Pesimist Sineğin Düşü
Şu
an farkına vardım ki yazılarımda ele aldığım konular genellikle; ayrılık, ölüm,
aşk acısı, terkedilmişlik, ötekileştirilmişlik, yalnızlık, ıssızlık,
karşılıksız sevgi, depresyon, nefret, kin, savaşlar, kavgalar ve geçim derdi
gibi karamsar konular. Sevgi, neşe, aşk, mutluluk, esenlik, iyilik, dostluk,
huzur, barış, birleşme gibi olumlu ve umut dolu konuları tercih etmediğimi fark
ettim. Bu acı verici farkındalığın ardından kendi kendimi sorgulamaya başladım.
Gerçekleştirdiğim özeleştirinin temel sorusu şuydu; Acaba ben pesimist bir
insan mıyım?
Montaigne’nin
meşhur Denemeler isimli eserinde birebir yazamasam da şu an şöyle bahsediyor bu
durumdan; “Bazı insanlar sineklere benzer. Nasıl ki sinekler pürüzsüz
yüzeylerde tutunamazlarsa, bazı insanlarda hüzün ve karamsarlık olmadan
yaşayamazlar.” Durdum ve düşündüm; acaba bende bir sinek miydim? Kocaman bir karasinek,
hani herkesin tiksindiği, siyah kılları olan ve uçtuğunda etrafa rahatsız edici
bir vızıltı yayılan. Evet, ironi içeren bir durum olacak ama bu his benim
kendimi daha da kötü hissetmeme neden oldu. Yoksa ben başka türlü yaşamasını
beceremiyor muydum? Sonra düşündüm bu konu üzerine. Zira benim ömrümün büyük
bir bölümü düşünmekle geçer.
Ben bu düşünme
durumunun bir lanet olduğuna inanıyorum. Düşünmeden geçen bir saniyem bile
oluyor desem sanırım yalan söylemiş olmam. En azından bilinçli haldeyken
böyleyim. Yani uykudayken de düşünüyor muyum bir şeyleri bilemiyorum. Ama
uyanıkken devamlı suretle zihnimde bir şeyler oluyor. Yürürken, otururken, yemek
yerken, bir şeyler izlerken, kitap okurken, konuşurken ve hatta gülerken. Belki
de bu yüzden yazmak bana bir tür terapi seansı gibi geliyordur. Yazarken
zihnimdekileri boşaltabiliyorum çünkü ve yazdıktan sonra zihnimi hafiflemiş
hissediyorum. Aksi halde kafamda çok büyük bir yorgunluk hissediyorum. Hatta bazen
felç olmuş gibi oluyorum. İşte o zaman gerekli ya da gereksiz yazmak kurtarıyor
beni. Bu yüzden çoğu gezilerde yanıma bir defter ve kalem alırım. Çünkü
bilgisayara ulaşma imkânını özellikle gezilerimde bulamıyorum.
Asıl mevzumuza
dönecek olursak; neden ben hep karamsar konular üzerinde yazılar yazıyordum?
Yoksa iflah olmaz bir karamsar mıydım ve hatta kötümser birisi miydim? Şöyle
bir zihin süzgecinden geçirdim kendimi ve yaşadıklarımı. Ardından böyle birisi
olmadığım sonucuna vardım. Ben karamsar değildim ve her gerçekleşen hadisenin
arkasında kötü bir şeyler arıyor da değildim. Hatta budalalık seviyesinde bir
olumlu bakış açım vardı hayata ve insanlara. Çok çabuk güvenip, çok çabuk
inanıyordum insanlara ve dahası güvenmek için deliller arıyordum. Ayrıca kin
tutmuyor, çabuk unutuyordum. İnsanlara ikinci ve hatta üçüncü, dördüncü şanlar
veriyor, çabuk affediyordum. Her zaman iyi bir şeyler olacağına inanıyor, en
kötü durumda bile iyiye dair bir umut taşıyordum içimde. Tam da meşhur yazar Dostoyevski’nin
bahsettiği türde bir budalalığa sahiptim. Peki, neden kaynaklanıyordu bu
yazılardaki karamsarlık?
Öncelikle bunun
nedeni yaşadıklarımdan kaynaklanıyordu. Kolay hazmedilir şeyler yaşamadığımı
fark ettim. Yaşadıklarımı elbette çoğu insan yaşamıştır ve yaşamaktadır. Hatta
daha beterleri içinde yaşayan insanlar da mevcuttur. Kendimi bulunmaz inci
tanesi gibi göstermek gibi bir kaygım olmadı hiçbir zaman. Çok özel ya da çok
ulaşılmaz şeyler yaşadığımı da düşünmüyorum. İnsanlarda böyle bir eğilim vardır
çünkü yaşadıklarını yalnızca kendilerinin yaşadıklarını düşünürler. Ben böyle
bir düşüncenin yanlış bir düşünce olduğunu seneler önce anladım. Evet, her
insan kendince değerlidir ama diğerleriyle kıyas yapmamalıdır. Kıyas yaptığı
anda kıyas yapılanlardan birinin değeri otomatik olarak düşer. Velhasıl-ı kelam
hoş şeyler yaşamadım. Yazılarımın konularının karamsar duygular içermesi
yaşamımın karamsar anılardan oluşuyor olmasından kaynaklanıyor. Elbette ben
tercih etmedim bu durumu. Kimse nerede ve ne şekilde doğacağını seçemiyor netice
itibarıyla.
Bir de şöyle bir
durum var ki durumu daha enteresan bir boyuta taşıyor; eğer yukarıda
bahsettiğim, Dostoyevski’nin bahsettiği tarzda ve şekilde bir budalalığa
sahipseniz insanlar bu budalalığınızı içgüdüsel bir biçimde hissedip sizin iyi
olmamanız, iyi hissetmemeniz için uğraşıyorlar. Bu davranışın denklemini henüz
çözebilmiş değilim ama tespit edebiliyorum. Şöyle ki bir insan kötü ise o
insanın ıslahı için diğer insanlar el ele verip çaba sarf ediyorlar ve bundan
kesinlikle gocunmuyorlar. Ama kötü bir durum içindeki iyi insanı içinde
bulunduğu kötü durumdan kurtarmak için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Hatta
kötü durum içindeki o iyi insanın yardım çığlıklarına kulaklarını tıkıyorlar ve
yardım için uzanan ellerini geri itiyorlar. Çok enteresan ve çok saçma temeller
üzerine inşa edilmiş bir insan davranışı. Bu saçma davranışın temelinde
öncelikle menfaat müessesesi bulunuyor elbette ardından kıskançlık, fesatlık
şeklinde birçok hissiyatı sayabiliriz rahatlıkla. Ama çoğu zaman insanlar bu
durumu içgüdüsel olarak sergiliyorlar. Yani
bu durumu örneklerle çeşitlendirebilirim, üstelik kendi deneyimlerimle
yapabilirim bunu.
Kısa ömrüm çeşitli
mücadelelerle geçti. Bu mücadeleler içerisinde en çetin olanı elbette geçim
derdidir. Hemen hemen herkesin de başındadır bu dert. Aslında insanlığın lanetidir
bu. Atamız ve babamız Adem cennette anamız Havva ile yaşarken bir hata yaptılar
ve yasak olan bir şey yaptılar. Yaratıcı her türlü nimetten kolayca
faydalanabileceklerini ancak bir ağaçtan ve o ağacın meyvelerinden uzak durmalarını
kendilerine emretti. Ancak çeşitli nedenlerle bu yasak atalarımız tarafından
çiğnendi. Ceza olarak ise cennetten çıkarılıp dünyaya gönderildiler. Dünyaya
gönderilirken de cezaları kendilerine bildirildi. Aynı kelimelerle aktaramam
şuan ama babamız Adem çalışmakla cezalandırıldı. Eski Ahit olarak bilinen semavi kitapta da
özellikle bahsedilir bu konudan; hiçbir nimete çalışmadan ulaşamayacaksın,
çalışmadan karnın doymayacak diye. İşte bu geçim derdi hadisesi atamız ve ilk
insan Adem’den mirastır bize. Bu konuda daha fazla yazmak isterdim ama asıl
konumuzun dağılacağı endişesiyle bu kadar yazıyorum şimdilik. Hatta semavi
dinlerin ödül olarak insanlara sunduğu cennet senaryosunda da en büyük ödül
zahmetsiz nimettir dikkat ederseniz.
Bende bu hayatta
payıma düşeni yaşadım geçim derdi hususunda. Burada aile çok önemlidir. Zira
babanız, dedeniz size hazır kurulu bir iş miras bırakmışlarsa o miras üzerinden
alır yürürsünüz. Bakın sıkıntı çekmezsiniz demiyorum, var olan üzerinden devam
edersiniz diyorum. Ama hiçbir şey yoksa daha fazla çabalamanız gerekir. Daha
fazla çabalamak daha fazla çalışmayı gerektirir ve daha fazla çalışmak daha
fazla ceza demektir yukarıda bahsettiğim hesaba göre. Ben her zaman çok
çabalayan tarafta oldum. Dedemden ya da babamdan bana miras kalan devam
ettireceğim bir iş yoktu. Hatta miras olarak ev, arsa, tarla, bahçe, para gibi
metalarda yoktu. Dedem ve babam yaşamları boyunca kendi karınlarını zor
doyurmuş kimselerdi. Onların yaşam mücadelesi de benim kadar çetindir belki de
bilemiyorum. İşte bu yaşam mücadelesi içinde çeşit çeşit insan ve çeşit çeşit
insan davranışı vardır. Kimisi kötü niyetlidir. Her şeyi ve herkesi boş verip
zaten kötü durumdayım, şartlara uyum gösterip illegal yollara sapayım diye
düşünür. Yani aklınıza ne gelirse; kumar, hırsızlık, sahtekârlık, alkolizm,
madde bağımlılığı, Vandalizm ve daha bir çok yaşama biçimini tercih eder.
Çevremde bu tür tercihlerde bulunmuş pek çok insan tanıdım. Kimisi de içindeki
iyiliğe kulak verip legal olan yolu tercih etmek ister. Çalışır, emek verir,
ter döker, çaba sarf eder, insanları kırmak istemez, incitmek istemez; içinde
bulunduğu kötü durumu aşmak için çalışır da çalışır. Ama toplum ilk örnekteki
kişiye tüm kaynaklarını harcarken ikinci örnekteki kişiye dönüp bakmaz bile. Kötüyü
ıslah etmek için o kadar çok çaba sarf eder ki iyi olanı kötü durumun
içerisinden çıkarmak için enerjisi ve kaynağı yokmuş gibi davranır. Bu durumu
çok yaşamış birisi olarak söylüyorum bunu. Hatta çoğu zaman iyi olmaktan
vazgeçip bende kötü olayım diye çok geçirdim içimden. Ama fıtrat işte
değişmiyor. Ama kıyıya vuran denizyıldızlarını kimse önemsemiyor, herkes
köpekbalıklarının peşinde.
Velhasıl-ı kelam
yazılarımda hep karamsar ve kötümser konuları tercih etmememin nedenlerinden
ikinci hiç kuşkusuz insanların iyi şeyleri talep etmiyor olmasıdır. İnsanlar
neşelerini ve sevinçlerini değil, öfke ve hüzünlerini paylaşan şair ve
yazarları tercih ediyorlar. Yani ödül almış romanlara, şiirlere, denemelere,
tiyatrolara, sinema filmlerine, televizyon dizilerine bir bakın. Hepsi bir
trajedinin üzerine kurulmuştur. Demek ki insanlar hüzün, öfke, nefret, intikam,
çile, savaş, kavga, hırs gibi hisleri okumak istiyorlar. Durum böyle olunca bende yazılarımda daha
ziyade bu konulara değindim. Zaten yabancısı olduğum konularda değildi. Bizzat
yaşadığım için yazmakta hiç zorlanmadım.
Biliyorum hiç
hoşuna gitmeyecek insanların ama şu anda kendimi o kadar iyi hissediyorum ki.
Yazının başında depresif bir ruh hali içindeydim. Gece kötü bir riya görmüştüm,
yorgundum, yılgındım. Ama yazdıkça ferahladım, ferahladıkça yazdım. Benim için
iyi oldu yani. Ama siz yine de beni iyi bilmeyin, bana sırt çevirmeyin. İnsan
davranışlarının çoğunda mantık örgüsü aramak mümkün değil zaten. Deve
metaforunda olduğu gibi; neremiz doğru ki?
(
Pesimist Sineğin Düşü başlıklı yazı
MESUT ÇİFTCİ tarafından
9.02.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.