Okunma ihtimali zor satırlar arasında, eskimiş eskitilmiş bir resmin arkasına, ki resimde saçları iri kıvrımlı, iri ela gözlü, yüzünde hüzün ve elleri önünde birleşmiş ince, üstünde çiçeklerle donanan bir elbise; kadın resimde işte öyle ve resmin arkasında hala aynı tek satır, okunma ihtimali olmayan bu satırlar arasına yazdığım; ‘Sen kim bilir, nerdesin?’

Çok belalı geçmiş bir yaz mevsiminin serinliğidir çünkü adamın kalbindeki. Yazılacak monologlar içinde en çok gençliğini atlamış ve her türlü yazım kuralını çiğneye gelmiş. İmla hatalarında kadının adını çokça zikrettiğinden midir nedir; bir türlü nokta koyamamış cümlenin gidişine, anlatımı bozuk bir aşkın gramerini kurgulamak için çırpınmış ve yanılmış ölesiye. Ve hal böyleyken, hiç kimsenin konuşmadığı o dilde seven adam, belayı görmezden gelerek yazmış, o çok eski fotoğrafın arkasına, okunma ihtimali zayıf bir satır olarak; ‘Sen kim bilir, nerdesin?’

Kadın neden sonradan anlar, zamana dair yazılan her ne varsa. Taş kitabeler, papirüsler ve belki kutsal levhalar, kriptekslere saklı ceylan derileri üzerine yazılan yazılar. Zamana dair her ne varsa işte yazılan. Kaybedilmesi sanki an meselesiymiş de bilmem kaç asırdır kalbinin tam ortasında duruyormuş aşk şiirleri, herhangi bir şairin. Söylenecek o kadar çok şey varken, yazmak da nereden çıktı. Nefes silinir bir an içinde, kâhinler sana yalan söyledi şair, yazılar silinmez diye. Yine de kadının anladığı o değildir; adamın yazarken sayıkladığı çılgınca; ‘Sen şimdi kim bilir neredesin?’

Beyaz sütunlar dikmek miydi hüner, hemen her gördüğün mermer üzerine alnını parçalarcasına sükûtla secde etmek miydi? Ruj lekesi dudakları kaldıramazken kutsal sözleri, kadın hangi adı sayıklar gecenin üçünde. Ben beyaz sütunlu bir dergâhın arka bahçesinde, saçlarımı kazırken. Sen çıplak omuzlarını saçlarınla mı örttün yine; şimdi bu mu hüner? Ojesi dökülmüş tırnakların bu bin senelik yüzümü kanatacak. Bu hüner mi olacak? Beyaz sütunlar arasında kan kırmızısına bulanmış beyaz yüzüm; bu yüzden tek bir tüy yoktur yüzümde. Bakma öyle yüzüme; zira yüzüm kalmadı bakılacak, sayende. Bırak beni gideyim diyorum. Kulağımda gümüşten beyaz bir küpe. Sözlerim sana kalsın; dinle, hep dinle ama söyleme sakın. Kutsal olandan başka bir şey söylemedim. ‘Sen şimdi kim bilir, neredesin?’

Adamın başını alıp alıp gidişleri vardır artık. Artık bozulmayan bozkır yasaları vardır mizacında adamın. Kadının sığınağı bir deniz kıyısı şehridir. Adam toprağa sığınır, kadın suya… Suyun dibinin toprak, toprağın altının ıslak olduğunu bile bile; birbirlerinden uzak dururlar. Toprağa ve suya şarkılar söylenir; ıslak dudaklardan, çatlak dudaklardan. Yine de kıyası olmasın diye bir paragraf içinde, adamla kadının; adam bir deli derviş, kadın durduğu yerde dursun; adam illa gidermiş. Neyin hikâyesi anlatılırsa böyle ayrı ayrı. Adamın yazdıkları hep aşk değildir ya; kim bilir kaç kişi incinecek. Yine de kadının pembe dudakları arasında bir sözcüktür gizlediği. Söylendikçe söylenegelen hani, bir başkasının dudaklarında şekil bulduğu halde, nefes nefes; nefesinden usanmış, nefsinden usanmış bir dervişin eliyle kaydedilmiş; ‘Sen şimdi kim bilir, neredesin?’

Yazının bittiği yerde mi konuşacaksın yine! Kime, ne anlatacaksın? Ben olmayacağım yanında. Yazdığım her neyse, senin sustuğun; kardır yanıma. Söylediklerini zaten işitemedim hiçbir zaman, notunu düşüyorum bu aşkın; kutsaldır ki, sen sakın söyleme;

‘Ben neredeydim, kim bilir?’


(21.ocak.2bin10)
( Çapraz Yazılan Satırlar başlıklı yazı Mümin Munis tarafından 26.01.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.