydası olmayacaktır.

Ne kadar bilgili olursa insan, kendine olan güveni o nispette artar, adımlarını emin bir şekilde atar. Nasıl hesap vereceğini bilir. Okuyan insan hayal kurar ve bu hayalini bir gün gerçekleştirir. Çok anımsadığım ve sevdiğim şu sözümü tekrar etmekte fayda var: “Oku! Aklının sadakasını ver.”

Son zamanlarda bazı sosyal paylaşım sitelerinde bir metin dolanıyor. Cahildik, ama mutluyduk diye başlayan ve uzayıp giden bir liste… Evet, yazılanlara bakılınca, kışın sobanın başında oturup kestane pişirmenin hazzı kaloriferli bir evde yaşanmayabilir. Ama bunlar mutlu olmak için tek sebep değildir. Bizim eskiden mutluluğumuzun sebebi de cahillik değildir. Böyle bir şey olamaz da. Eskiden bilgiye ulaşım şimdiye oranla daha sınırlıydı. Kitaplar, dergiler bu kadar yaygın değildi. Köyde yaşam vardı, ama değişen iş olanaklarıyla birlikte neredeyse köylerde yaşam durdu gibi. Hayatımıza giren televizyon ve bilgisayar teknolojisiyle birlikte bazı alışkanlıklarımız değişti. Eskiden mutluyduk, çünkü televizyon olmadığından ailemizle konuşabiliyorduk. Daha sonra aile içi iletişim sıkıntılarının baş göstermesinin ana sebebi bu teknolojilerin çıkması değil, bu teknolojilerin bizi yönetmelerine izin vermemizdir. Dikkat edelim bu hususa, televizyonun kumandası bizde iken, bizim televizyonu yönetmemiz gerekirken televizyon bizi yönetiyorsa orada ciddi bir sıkıntı vardır.

Her gün belli bir saatimizi aile içinde okumaya, sohbet etmeye ayırsak aile içindeki iletişim sorunu ortadan kalkacak ve hayıflandığımız, özlemini çektiğimiz mutluluğu bir nebze olsun yakalayacağımızı düşlüyorum. Yani bizim mutsuzluğumuzun sebebi eskiden cahil olmamız değil, ihmalkârlıklarımızdır. Bunu görmek istemediğimizden dolayı bu tür mesajların ardına saklanıyoruz, diğer bir anlamda kendimizi kandırıyoruz. Böyle avutuyoruz kendimizi ama avutmak yerine küçük şeylerle yine mutluluğumuzu yakalayabiliriz.

Ülkemizde gelir sorunu hepimizin malumu. Asgari ücrete geçinmeye çalışan insanlar var bu da doğru. Ancak nasıl ki bedenimizin maddi ihtiyaçları için gıdaya muhtaç isek, ruhumuzun da ihtiyaçlarını karşılamak durumundayız ve bunu bir gereklilik addetmeliyiz. Okumayan toplum, düşünmez ve dolayısıyla körelir, nefsinin peşinde koşar! Bugün tecavüz vakalarının 18 yaşın altındaki çocuklara kadar düşmesi bizleri biraz düşündürmelidir. Eğer düşündürmüyorsa, bunlar için bir önlem alma gereği hissetmiyorsak, bu tür üzücü hadiselerin Allah korusun bir gün bizi bulmaması işten bile değildir. “Ateş düştüğü yeri yakar.” Bu tür olayların başlarına geldiği bir aileyi düşünürsek ve biraz empati kurarsak sanırım konunun ehemmiyeti daha iyi anlaşılır.

Kitap alma noktasında bizzat yaşadığım bir olayı aktarayım. Birkaç ay önce kitabevinde oturuyordum. Adamın biri geldi ve Yaşar Kemal’in bir romanını istedi kitapçıdan… Kitapçı kitabı bulmaya giderken, adam başladı konuşmaya:

- Devlet bu kitapların parasını ödemiyor!

Bir an durdum, devlet ben değilim ama devleti bireyler oluşturur, devlet tarafından verilen kitaplar ise bizim verdiğimiz vergilerle alınır. Dolayısıyla cevap verme gereği hissettim:

- Devlet, ders kitaplarını veriyor. Diğer kitaplar çocuğun gelişimi için önemlidir. Her kitabı devlet veremez.

- Ama çocuk okumuyor ki!

- Okutacaksınız!

- Okusa bir şey demeyeceğim ama okumuyor.

- Önce siz okuyun, o da okur.

Evet, okuma konusundaki çok ciddi bir konuyu bizzat görmüş olduk böylece: Bir ailede çocukların kitap okuması için o evde ebeveynlerin kitap okuduğunu görmesi lazım. Aksi takdirde kendini savunmaya geçecek ve “Annem babam okumuyor ki benim neyime lazım okumak!” diyebilir.

( Oku Aklının Sadakasını Ver başlıklı yazı Erol AFŞİN tarafından 11.10.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.