Mısraların öyküsüne serildim; satır
arasında ömrün sarkıtlar ekledim ruhumdaki buz kütlesine lakin yetmedi akabinde
ısrarlar dikitleri iliştirdim geçmişte kalan öfkemi ve büyümeyi reddettiğim
ölçüde sevebildiğim kadar sevdim insanları.
Ne nakkaştım.
Ne şair ne de terzi.
Yeri geldi: bir dudağı yerde bir
dudağı gökte lalalar teşrif etti yüreğimin sarayında ağırladığım kadar kâinatı
lal hecelerden çektiğimden de öte çekincelerimi sonlandırdım ve kanat açtım:
Önce aşka.
Sonra ise ölüme.
Öyküm değildi yazdığım öykülerim
hatta romanlarım hiç değil ne de olsa evrendeki en ulu Şair idi Rabbim
şiirlerin biçtiği yüreğimde önce içimdeki huzuru işledim en derine huzuruna
çıktığım Rabbime sadık bir kul olmanın verdiği şuur ile şüheda mazimi karaladım
tek bir çentikle içim çekilirken yetmedi içim kıyılırken ve zorba beşerden
kaçamadığım kadar zoraki bir şık olsa bile yaşamak…
Ölümü seçerdim belki de eğer ki
kalemle tanışıklığım olmasaydı bu güne kadar.
Yine de defalarca ölebildiğim
minvalde yeniden doğabilmenin verdiği o coşkuya müdahil oldum ve karakalem
sevdamda karakaşını kara gözünü sevdim önce yârin oysaki gözlerimi alamadığım
beyaz ufkun bitiminde ansızın beliren bir sözcüğe mahal verip boydan boya
serildim şiirin kesilirken ayakları yerden şiire meylettim lakin yetmedi vaktim
şaire öykündüm ve muhatabım olan meleklerle ettiğim münazarada gördüm ki:
dokunulmazlığı vardı kalbimin ve işte kabrime giden yolda sevdim delicesine
sevdim ve yâdında dünümün yaramı büyüttü şiir.
Hem şiirdim hem öykü.
Şair değildim ama her anımla doluydum
şiirle ağıtlar yaktığım kadar bağrıma saplanan kalemle daim kıldım yolculuğumu.
Şahsına münhasır bir sevgiyi dikte
edendi mademki kalemim…
Mademki emir eriydim kalemimin.
Ç/atık kaşlı bir hurafe idi kaygan
zemine gömülü sırların aşka dair yemin ettiği ve adeta bir gönül yorgunluğu
sabit kat sayısında aşkın ardışık duyguların başının t/acı illa ki aşk.
Uykuda şehir uykuda şiir.
Uyumsuz addedilen sefil şair.
İklimlerle sevişen rüzgârın müdavimi
ve yalnızlığın muhakeme ettiği sözcüklerin yitiminde yetilerin kıyama durduğu
şairin içindeki yetim çocuğun sürmanşet yenilgisi.
Yorgun bir minvalde zaman.
Yalıtılmışlığını hazmetmeye yakın
duran şair ve yiten kelam.
Acının arifesi illa ki aşka düşmeli
yolu şairin illa ki de acıtmalı canını yüreğine esen rüzgârın korunda
yalnızlığın tefe konduğu ömrünün baharını yaşamadığı kadar ikinci bahar mıdır
bekleyen yakınında?
Manen delik bir iç cep.
Dökülen her zerre mühimmatı şairin
elbet dokunulmazlığın kalesinde yaşarken kalemin d/okunduğu her minvalde salkım
saçak yaşarken hayatı.
Sözcükler derin dondurucuda tıpkı
şairin de kendini ve aşkı dondurduğu gibi üşümekle iştigal şehit düşen geceye
bir çelme de rüzgâr takarken ve işte takas usulü yerleşik cinnetin ilk şerh
düştüğü hali hazırda cennete öykünen ruhu şairin şiir nasıl ki kıblesi evrenin.
Ah, azgın dalgalar.
Maneviyatımın düşkünlüğü sevgiye
gözüm açık gördüğüm düşler bazen karabasan misali nasıl ki karanlık bastığında
gözden kaybolur beyaz bulutlar.
Öykündüğü kadar masumiyete öldürdüğü
nefsinin iz düşümünde atan şafağı zamanın atılası bir kurşun gibi seken her
muradın peşinde.
Tahliye ve de tasfiye edemediği ne
çok şey saklı evren bazen kuram dışı bir sevdayı dahi dayatabilirken ve işte
aşka düştü mü de yolu insanın hele ki aşkla sevdiği gözünden de düştü mü ve
işte akışında yaşların yas dolu bir minvalin sancısında sanrıların baskısında
basmakalıp yaşamak ne ki aşkı şiar edinmiş rahmetin gölgesinde açan çiçekler
misali göğün tininde aşkın titrinde batıl düşlerin değil pembe hayallerin
mimarı.