Zamanlı zamansız düşünürüm zamanı, var mıdır diye…

 

Bilim insanları zaman hakkında şunları aktarıyor; farz edelim bir adem oğlu/kızı ışık hızından daha hızlı hareket edebilen bir uzay aracına bindi ve bu uzay aracı uzaklara gitmek üzere hareket etti. Bu adem oğlu/kızı dünyaya geri döndüğünde, kendisini henüz uzay aracına henüz binmemişken görebilir. Bu gerçek matematiksel olarak hesaplandı. Peki, bu formülün hesaplanması ne anlama geliyor dersiniz? Zaman bir hareket değil, içinde hareket edilen bir alandır.

 

Ben bir bilim insanı olmadığım için bu bahsettiğimi elbette tam olarak anlamadım. Dolayısıyla kafamda soru işaretleri belirdi. Mesela diyelim ki bu yolculuk gerçekleşti ve diyelim ki ben döndüğümde kendimle karşılaştım. Bu nasıl olabilir? Hani madde yoktan var olamaz ve varken yok edilemezdi. Evrende yalnızca bir tane ben olduğuna göre bu ikinci ben nerden geldi? Beni oluşturan atomlar ve moleküller nasıl oldu da çoğaldı? Benim gibi bir cahil için bitmez tükenmez bu sorular. Cevap verecek birisiyle yüz yüze görüşmek isterdim elbette. Ama daha sorun çözülmedi sevgili okurlar. İşin başlangıcına gidersek tanımlamalarda yanlışlıklar olduğu görebiliriz. Yani zaman dediğimiz kavram nasıl ortaya çıktı? Dünyanın güneşin etrafındaki bir turu, güneşin dünya etrafındaki bir turu, ayın hareketleri, dünya ile güneş arasındaki açının değişmesi gibi olaylar zamanı ölçme çabalarımızda temel taşlar oldu. Bu hareketler aracılığıyla zaman dilimlerini oluşturduk. Fakat ortada bir sorun vardı; her dört yılda bir gün artıyordu. Biz buna artık zaman dedik. Peki, zaman problemini çömüş müydük? Elbette hayır. Aslında bizim zaman diye yaptığımız şey; uzay içindeki hareketleri ölçmekten başka bir şey değildi. Yani günlük hayatta kullandığımız tabirle zaman geçmiyor, yalnızca uzaydaki nesneler kendi statik alanları içerisinde hareket ediyordu. Bu tabiri düzeltmek gerekirse; zaman geçmiyor, bizler zamanın içinde ilerliyoruz.

 

Albert Einstein (belki de Einstein kadar ünlü olmayan ya da Einstein’in akademik koşullarına sahip olmayan başka birileri) bunu herkesten önce gördü. Zamanın bir alan, zihinsel bir inşa olduğunu anladı. Madem evren durmadan genişliyordu, o zaman; zaman ölçerken kullandığımız dünya gezegeni ve güneşte gittikçe birbirlerinden uzaklaşacak ve mesafeler artacaktı. Böylelikle zamanın 60 dakika, 24 saat, 7 gün, 30 gün, 1 yıl gibi terimleri sabit kalsa da toplamda artışlar olacak. Şimdi eğer zaman hareket etmiyorsa, eğer bizler zamanın içinde hareket ediyorsak diye düşündü Einstein, zaman içinde muhakkak bir hareket hızımız olmalı. Öyleyse zamanı değiştirmek için bizler bu hızı değiştirmeliyiz. Bu durumda ışıktan daha hızlı hareket eden uzay gemisiyle yolculuk edip dünyaya döndüğümüzde neden kendimizle karşılaştığımızı anladınız mı? Örnekleri çeşitlendirecek olursak; henüz dünyadaki biz zamanın içinde 30km/s hızla hareket ederken, biz ışıktan hızlı uzay aracımızla zamanın içinde 90 km/s hızla hareket edeceğiz. Böylelikle zaman içinde daha hızlı hareket etmiş olacağız. Eğer zaman bir alansa hızımızı ve yönümüzü ayarlayabilirsek zamanın istediğimiz yerine gidebiliriz. Tüm bunları anlamak için zamanın bir alan olduğunu kanıksamak gerekli elbette. Einstein ve diğer bilim insanları evrenin dokusunda katlar olduğuna inanıyorlardı. Eğer bu doğruysa evrenin bir ucundan diğerine bu katları kullanarak bir anda gidebiliriz.

 

Peki, tüm bu bilgiler ışığında ne ortaya çıkıyor? Aslında bizim düşündüğümüz gibi bir geçmiş ya da bir gelecek yok. Hepimiz, tüm yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız şimdinin içinde. O yüzden şimdinin kıymetini bilmeliyiz. Duygularımızı ve işlerimizi yarına bırakmamalıyız asla, çünkü yarın asla olmayacak. Geçmiş için üzülmemeliyiz asla, pişmanlık duymamalıyız çünkü geçmiş hiç olmadı. Elbette bunlar teorik bilgiler, pratikte yaşadığımız gündelik dünya yanlış zaman bilgileri üzerine kurulmuş. Gündelik yaşantımızda dünler ve yarınlar var. Dünyada yaklaşık yedi milyar insan buna inanıyor (inandırılmış). Ekonomik sistemlerimiz bunun üzerine kurulmuş. Zamanı nasıl değerlendireceğimiz bile başkaları tarafından belirlenmiş. Ne kadar da köleyiz öyle değil mi? Kendimizi özgür hissetmemiz için yaptığımız her davranış bizleri biraz daha köleleştiriyor. (Elbette bu başka bir yazının konusu.)

 

Fizik ilminin açıkladığı bu zaman kavramının dışında ve ötesinde zihnimizin yorumladığı ve her derdin ilacı olan başka bir zamanda mevcut elbette. Bazı duygu ve isteklerimizi biz o zamana bırakırız, zamanla alışırız, zamansız gideriz, zamanla severiz. Tam zamanını bilmek isteriz. Zihnimizin oluşturduğu zaman kavramı hafızamızla ve algılarımızla yakından ilgilidir. Çünkü zamanla unuturuz sevdiğimizi, zamanla derinleşir yaralarımız ve zamanla silikleşir varlığımız.

 

( Zaman Üzerine başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 3.01.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.