Susarak rivayet edilen bir hikâyedir; kadının yılgınlığı ve şairin yüreği üzerine yazılmayı beklenen. Yazıcısını gecenin son üçte birinde çok uykusuz bırakan, satırlar değildir oysa. Yazıcının iki satır arası bulduğu her boşluğu doldurma çabasıdır, boş yere.

Susarak rivayet edilen hikâyelerin en iyi satır aralarından okunduğu bilinciyle yazmak. Yazıcının asıl sancısı budur aslında.

Yazıcının hafızasını her yoklamasında yer yer yakaladığı ancak bir türlü elinde tutamadığı kelimeler gerekiyordu belki de… Yine yaygın rivayetlere göre yenilendikçe hatırlanması zordu her şeyin.

Raviler yanıldı; rivayetler yanlışlandı.

Ebede kalmayacağı bile bile yazılır yaşananlar; yaşanacakların ezelde yazıldığına inanarak...

***

‘Ömrümüz tepeden tırnağa siyahlar kuşanmış, neylersin…’

Gençti şair bunu söylerken. Cümlenin sonu gelmeden, birden yaşlanma olasılığı hesaba katılmadan söylenen mısralardan biriydi, öylesine söylenmemiş. Hesaba sığdıramadığı sözlerini kitaba sığdırabilme hevesindeydi şair. Hep bu hevesle hiç düşünmeden söyledi sözlerini. Düşünmek hesap demekti; hesaba çekilmeyecekmiş gibi söyledi mısralarını. Bu yüzden hep içine doğru yaşlandı genç şair.

Diğerlerine göre kısa olan bir ömür içinde, genç şairin şahadet ettiği her ne varsa anlatılmaya değerdi. Karşısında çok çaresiz kalınan acılardı, olup olanlar. Tevekkülle başlayan her aşkın kusursuz bir acıyla tartılması kaçınılmazdı oysa. Kusursuz acılarla kaderin terazisinde değeri ölçülen her aşk, karşılığı beklenmeyecek fedakârlıklar gerektirir çoğu zaman. Ve bazen bedeli bir ömür olması gerekir, karşılığı beklenmeden verilecek olan… Genç şair sözle siyahlar kuşandırırken ömrüne, bilir miydi bütün bunları? Şüphesiz içe doğru kelimeler bulmak lazımdı, anlatmak için; ömrün hâkim rengi siyahsa eğer. Ve daha çok içine doğru sevmek lazımdı, anlatılanı anlayabilmek için…

‘Habil’in kurbanı gibi adıyorum ömrümü, kabul olsun…’

Beyaz, yüksek taşlar üzerine çıkarak okunan şiirlerden değildi genç şairin mısraları. Dillere ve kulaklara değmiş değildi. Yine de yüreğindeki en yüksek taşın üzerine tırmanarak okuyordu şiirlerini… Dokunulmamışlığıyla beyazken içinde sakladığı mısralar; yüreğindeki tırmandığı en yüksek taşın rengi siyahtı şüphesiz. İbrahim Nebi’nin öfkeyle yontulmuş putları devirmesi gibi bir devrim yeşeriyordu gönlünde. Genç şair öyle umutlanadursun ve çok zaman bu umutlarla avunadursun; yüreğindeki taş siyah olduğundan mıdır nedir, bakmakla görmek aynı olmadığından mıdır bilinmez; Kâbe’si putlardan biri zannedildi şairin. Gecenin karanlığa kan sağıldığı bir saatte hoyrat ellerle yıkıldı. Oysa İbrahim Peygamber’in ellerini özlüyordu genç şair. Elleri İbrahimi dualarda asılı kaldı öylece; kimseler görmedi. İsmail gibi uzattı boynunu bir bıçağın keskin yüzüne doğru. Tevekkülle başlamıştı her şey ve öylece devam etti. Hem Habil’di, hem Habil’in kurbanıydı artık genç şair. Ve aşka helal kıldığı kendi kanına tutulacaktı muhakkak. Habil kardeşi Kabil’den kanının hesabını soracakken; şair ‘neden’ diye soramadı bile. Bir ‘Huuuuuu’ koptu, Kâbe’si yıkılan kalbinden; kendi içine doğru…

***

Bir ölüm girdi araya. Adanan kurbanlığın kanı toprağa düşmedi de; annelerin beyaz ellerini yitirdi çocuklar. Annenin elleri kan revan içinde kaldı bir gece rüyamda. Taze baharın yalın sarhoşluğu çökmüşken omuzlarıma; bir dergâhtan ayrılmanın hüznüyle, karanlığa boyun büktü karanfiller. ‘Habil’in kurbanına selam olsun’ diyerek, kurban edilesi çıplak başı üzerine bir örtü çekti şair. Bir dergâhtan ayrılmanın, bir anneden kopmanın, ihtimalleri sıkıntılı da olsa bir aşkı yitirmenin hüznüyle; varlıkta bıraktı saçlarını, o gecenin sabahında ve yokluğa düştü kalanı.

Tepeden tırnağa siyahlar kuşandı.

Gençti. İhtiyarladı.

Şair anlatmak istedikçe anladı ki; bazı kelimeler hiçbir anlama gelmiyordu.

Geriye mısraların suskunluğu kaldı.

( Anne Ölümlerinin Ardından başlıklı yazı Mümin Munis tarafından 28.11.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.