1944 Milliyetçilik Olayları ve 3 Mayıs Türkçüler Günü


Milliyetçilik, tüm dünya milletleri arasında geçen mücadelede, sosyal yapıdaki en büyük silah ve güç olma özelliğini korurken Türk milliyetçileri bu duruşu ile 3 Mayıs 1944 günü resmi devlet yetkilileri tarafından her türlü işkence ve zulümle yargılanmışlardır.
Kendi vatanında, Türk milletine olan bağlılıklarını en açık ve berrak şekilde ifade eden insanlar maalesef bu sevginin bedelini en ağır şekilde ödemişlerdir.
Fakat Türk milletini emperyalizmin her çeşidinden korumak için varlıklarını, her yönü ile ortaya sunan Türkçülerin verdikleri mücadele bugün net bir şekilde anlaşılmaktadır. Dün Türkçüleri, Türk milliyetçilerini en ağır şekilde eleştirenler, şimdilerde ise onlara hak vermenin mecburiyetini yaşamaktadırlar.
3 Mayıs 1944; Türk milliyetçiliğinin kendini aksiyon ve muhteva olarak ortaya koyduğu dönüm noktasıdır. Dönemin iktidar sürecini elinde tutanların gayr-ı milli unsurlara kendi eliyle hayat hakkı tanıması karşısında, Türk milletine kara sevdalı Türkçüler tarafından haykırışın en sert ve anlamlı günüdür.
3 Mayıs, Türk milliyetçilerine zindanlarda acımasızlığı yaşatanların karşısında "Çileler bizim rütbemizdir" diyerek, her türlü olumsuzluk ve zorluk karşısında Türk milletine en derin sevginin tüm dünyaya ilan edildiği gündür.
3 Mayıs, Türk'ün değer yargılarını, bizi biz yapan değerleri savunanları hapislere, tabutluklara hapsederek, beyinlerinin körleştiğini ispat edenlerin Türk milliyetçileri tarafından tescillendiği gündür.
3 Mayıs, Atatürk'ün Türk milliyetçiliği ölçüsünde geliştirdiği devlet politikasına,onun ölümünden sonra, dinamit koymak isteyenlerin, dinamitlerinin elinde patlatıldığı gündür.
“3 Mayıs”ta Neler Oldu?
1942 yılında ülkemizin başbakanı olan Şükrü Saraçoğlu, Türkçü bir yönetici olarak tanınmaktadır. Bu durumunu meclis konuşmalarında sık sık dile getirmektedir.
Başbakan Saraçoğlu 5 Ağustos 1942'de TBMM'de yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
"Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız."[1]
Lakin aynı dönemlerde devlet kadrolarına tescillenmiş solcular atanmaktadır. MEB’e getirilen Hasan Ali Yücel, “komünist” olduğunu çekinmeden söyleyen arkadaş gurubunu da bakanlığının kadrolarına ve üniversitelere atıyordu.
Türk milletinin kızıl dalgadan etkilenmesi ve yurtta komünizmin bir tehlike olarak yandaşlar toplaması, Nihal Atsız‘ı ve onun gibi düşünen bütün Türkçüleri komünizm karşısında bir şeyler yapma konusunda düşündürüyordu.
Bu dönemde yayımlanan “Bozkurt“, “Orhun” ve “Çınaraltı” gibi dergilerle Türkçü konularda yazılar yazan Atsız, komünizmin etkisinde kalan uyuşuk beyinlerce bir “tehdit” olarak algılanıyordu.
Eski komünistlerden İ. Hakkı Baltacıoğlu fikrinin yanlışlığını anlayıp özüne döndükten sonra Eminönü Halkevinde konferans verirken, salonu dolduran solcu gençler konferansı proveke ederler. Olaylar çıkarırlar.
Devletin her tarafına komünist kadroların yerleştirilmekte olduğu gören Nihal Atsız, devrin başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na, iki “Açık Mektup” kaleme alır, Orhun Dergisi'nin 1 Mart 1944 ve 1 Nisan 1944 tarihli sayılarında başbakan ve devlet yetkililerini uyarmak için yayınlar.
Mektupta Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel‘in emriyle komünist yazılar içeren dergilerin okullara dağıtıldığını ve o sıralarda hapishanede yatan Nazım Hikmet‘e de gizli yollardan para gönderildiğini yazar.
Şikayet edilenlerin içinde -daha sonra Bulgaristan'a kaçarken öldürülen- Sabahattin Ali de vardır.
Türk Milletine yazılan açık mektup MEB başındaki Hasan Ali Yücel’i telaşlandırır. Rahmetli Atsız Hoca böylece, Devletin içine girerek, beynine hükmetmeye çalışan virüsleri ve amaçlarını Türk halkına ifşa eder. Kaygılarını ”… Üniversitede devlet parasıyla okuyan talebeler yanlış yoldalar. Demek ki koynumuzda yılan besliyoruz. Sinsi zehirli yılanlar, bekledikleri yerlerden yemleri geldiği zaman devleti arkadan vuracaklar. Kızıl sabahı Türkiye’ye getirmek isteyen yabancı ordulara ajanlık yapacaklar…”şeklinde açıkça dile getirir.
Devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile o günlerin Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay'ın teşviki ile Sabahattin Ali tarafından Atsız mahkemeye verilir.
26 Nisan 1944'te Ankara'da başlayan ilk mahkemeye üniversite gençliği büyük ilgi gösterir, salon hınca hınç doldurulur. Bu yoğun kalabalık ve tezahürat karşısında Mahkeme heyetinin içeriye pencerelerden girebildiği söylenir.
Nihal Atsız Mahkeme Heyetine: "Sabahattin Ali'den sorulsun, hıyanetini ispat edelim mi? Buna razı mı?" diye sorar. Sabahattin Ali ise buna cevap verememiştir. Duruşma, 3 Mayıs 1944 gününe ertelenir.

3 Mayıs 1944 Tarihli gösteriler ve “Turancılık” davası…

Tarihte 3 Mayıs 1944 Olayları adıyla anılan olaylar, Nihal Atsız'ın, hakkında açılan dava için Ankara'ya geldiği sırada başlamıştır. Bu tarihte gençlik komünizm aleyhine bir gösteri düzenler ve beraberinde Nihal Atsız'a sevgilerini belirtirler.
Mahkeme salonuna giremeyen gençler Ulus Meydanı'na doğru yürüyüşe geçmişler, burada milli marşlar söylemiş ve komünizm aleyhinde sloganlar atmışlardır[2].
Kafile, Ulus Meydanı'ndan sonra Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüşmek istemişse de bunda başarılı olamamış, milliyetçi gençlerin gösterileri hükümet tarafından şiddetle önlenmiştir.
Bu gösterilerde tutuklanan üniversiteli gençlerin sayısı 165 olarak tespit edilmiştir[3].
Bu gösteriye kadar Türkiye'de yapılan bütün nümayişlerde hep hükümetin parmağı bulunmuştu. Alpaslan Türkeş olaylarla ilgili olarak şunları söylüyor:
"Bunlar Milli Şef ve onun gözde Milli Eğitim Bakanına nasıl gösteri yapabiliyorlardı? O zamana kadar Milli Şef'in müsaade etmediği hiçbir gösteri yapılamazdı. Demokrasi, Eşitlik, Hürriyet, Gençlik... Bütün bunlar Türkiye'nin 1944 iktidarında hep palavradır. Halkın alkışları, gençlikten çıkacak "yaşa" naraları kayıtsız şartsız İnönü'nün tekelinde kalmalıdır."[4]
Atsız, 3 Mayıs 1944'te mahkeme salonunda savunmasını verirken adliye binasının içi ve dışı binlerce bozkurtla dolmuştur. Aynı anda Türkçülerin bu denli bir gövde gösterisi yaptığı dönemde onların gücünü kırabilmek adına, mahkeme çevresinde toplanan ve “Yaşasın Atsız, kahrolsun komünizm!” diye bağıran Türkçü gençler, şiddetle gözaltına alınmış ve gözaltında bulunan yaklaşık 165 genç öldüresiye dövülmüştür. Tek suçları vatanlarını ve Türklüklerini sevmeleri olan bu gençlere, görülmemiş işkenceler uygulanmıştır. Öyle işkenceler yapılmıştır ki, gözaltındaki genç Türkçülerin kafaları yarılmış, her yeri moraran gençlerin üstü başı kan içinde kalmış, kolları ve kaburgaları kırılmıştır. Bu kargaşada Atsız da tutuklanarak “tabutluklara” gönderilmiştir.
3 Mayıs'ta bir araya gelen ve gösterilere yapan gençler birer birer tespit edilip toplanır ve tutuklanır. Milli Şef'in emriyle saldıranlara zerre kadar merhamet tanımamışlardır. Milliyetçi gençler kıyasıya dövülür. Nihal Atsız da aynı gün duruşmadan çıktıktan sonra polis tarafından gözaltına alınır.
Bir insanın bile içinde oturamayacağı, sadece bir tabutun sığacağı kadar küçük odacıklardan oluşan bir çeşit “hücre” olan tabutluklarda, Nihal Atsız 2-3 gün aç bırakılmış ve çeşitli işkencelere maruz bırakılmıştır.
Alpaslan Türkeş konuyla ilgili olarak şunları yazıyor:"3 Mayıs günü heyecanla sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları yarıldı, gözleri patladı. Bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı."[5]

Nihal Atsız’ın Kaleminden 3 Mayıs..

“3 Mayıs 1944… 3 Mayıs Türkçülüğün tarihinde bir dönüm noktası oldu. O, zamana kadar yalnız duygu ve düşünce olan, ebedî ve ilmî sınırları pek de aşmayan Türkçülük, 1944 yılının 3 Mayısında birden bire hareket oluverdi.
Ali Suaviler, Süleyman Paşalar, Mehmet Eminler, Ziya Gökalplar, Rıza Nurlar yalnız duygu, düşünce, iş Türkçüsü idiler. Hareket Türkçüsü olmamışlardı. Çırağan baskını Türkçü Ali Suavi’nin siyasî bir hareketiydi. Bunun Türkçülükle ilgisi yoktu. Sıhhiye Vekili ( Sağlık Bakanı) olduğu zaman gayrî Türkleri atarak yerine Türkleri yerleştiren Rıza Nur, fiilî Türkçülük yapıyordu. Fakat bu da hareket değildi.
Türkçülükte ilk hareketi, 3 Mayıs 1944 Çarşamba günü, Ankara’daki birkaç bin meçhul Türk genci yaptı. Bu bakımdan Türkçülük tarihinde onların hususî bir şerefi vardır.
Bundan sonra 3 Mayıs Türkçülerin günüdür. O’na bir bayram diyemeyeceğiz. Çünkü yıllarla süren büyük ızdırabımız o gün başlamıştır. O’na bir matem demek de kabil değildir. Çünkü bunca sıkıntıların arasında bize büyük bir imtihan vermek, yürekliyle yüreksizi er meydanında denemek, yahşı ile yamanı ayırmak fırsatını vermiştir. O güne kadar tehlikelerden gafil bir çocuk toyluğu ile yürüyen Türkçülük 3 Mayıs’ta gafletten ayılmış, maskelerin arkasındaki iğrenç yüzleri görmüş, can düşmanlarını tanımış, dost sandığı hainleri ayırt etmiş, hayalin yumuşak bulutlarından gerçeğin sert topraklarına düşmüştür.
Böyle sağlam bir sonuca varmak için çekilen bunca sıkıntılar boşa gitmiş sayılmaz. Bundan dolayı biz 3 Mayıs’a “Türkçülerin günü “deyip çıkıyoruz.
HOŞLANMAYANLAR onu benimsemesin. Yalnız kendilerine benzeyenler, yani Türk’e benzemeyenler onu yadırgasın. Biz 3 Mayıs’ı sevmekte devam edeceğiz. Türkçülük, tek sandığı düşmanına karşı 3 Mayıs hareketini yaparken onun çift olduğunu acı bir deneme ile öğrendi.
Bu millî hareketin zaferinden korkan Türkçülük düşmanları, Türkçüler ortaçağı andıran vahşetlerle hapse atılır ve aleyhlerinde türlü yayınlar yapılırken, onları tartışmaya çağırmak garabetini de gösterdiler. Tarih bunu bağışlamayacak ve Türkçülerin günü olan 3 Mayıs, bir gün Türklerin günü olunca onlar tarihin büyük mahkemesinde lâyık oldukları akıbete uğrayacaklardır.
TÜRKÇÜLER! Toplu veya yalnız, her yerde 3 Mayıs’ı analım. Analım ve Kür Şad’ın hâtırasını yüceltelim...
NE mümkün zulm ile bîdâd ile imhayı hürriyet,
Çalış, idrâki kaldır muktedirsen âdemiyyetten!”
Hüseyin Nihal Atsız (KÜRŞAD, 1964, Sayı.2)
Esasında 3 Mayıs olayları, II. Dünya Savaşı'nın seyri ile alakalıdır ve dönemin hükümetinin Almanlara karşı üstünlük kuran Ruslara Türkçüleri feda ederek bir siyasi rüşvet vermesi olayıdır.

19 MAYIS NUTKINDA TURANCILIK SUÇLAMASI…

Gösterilerin ardından tutuklanan onlarca gencin ailesi yaklaşan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'ndan umutludur. Gençlik Bayramı'nda bir yığın masum gencin, bayramı zindanlarda geçirmesine milli şefin gönlü razı olmayacağını sananlar çoktur. Öyle umulur ki İnönü, 19 Mayıs'ın neşesini bozmak istemeyerek ve bir emirle zindanların kapılarını açtıracak ,manasız bir sebeple tutuklanmış aydın gençleri hürriyete iade edecektir.
Milli Şef, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, gençleri ve ailelerini sevindirmek şöyle dursun, bilakis Ankara Stadyumu'nda, 19 Mayıs günü Gençlik ve Spor Bayramı nutkunda Irkçılık ve Turancılık iddiaları hakkındaki görüşünü bütün açıklığı ile ortaya koyarak, milliyetçileri hayal kırıklığına uğratan bir konuşma yapar. Milli şef, henüz tahkikat safhasında bulunan olay ile Türkçüler ve milliyetçiler aleyhine çok ağır ithamlarda bulunur . Bu konuşmanın tam metni şu şekildedir;

İsmet Paşa'nın 19 Mayıs Nutku
"Türk milliyetçisiyiz, fakat memleketimizde ırkçılık prensibinin düşmanıyız. Memleketimizde politika garezleri için uydurulan ırkçılık önderlerinin çok acıklı faciaları hatıralarımızda canlıdır. l9l2 senelerinde Rumeli'de tutunmak için tırnaklarıyla kayalara yapışarak son gayretlerini sarf eden Türk erlerine Arnavut Priştineli Hasan ve Derviş Hima ile beraber arkadan hücum tertipleyenlerin Türk ırkçı politikacısı olduğu, Büyük Millet Meclisinde ispat olunmuştur. "Politika icabı" diye tefsir etmekten en ufak bir güçlük çekmeyen bu adamlar, sözlerine inanıp daha büyük bir felakete uğradığımız zaman gene "Politika İcabıdır" diyerek yeni bir fesat prensibi yaratmakta geri kalmayacaklardır.
Köy Enstitülerinde, her çeşit okullarımızda, müesseselerimizde, ordumuzda müşterek vatanın ülkülerini Türk çocuklarına, eşit adalet ve şefkat hisleriyle vermeye çalışıyoruz. Onları büyük cumhuriyet potasında kaynatıp meydana Türk vatanseveri çıkarmaya uğraşıyoruz. Vatandaşlarım emin olabilirler ki muvaffakiyetlerimiz esaslıdır ve gelecek zamanda daha göz alıcı olacaktır.
Türk milliyetçiliği içinde vatan çocuklarının temiz ülkülü ve vatan fikirli olarak birbirine dayanan sağlam bir millet olması, erişilmez ve yanlış bir hayal değildir. Bunun doğru bir fikir ve erişilir bir hedef olduğunu,elle tutulur ve gözle görülür neticeleriyle tamamıyla alıyoruz. Şimdi insaf ediniz. Türk vatandaşı yetiştirmek için bütün iyi şartlan özünde toplamış olan bu feyizli yolu bırakır da ,ırkçıların milleti bin bir parçaya ayıracak fesatlı ve nifaklı zehirlerine cemiyeti kaptırır mıyız?
Turancılık fikri, yine son zamanların zararlı ve hastalıklı gösterisidir. Bu bakımdan cumhuriyeti iyi anlamak lazımdır. Milli kurtuluş sona erdiği gün,yalnız Sovyetlerle dostluk ve bütün komşularımız eski düşmanlıklarının bütün hatıralarını canlı olarak zihinlerinde tutuyorlardı. Herkesin kafasında, biraz derman bulursak sergüzeşti, saldırıcı bir siyasete kendimizi kaptıracağımız fikri yaşıyordu.
Cumhuriyet kuvvetli bir medeniyet yaşayışının şartlarından bir esaslısını, milletler ailesi içinde bir emniyet havasının mevcut olmasında görmüştür. İmparatorluktan son zamanlarda ayrılmış olan komşularıyla da iyi ve samimi komşuluk şartlarının temin edilmiş olmasını, milletin saadeti için lüzumlu saymıştır.

Görülüyor ki, milli politikamız memleket dışında sergüzeşt aramak zihniyetinden tamamen uzaktır. Asıl mühim olan da bunun bir zaruret politikası değil, bir anlayış ve bir inanış politikası olmasıdır. Ancak bu inanışa vardıktan sonradır ki, etrafımızda bulunan milletleri daha yakından tanımak imkanlarını bulduk. Nereden zarar gelir ve nereden zarar gelmez, bunu ayırt etmek için zihinlerimizde ayarlı ölçüler hasıl oldu. İçerde milletin hayrı ve saadeti için çalışma ve dışarıya karşı milletin emniyet ve müdafaası için lazım olan tedbirler,salim ölçülerle gözümüzün önünde belirdi. Ve nihayet asırlar ve asırlar süren köklü düşmanlıklar yerine, yirmi sene gibi kısa bir müddette hürmet ve itimat duygularının uyanmasına imkan verdi.
Turancılar, Türk milletini bütün komşularıyla onulmaz bir surette derhal düşman yapmak için birebir tılsımı bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine Türk milletinin mukadderatını kaptırmamak için elbette Cumhuriyetin, bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar, genç çocukları ve saf vatandaşları aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve daha çok aldanacaklardır.
Şimdi vatandaşlarımdan iki suale zihinlerinde cevap bulmalarını isteyeceğim : Irkçılar ve Turancılar gizli tertipler ve teşkillere başvurmuşlardır. Niçin ? Kandaşları arasında gizli fesat tertipleriyle fikirleri memlekette yürür mü ? Hele doğudan, batıdan ülkeler gizli Turan cemiyetiyle zapt olunur mu ? Bunlar o şeylerdir ki, ancak devletin kanunları ve esas teşkilatı ayak altına alındıktan sonra başlanabilir. Şu halde yaldızlı fikirler perdesi altında doğrudan doğruya Cumhuriyet'in, Büyük Millet Meclisinin mevcudiyeti aleyhinde teşebbüsler karşısındayız. Tertipçiler, on yaşında çocuklarımızdan bize kadar derece derece, perde perde hepimizi aldatmak iddiasındadırlar.
Vatandaşlarıma ikinci sualimi soruyorum : Dünya olaylarının bugünkü durumunda Türkiye'nin ırkçı ve Turancı olması lazım geldiğini iddia edenler, hangi millete faydalı, kimlerin maksadına yararlıdırlar ? Türk milletine yalnız bela ve felaket getirecek olan bu fikirleri yürütmek isteyenlerin Türk milletine hiçbir hizmetleri olamayacağı muhakkaktır. Bu hareketlerden yalnız yabancılar faydalanabilirler. Fesatçılar, yabancılara bilerek mi hizmet ediyorlar? Yabancılar, fesatçıları idare edecek kadar yakından münasebette midirler? Bunları hüküm olarak kestirmek bugün mümkün değildir. Ama yabancıya hizmet kasti ve yabancının ilişiği hiçbir zaman meydana çıkmasa dahi hareketlerin, Türk milletine, Türk vatanına zararlı olması ve bunlardan yalnız yabancıların faydalanmış olması söz götürmez bir hakikattir.
Vatandaşlarım! Emin olabilirsiniz ki vatanımızı bu yeni fesatlara karşı da kudretle müdafaa edeceğiz....

19 Mayıs Nutku Alman cephesinde hızla ilerleyen Ruslara karşı bir söz rüşveti olarak nitelendirilmiştir. Bu meşhur nutuktan sonra her meslekten ve her sahadan kimseler, yıldırıcı, ezici ceberrutlukla sanki Türkiye'nin her yeri sıkıyönetim bölgesiymiş gibi , rasgele emrivakilerle, ceket gömlek İstanbul'a sıkıyönetim komutanlığı emrine teslim edilmiştir . Özellikle 47 kişi hakkında rapor hazırlanır. 3 Mayıs dava dosyasının başında yer alan bu kişiler 1 numaralı Sıkıyönetim mahkemesine gönderilir. Aslında bu kişilerin hiçbir zaman kafatası ölçtüğü, kaç göbek soy sop aradığı görülmemiştir.




İsmet İnönü'nün nutkundan sonra tutuklanan insanların suçlandığı temel fikirleri şöylece özetlemek mümkündür;

* TBMM tayin suretiyle doldurulmuştur, hür seçim yoktur. * Cumhuriyet lafta kalmıştır, idare şekli diktatörlüktür. *CHP istismar ve istibdatla memleketi idare etmektedir. * Halk sefalet içindedir.
* Suiistimal, sefahat, israf, rüşvet, soygunculuk gittikçe gelişmektedir. * Milliyetçilik ve Türkçülük hareketlerine tamamen muhalif bir yola sapılmıştır. * Türkiye'de İslam düşmanlığı ilerlemiştir.
* Türk milletinin istikbali tehlikeye düşmek üzeredir .
Görüldüğü gibi aslında bunlar çok partili hayatın hakim olduğu dönemlerde tabii görülen fikirlerdir. Bu fikirlerin oluşması İnönü devrinin dikta rejimi olup olmadığı sorusunu akıllara getirmiş, bu konuyu tartışmaya açmıştır.
Bu davada Alparslan Türkeş ise "yalnız Türk soyundan gelenler yaşamalıdır" biçimindeki sözlerinden dolayı yargılanır.

Basın ve Turancılık Davası

İsmet İnönü'nün 19 Mayıs Nutku'ndan sonra basın ve radyo milli şefin ve iktidarının ithamlarına ,sözlerine bin bir delil ve gerekçe bulmak gibi bir vazifeden dolayı kendilerini sorumlu hissetmişlerdir. İsmet İnönü'nün açıklamalarından sonra Milliyetçilik aleyhine yapılan neşriyat artmış, Orhun dergisine abone olanlar, bu dergide bir tek yazıları çıkmış olanlar, Nihal Atsız'a sokakta bir defa selam vermiş olanlar dahi basının da etkisiyle tutuklanmışlardır.Vatan gazetesi ve Ulus gazetesinde yazan F.Rıfkı Atay'ın yazılarını esas alarak 3 Mayıs 1944 gösterisini Romanya'nın başına Milli tarihlerinin en büyük felaketini getiren Gardistlere benzetmiş ve bu nümayişe katılan gençlerin aslında aldatılmış olduklarını iddia etmiştir . Aynı gazete daha sonraki günlerde Turancılık-Türkçülük fikriyle ilgili görüşlerini beyan etmeye devam etmiş, kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır. Gazete yine F. Rıfkı Atay'ın yazısını esas alarak; "Türkiye'yi içinden dağıtıp tahrik etmek için gökten bir bela ısmarlansa ırkçılıktan beteri Türkiye'ye inemez.

İkinci bir bela ısmarlansa İslam ittihatçılığı ham hayalinin yerine Turancılık ütopyasını geçirmekten alası bulunamaz tarzındaki ifadelere yer vermiştir. Vakit gazetesinin başyazarı Asım Us da Türkçülük fikrini ırkçılık olarak ele almış, bu fikrin nifak için üretildiğini ve hatta yabancıların bu fikri ileri sürdüğünü iddia etmiştir . Yine aynı başyazar dönemin Türkçülük fikirlerinin Atatürk ile bağdaşmadığını, Turancılık fikrinin ise siyasi istiklallerini kaybetmiş olan Türkler için manevi bir teselli olabileceğini yazmıştır . Asım Us, 1944 Davası'nın gençliği uyandıracağını iddia etmiş, milli şefin nutkuna da aynen katıldığını belirtmiştir .

Cumhuriyet gazetesi, Turancılık ile ilgili fikirlerini Nadir Nadi'nin kaleminden, milli şefin nutkundan sonra ifade etmiş ve milli şefin nutkunu "Türk vicdanının gür sesi" şeklinde yorumlamıştır .
Ulus Gazetesi ise hükümet yanlısı bir politika takip etmekteydi. Diğer gazeteler Ulus gazetesinin güçlü kalemi F. Rıfkı Atay'ın yazılarından devamlı alıntı yapmıştır. F. Rıfkı Atay ırkçılığı iç harp, Turancılığı dış harp kabul etmiş ve ırkçılığın ve Turancılığın herhangi bir halka ile dışarıya bağlanan tarafını cinayet olarak yorumlamıştır .


Ulus gazetesi Türkçülük fikrine duyduğu tepkiyi Hasan Ali Yücel'in ağzından şu şekilde ifade eder :
"Bunlar, mekteplere kötü bir suyun delik bulup sızması nev'inden sızmışlardır... Bunlar okul içine sokulmadığı gibi, memleket içine de sokmamak zorunda olduğumuz mahzurlu fikirlerdir .
Tanin gazetesi ırkçılık, Türkçülük, milliyetçilik fikirlerini aynı potada değerlendirerek bu tür fikirleri savunanların aslında gerçek amaçlarının bu olmadığını zira din ile ırkçılık fikirlerinin asla yan yana gelmeyeceğini başyazarı H. Cahit Yalçın'ın kalemiyle ifade eder .
Yine Tanin'de H. Cahit Yalçın, Türkçülük fikrinin sadece çalışmakla geçerliliğinin olacağını ifade etmiş , bir başka yazısında bu fikrin "Yurtta sulh, cihanda sulh" prensibi ile uyuşmadığını iddia etmiştir. Hatta hedef gösterircesine Türk gençliğini istismar edenler olarak Nihal Atsız, R Oğuz Türkkan, Z. Velidi Togan, Hasan Cansever'in isimlerini açıklamıştır . H Cahid Yalçın, daha sonraki yazılarında üslübunu sertleştirerek Turancılık davasında Nazilerin rolünün olduğunu ortaya atarak, Turancılığı "halis bir Nazi öksesi" olarak yorumlama gafletinde dahi bulunmuştur.

3 Mayıs tarihli gösterilerin ve 19 Mayıs Nutku'nun ardından toplanan milliyetçilerin davası, İstanbul 1 numaralı Örfi İdare mahkemesinde görüşülmeye başlanmıştır. Davada toplam 23 sanık yargılanmıştır.

İstanbul Tophane Askeri Hapishane'sinde bulunan asker sanıklar;
1-Hasan Ferit Cansever, Dr. yüzbaşı
2-Fethi Tevetoğlu, Dr. üsteğmen
3-Alparslan Türkeş , Piyade üsteğmen
4-Nurullah Barıman , Piyade teğmen
5-Zeki Özgür(Sofuoğlu), Topçu asteğmen,
6-Fazıl Hisarcıklı, Ulaştırma asteğmen

Aynı cezaevinde bulunan sivil sanıklar;
7-Nihal Atsız, Edebiyat Öğretmeni
8-Hüseyin Namık Orkun, Tarih Öğretmeni
9-Nejdet Sancar, Balıkesir Lisesi Edebiyat Öğretmeni
10-Saim Bayrak, Temyiz Mahkemesi Evrak Memuru
11-İsmet Rasin Tümtürk, İstanbul Belediyesi Murakıbı
12-Cihat Savaşfer, Y.mühendis Mektebi Öğrencisi
13-Muzaffer Eriş, " " "
14-Fehiman Altan , " " "
15-Yusuf Kadıgil, Lise Öğrencisi
16-Cebbar Şenel, Adana Adliyesi'nde Hakim Adayı

Sansaryan Han'da bulunan Emniyet Müdürlüğü hücrelerinde bulunan sivil sanıklar ;
17-Zeki Velidi Togan, Türk Tarihi Profesörü
18-Orhan Şaik Gökyay, Ankara Konservatuarı Direktörü
19-Hikmet Tanyu, İçişleri Bakanlığında Memur
20-Reha Oğuz Türkkan, İ.ü. Doktora Öğrencisi
21-Hamza Sadi Özbek, Aydın Maliye Tahsilat Şefi
22-Cemal Oğuz Öcal, Gazi Eğitim Enstitüsü Öğrencisi
23-Said Bilgiç, Ankara Adliyesi'nde Hakim Adayı
Aynı davadan sanık olarak Mehmet Külahlıoğlu ve Osman Yüksel Serdengeçti de bir süre tutuklu kalmışlardır ..

Alparslan Türkeş Tabutluklarda..

Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, o yılki 19 Mayıs bayramında, büyük bir “hainlik” vesikası olarak tarihe geçecek bir konuşmada bulunmuş, Atsız ve arkadaşlarını çok ağır bir dille yermiştir. Bunun üzerine yurtta Türkçü düşünceye sahip olan herkes tutuklanmış ve hatta yolda Atsız‘a selam verenler bile sorguya çekilir duruma gelmiştir.
Atsız‘ın evinde yapılan bir aramada o dönemde Üsteğmen olarak görev yapan Alparslan Türkeş‘in Atsız‘a gönderdiği mektup ve yazıları çıkınca, Türkeş de gözaltına alınmış, önce Tophane’deki Askeri Cezaevi’ne, daha sonra da “Türkçü - Turancı” olduğunu itiraf etmesi için o da tabutluklara kapatılmıştır. Aynı dönemde Reha Oğuz Türkkan, Hüseyin Namık Orkun, Zeki Velidi Togan gibi 23 Türkçü de çok çeşitli işkencelere maruz bırakılmıştır.
1944 Olayı sanıklarından Alparslan Türkeş, İsmet Paşa'nın 19 Mayıs Nutku'ndan birkaç gün sonra görev yeri olan Balıkesir- Erdek'te gözaltına alınmıştı. Gözaltına alma sırasında bölük odası ve evi aranmış, daha sonra İstanbul Merkez Komutanlığına götürülerek 13 Haziran 1944 günü Askeri Tutuk ve Cezaevi'nin hücresine kapatılmıştır. Burada beş ay tutuklu kalan Türkeş, rahatsızlığı sebebiyle Haydarpaşa Askeri Hastanesi'ne nakledildi ve bir ay süreyle tedavi gördü. Daha sonra sıkıyönetim komutanlığının baskısıyla hastaneden alınarak tekrar Tophane'deki hücresine konuldu. Hücreye döndükten birkaç gün sonra Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han'a götürülerek sorgulanmaya başlandı.
Yakın tarihimize "Tabutluklar" adı ile geçen, tavanlarında beş yüzer mumluk ampullerin yandığı işkence odalarına kapatıldı. Dönemin Emniyet Müdürü Ahmet Demir ve Savcı Kazım Alöç tarafından Nihal Atsız'a yazmış olduğu mektuplar yüzünden sorguya çekildi. Hükümeti devirmek amacıyla ihtilal hazırlığı yapmakla suçlandı.
Suçlamaları kabul etmeyen Türkeş'in sorgulama sırasındaki ifadeleri ibret vericidir. Türkeş anılarında konuyu şöyle izah etmektedir: "Biz, milliyetçiyiz. Biz bütün Türklerin, dünyada yaşayan Türklerin mutlu olmasını istiyoruz, esaretten kurtulmasını istiyoruz. Yani bu fikir, eğer Turancılıksa; bu fikri taşıyoruz. Biz komünizme karşıyız. Komünizm ideolojisi, beğenmediğimiz bir siyasi ve iktisadi görüştür. Biz milliyetçi yazılar yazmayı, memlekete hizmet kabul ettik. Onun için, Orkun dergisine yazı gönderdim. Nihal Atsız Bey'le zaman zaman memleket meseleleri üzerine mektuplaştık."
Alpaslan Türkeş, anılarında kendisine yapılan işkenceler hususunda ise şunları söylemektedir: "Acımasızca parmaklarımdan birini yakalayıp, tırnağımı çektiler. Aslında, ben o görevlilere acıyordum. Yönetim, bizi faşistlikle suçluyor ama tüm faşizan yöntemleri kendileri kullanıyordu. İçimden bu da geçer yahu, diyordum. Memurların gözü bir şey görmüyordu" .
Dava 9 Mayıs’a ertelenir. Atsız tevkif edilir. Ülke çapında Türkçülere eziyet edilip tutuklamalar başlatılır. Zeki Velidi Togan, Fethi Tevetoğlu, Necdet Sançar ve büyük dava adamı Alparslan Türkeş tutuklanır.

7 eylül 1944 günü yapılan duruşmada tutuklanıp işkenceye maruz kalan 23 Türk Milliyetçisi “Gizli teşkilat kurma, düzeni bozmak, ihtilal hazırlığı yapmak..v.b. “ bahaneleri ile yargı önüne çıkarılırlar.
” Irkçılık Turancılık” adı verilen dava 65 oturum devam eder. Mahkeme 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanır. Rahmetli Nihal Atsız 6,5 yıl hapse mahkum olur.
“1944 Irkçılık-Turancılık Davası,
7 Eylül 1944'te başlayan ve 29 Mart 1945'e kadar süren, Türk siyasetinde önde gelen 23 ismin Irkçılık-Turancılık suçlamasıyla yargılandığı sürecin adıdır.
Toplam 65 oturum süren dava, Türk siyasi tarihi içerisinde büyük önem arz etmiştir. Yargılama sonucunda Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Cihat Savaş Fer, Nurullah Barıman, Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sançar, Cebbar Şenel ve Cemal Oğuz Öcal çeşitli cezalara çarptırıldılar.
Turancılık davası, 7 Eylül 1944 günü başladı. Duruşma açıldığında, sıkıyönetim komutanlığının son tahkikat kararı, Savcı Kazım Alöç tarafından okundu. Kararın başlangıcında yer alan "vatana ihanetleri sabit olanlar..." ibaresi sanıkları daha yargılamadan suçlu ilan ediyordu.
Esasında bu üslup, İsmet Paşa'nın 19 Mayıs Nutku'nun bir taklidinden başka bir şey değildi.
Muhakeme sırasında Türkçüler kendilerine yapılan işkencelerden bahsetmişler, “rasizm”i (ırkçılık) “raşitizm” (çocuk hastalığı) olarak telaffuz eden savcı sanıkların ifadelerini mahkeme zabıtlarına geçirtmemiş, itirazları yapanlar ya azarlanmış ya da dışarı atılmıştır.
Türk ülkesinde, Türk mahkemelerinde, suçları Türkçülük olanları cezalandırabilmek için çok değişik oyunlar oynanmıştır.
İşkence iddialarıyla ilgili olarak Savcı Kazım Alöç'ün şu ifadeleri işkencelerin yapıldığını doğrular mahiyettedir :
"Biz bunları huzurunuza vatan hainleri, caniler ve katiller olarak getirdik. Bunları Pera Palas Oteli'nde yatıracak değildik. Onlar müstahak oldukları muameleyi görmüşlerdir. Elbette onlara her nevi zulüm yapılmış ve yapılacaktır".
Muhakeme sırasında Alparslan Türkeş ile Mahkeme başkanı arasında cereyan "Türk Birliği" konusundaki tartışma sırasında Türkeş'in geleceğe matuf şu ifade ve tespitleri oldukça dikkat çekicidir;
" ..Mesela, 1917'de olduğu gibi 1965'te veya 1990'da da Rusya'da bir ihtilal zuhur edebilir. O zamana kadar Türkiye harb endüstrisi bakımından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur ve Türkiye'nin de yardımı ile bu birliğe doğru yürünebilir..."
1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde, 7 Eylül 1944 ile 29 Mart 1945 tarihleri arasında 65 oturum devam eden yargılama sonunda milliyetçiler muhtelif hapis ve sürgün cezalarına mahkum olmuşlardır. Davada 13 sanık beraat etti. On sanık ise on yıla kadar çeşitli hapis cezaları aldılar. 148. maddeye muhalefet ile yargılanan Alparslan Türkeş ise 9 ay 10 gün hapse mahkum olmuştur.
Verilen bu karar temyiz edilmiş ve Askeri Temyiz Mahkemesi, bu mahkumiyet kararlarını esastan ve usulden bozarak 23 milliyetçinin telgraf ile 26 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmelerini sağlamıştır. Bilahare davaya 2 nolu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde devam edilmiş ve neticede milliyetçilerin hepsi 31 Mart 1947 tarihinde beraat etmişlerdir.
Okunması dört saat süren beraat kararında kanuni, fiili ve vicdani unsurların geniş bir şekilde tahlile tabi tutulduğu görülmektedir. Kararda, o günlerde komünizm faaliyetlerinin artmaya başlaması, Sabahattin Ali'nin Nihal Atsız aleyhine dava açması gibi sebeplerle heyecanlanan gençliğin komünistlere karşı duyulan kin ve nefreti izhar etmek istediği anlatılıyor: "Bu nümayiş, milli bir ideolojinin milli olmayan bir ideolojiye karşı ifadesinden ibarettir" deniliyordu. Ancak bu kararı veren Ali Fuat Erden, Tümgeneral Kemal Alkan ve Tümgeneral İsmail Berkok hemen tayin edilmişlerdir.
1944 yılı olayları ile ilgili olarak neticede şunlar söylenebilir;
Türkiye'de, kemalist milliyetçilik anlayışından farklı bir milliyetçilik anlayışının yeniden baş göstermeye başlaması 30'lu yıllara tesadüf eder. Bu yeni milliyetçilik anlayışı Türk ırkının tarihi sembollerine ve kan birliğine önem vermektedir.
Bu tarz bir anlayış, faaliyetlerinin ve yayınlarının kısıtlı olmasına karşın daha açık ve şiddetli olarak 1939'da gündeme getirilmiştir.
Atatürk'ün vefatından sonra kuvvetlenen ve yön değiştiren "tek parti", "tek şef", "tek millet" gibi kavramlar, yeni bir anlayışa izin verecek türde değildi. Dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu'nun Meclis konuşmasıyla başlayan süreç ve gelişmeler, Nihal Atsız'ın mektuplarıyla devam etmiş, 3 Mayıs 1944 tarihli milliyetçilerin gösterisi ile sona ermiştir.
İsmet İnönü'nün 19 Mayıs Nutku ile yeni çehreye bürünen ve çok farklı, maksatlı bir bakış açısıyla "Turancılık Davası"na dönüşen hadiseler, Cumhuriyet dönemi Türk siyasi tarihinde önemli bir nirengi noktası olmuştur.
İsmet İnönü için olayların ilk ve önemli ismi durumunda olan Atsız, davanın Türkçülüğü yıkmayıp güçlendirdiğini, ancak İsmet İnönü'nün yıkıldığını söylemektedir.
3 Mayıs N. Atsız'a göre "Türkçülüğün gafletten ayrılışı can düşmanlarını tanıdığı dost sandığı hainleri ayırdığı" gündür.
Nejdet Sancar'a göre "en hain düşman komünizme dikilme" günüdür. Bütün bu tepkiler ve yorumlar içinde ele aldığımız 1944 Türkçülük Davası aslında devlet politikası içinde incelenmelidir.
Devletler, politikaları gereği zaman zaman milliyetçi akımları el altında tutmuş, desteklemiş ve hatta kullanmıştır. 1944 yılında bu tür bir davanın başlaması Rusya'nın baskıları ile yakından alakalıdır. Rusya karşısında tutunabilmek için aradığı desteği bulamayan Türk hükümeti, Alman karşıtı olduğunu göstermek için fırsat kollamıştır.
İşte... Aranan bu fırsat Nihal Atsız'ın mektupları ile yakalanmıştır.

19 Mayıs Nutku ile olayların büyümesine sebep olan İsmet İnönü'nün asıl amacı, bütün dünyanın dikkatini Türkçülerin ve Turancıların nasıl ezildiklerine çekmek ve dış politikadaki çelişkili uygulamalarından dolayı ortaya çıkan hatalarını örtbas etme gayretinden ibarettir.
İnönü'nün 1944 olayı karşısındaki tavrı ve sertliği ile Rusya'ya şirin görünebilme çabası içerisindeyken, Rus yetkililerinin Türkçülerin ve Turancıların yargılanmalarını maskaraca bir oyun olarak görmeleri dönemin siyasi iktidarı adına büyük bir gaftır.
Bu olay milliyetçilerin mağdur olmasıyla sonuçlanmış ancak bu mağduriyet milliyetçilere darbe olmamış, bilakis güçlendirmiş ve Türk milliyetçilerine "Kurtuluş Günü" adıyla bilinen, manası, prensipleri ve amacı belirli bir ülkü haline gelen kutlu bir gün kazandırmıştır.
3 Mayıs'ın ilk yıldönümü 1945 senesinde o sıralarda Tophane'deki Askeri Cezaevinde tutuklu bulunan bir avuç Türkçü tarafından örtüsüz bir masa etrafında yapılan bir toplantı ile anılmış, daha sonraki yıllarda ise çeşitli törenlerle kutlanmıştır. 3 Mayıs'ın mağdurlarından Alparslan Türkeş'te bu tarihin "Türkçüler Günü" veya “Milliyetçiler Günü” adıyla kutlanmasını bizzat sağlamış ve bu geleneği hayatı boyunca devam ettirmiştir.
Davanın Sonucu :
Dava, İstanbul 1 Numaralı Örfi İdare (Sıkıyönetim) Mahkemesinde görüşülmeye başlanmıştır. 65 oturum süren davada toplam 23 sanık yargılanmıştır. Davadan 13 sanık beraat etmiş. Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Cihat Savaş Fer, Nurullah Barıman, Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sançar, Cebbar Şenel ve Cemal Oğuz Öcal gibi sanıklar da 26 Ekim 1945'e kadar tutuklu kalmışlardır.
Temyiz edilen karar daha sonra 2 numaralı sıkıyönetim mahkemesince bozulur. Böylece Atsız 1,5 yıl tutuklu kaldıktan sonra 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilir. Nihal Atsız Hoca, Askeri Temyiz Bozma kararında şu şekilde ifade verir.

“ KİMSEDEN HAKSIZ YERE BİR ŞEY TALEP ETMİYORUZ. ATALARIMIZDAN KALAN MİRASIN MEFAHİRİMİZİN GÖMÜLÜ OLDUĞU TOPRAKLARIN BİZİM OLMASI ÜLKÜSÜNÜ KALBİMİZDE TAŞIYORUZ. ORALARI UNUTMAMAK İSTİYORUZ.
BEN BUNLARI ŞAHSIM İÇİN İSTEMİYORUM. ORALARDA ÇİFTLİK VEYA APARTMAN YAPACAK DEĞİLİM. MİLLETİM İÇİN DÜŞÜNDÜĞÜM HAKLARDAN DOLAYI KİMSE BANA VATAN HAİNİ DİYEMEZ. BU ÇİRKEF İFTİRAYI İADE ETMEYE DE TENEZZÜL ETMİYORUM. KİMİN HAİN, KİMİN VATANPERVER OLDUĞUNU TARİH TAYİN EDECEKTİR. HATTA ETMİŞTİR BİLE. “
3 Mayıs'ın ilk yıldönümü 1945 senesinde o sıralarda Tophane'deki Askeri Cezaevinde tutuklu bulunan bir avuç Türkçü tarafından örtüsüz bir masa etrafında yapılan bir toplantı ile anılmış, daha sonraki yıllarda ise çeşitli törenlerle kutlanmış ve Türk milliyetçilerinin bir geleneği olmuştur.

3 Mayıs daha sonraki yıllarda rahmetli Atsız’ın da arzusu doğrultusunda 1954 yılından itibaren TÜRKÇÜLER GÜNÜ olarak kutlanmaya başlanır.

Bizler, geleceğimize ışık tutan liderlerimizi bir taraftan rahmet ve şükranla anarken, diğer taraftan da onların inançları, idealleri uğruna çektiği çileleri unutmamalıyız. Geçmişimizden ibret alarak gelecekte karşılaşabileceğimiz zorluklara, hıyanetlere hazırlıklı olmalıyız.
Kaynaklar :
1. TBMM, Zabit Cerideleri, Devre 6, Cilt 27, s.24-25 2. Orhun,27 Nisan 1951, Sayı: 30
3. Orhun,4 Mayıs 1951, Sayı:31 4. Alpaslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, İstanbul, 1992, s.39
5. Hulusi Turgut, Türkeş'in Anıları-Şahinlerin Dansı, İstanbul, 1995, s.40
* Irkçılık - Turancılık, Türk İnklâp Enstitüsü, 1944.
* Mustafa Müftüoğlu, Çankaya'da Kâbus - 3 Mayıs 1944, Fatih Gençlik Vakfı, 1974.
* Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, Türk Federasyonu, Frankfurt.
* Reha Oğuz Türkkan, Tabutluktan Gurbete, 3.baskı, 1988.
* İlhan E. Darendelioğlu, Türk Milliyetçiliği Tarihinde Büyük Kavga, Burak Yayınevi, 1994.



Eğitimde Birlik Derneği Balıkesir Temsilcisi Yusuf Akgül'ün, 4 Mayıs 2010 günü
Balıkesir Türk Ocağında vereceği konferansın Konuşma Metni...
( 1944 Milliyetçilik Olayları Ve 3 Mayıs Türkçüler Günü başlıklı yazı Yusuf Akgül tarafından 3.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.