Önceki yazılarımda da kıyından köşesinden değindiğim, haklı çıkmaklada çok üzüldüğüm Doğu dünyasının ahvali ve içinde de bizim halimiz... Benim kanımca dünya, küçük krizleri de yedeğine alarak büyük bir krize doğru sürükleniyor. Bu kriz dünya ekonomik pastasından küçük pay alanlara ait olmayıp, aksine büyük pay sahibi olanların neden olduğu bir krizdir. Küresel sermaye ve güç o denli devasa bir hale geldi ki, dünya artık bu çarkı döndürmekte zorlanıyor. Hepimiz birtür omuz vermemize rağmen ! Yine de bunu başaramamaktayız...

Buna çözüm aranırken çok açık bir hedef seçilmiştir; bu geniş coğrafyanın bir bölümü, kısmen işletmeye açılmış, bir kısmı atıl durumda, bir kısmının hesabının bile yapılmadığı doğal kaynakların bulunduğu Orta-Doğu ve Orta Asya ana ekseni. Bu eksenin birtakım zaafiyet yüklü özellikleri var; bu bölgede oturanlar malesef yüz yıldır savunmasızdır; yani kendini koruyacak güce sahip değildir. Bir yığın patlamaya hazır huzursuzluklarla yüklüdür ve inadına çok parçalı yapılardan oluşmaktadır. Kendisini kontrol edebilecek güçte mekanizmalara sahip olmadığından inadına adaletsizlik boy vermektedir. Yani, her an, her şeye gebe pis bir pozisyon ! Bu zaafiyetler bütününden dolayıdır ki, buraların işgali birazda kültürel geçmişinden dolayı küresel güçlerce mübah sayılmaktadır ! Bu mübahlık sonucudur ki, büyük bir kuşatma başlatılmıştır. Bu bölge bir yandan kaosa sürüklenecek, bir yandan işgal edilecektir. İşgalin tepe noktasını Afganistan oluştururken, dip noktasını Yemen ve Libya’nın derinlikleri oluşturacaktır. Orta bölüm dediğimiz Mezapotamya yahut Irak’a zaten çoktan yerleştiler. Kimse bizi daha çok sevmek için üçyüzellibin kişilik ordularla gelmedi. Bu işgalin tamamlanması ve süreklilik arzetmesi için bir hamle daha gerekecektir. Ermenistan ve Azerbaycan savaştırılarak bir seçim yapılacak ve iki ülkeden birine de yerleşmelieri sağlanacaktır. Bununla da iktifa edilmeyecek, gerekirse, Türkiye askari ikiye, İran’da üçe bölünerek iki direnç noktası da zaman içinde kırılacaktır. Dolayısıyla Afganistan’dan Yemen’e uzanan bu coğrafya, gelmekte olan büyük dünya ekonomik krizinin çözüm anahtarı olarak görülecektir. Bunun en görünür yolu da, bu bölgede ki millet ve toplulukları, olabildiğince bölerek minimize etmek...Bu anlamda nesepler ve meshepler birincil konumdadır.

Çok kara bir tablo değil mi ? Hatta kehanet gibi görebilirsiniz. Görmeyin neden ? Yakın gelecekte bu bölgenin gerçek anlamda kendini gerçekleştirmesi çok mümkün gözükmemektedir. Nedeni sosyolojik ve yüzyıllardır yanlış yorumlanan kültürel yapıdır. Zamana uygun üretim mantığı gelişmemiş ve herşeyi ithal ederek yaşamak durumundadır. Elinizde ne varsa eloğlunda mutlaka bildiğimiz ve bilmediğimiz anlamda en iyisi vardır. Maddi olarak bu gücünüz yoksa, manevi ve kültürel olarak askariden bir savunma mekanizmanızın olması lazım. Ya ilim diyeceksiniz, ya iman, ya her ikisi, ya da iyi eğitmiş olduğunuz insanlara ve kitlelere sahip olacaksınız. Yahut üçü birlikte.. Bu bölge ülke ve devletleri, kişiye endeksli bir yapılanmadan vazgeçmedikçe asla belini doğrultamayacak ve kambur üstüne kambur eklemeye devam edecektir. Bu çok derin bir yaradır ve çok kolay kırılacak bir olgu da değildir. Öyledir ki, Allah’ın dini bile bu topraklarda kişiye endeksli yaşanır olmuştur. Bu yazık ki, dünde böyleydi... Yoksa benim bir ömür anlamaya çalıştığım, bu bölgenin gerçeği olan İslam dini, insanları bu halde bırakmaz, bırakamazdı. Bunun anahtarı şu olmuştur; "Beni taşa tutanlar olacaklar, ama, kanımca bir gerçeklik olduğunu sandığım bu doğrumu söylemesem ölürüm ! "Burada tarihin derinliklerinden gelen kişiye endeksli bir yapı vardır. Bunun iyi ve ya kötü bişey olduğunu bu aşamada söylemiyorum.

Peygamberimiz vefat etmiştir. Vefatının hemen ardından biz, bir tür gelen halifenin dini anlayışını yaşar hale gelmişizdir. O dem de kötü bişey yapmıyorduk, yapmıyordular..Zaman ilerledikçe, yani temsil konumunda olan halifenin kapsama alanı neyse, bizim dini anlama ve yaşama alanımızda o kadar olmuştur. Bunun böyle olmasını gerekli kılan yeterli argumanlarda vardır. İlk dönem halifeleri kaynağa daha yakın olduğundan öze ait olmasa da, kısmi değişikliklerle zamanlarını doldururken, bundan sonra gelen yapılar ve mesepler dönemiyle, bu daha kişisel hale gelmiş ve biz ancak mesebimizin kapsama alanı kadar dini anlayabilir ve yaşayabilir hale gelmişiz. Bu tesbitimin bir yerme olmadığını, sadece anlamaya çalışmaktan ibaret olduğunu bilmenizi isterim. Bunun ardından ne kadar dini temsil konumunda olan, "Allah hepisinden razı olsun. "zatların dini anlayışları kadar, dini anlar ve yaşar hale gelmişizdir. Geldiğimiz noktada da bundan farklı bişey yapmıyoruz. Biz dini kişiye endeksli yaşar hale gelince de, dinin dayandığı iki ana kaynak olan Kur’an ve Sünnet sisler ardında kalmıştır ve kalmaktadır...Ümitsizlik bir müslüman için elbet hoş bişey değil. Geldiğim noktada, buradan dini anlamda bir rahmet doğacağına yazık ki, benim ümidim yoktur. Dinin devletlerin yönetimine yansıması da bundan farklı olmamıştır. Devletlerin hayatı da kişiye endekli bir halde sür-git devam etmiştir.

Bugün müslüman ülkelerde ki çalkalanmalardan da bişey çıkacağını sanmıyorum, neden ? Zihin dünyası kişiye endeksli olması nedeniyle, örneğin Kaddafi’yi gönderdiğinizde, kişiler yerine eğer iyi bir kişi getirmezseniz bu insanları tatmin edemezsiniz. Biraz boyamak suretiyle getirilecek yeni Kaddafiler ne yazık ki, yıllar ve yıllar sahnede kalmaya devam edeceklerdir...Bu coğrafyada tarih boyunca bütün örgütlenmeler böyle olmuştur. "En büyük bizimki başka büyük yok !" Bu biraz da, hayatımızı, hazırdan başka hayatlara ihale etmek anlamına da gelmektedir ki, kolaycı bir anlayıştır. Bu çok derinlerimizde eğitim anlayışımızı da derinden etkilemiştir. Kişinin kendisini cahil bırakması yadsınmamıştır. Geçmişte bu bölgelerde bugün ki anlamda yapılmış elbette istatistiki veriler yok, ama, halk çoğunluğunun Elif-Ba’dan öteye geçmediği bilinmektedir. Bunların üstüne, bütün bu coğrafyada adaletsizliği tetikleyen en büyük neden olarakta devam edecektir...Ayrıca doğru ve yanlışlığını tartışmıyorum; ama, aile ve türevlerine dayalı sosyolojik yapılanma, batılı anlamda öne çıkartılan bireysellik anlayışına ters düşmektedir. Buradan da anlıyoruz ki, batı toplumlarıyla bu anlamda eş bir anlayışın oluşması mümkün değildir. Varılacak sonuçta mutlak bir ayrılık sözkonusu olacaktır. Yapılacak çok şeyin olacağı muhakkak,ama, illa da bize göresi olacağıda bir gerçek.

Batı toplumları, kişi yerine kişileri sahneye çıkarmak suretiyle yarasına kısmen merhem bulmuştur. Biz şu an bundan da yazık ki yoksunuz. Biz dediğim tüm bu coğrafyadır.

Herşeyi, biribirimizi incitmden yeniden ve yeniden düşünmek durumundayız. Bu gelen son dalgayı da ülke olarak bölünmeden atlatmak mecburiyetindeyiz. Çünkü bu coğrafyada nereye el atılsa biz başat konumdayız. Bazı şeylerden siz kaçsanızda tarih bunu sizin kucağınıza getirir ve kor. Yoksa hepimizin altında kalacağı yeni bir karanlık çağa, yazık ki, ışıklar altında ! Girebiliriz...

Yazım tüm eleştirilere açıktır.




( Araf başlıklı yazı HayrettinYazcı tarafından 4.08.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.