‘’İlk defa bu kadar sağlam yazıyorum.
Haç şeklinde 128 dikişle.
Galiba ahbap artık sana ulaşacağım.
Yeteneğim geri geldi,
Göreceksin artık kutsal dizeler yazacağım…’’(Didem
Madak)
Meczup düşler iklimi münasip bir dille sevemediğim kadar
sevginin doz aşımında zehirlenen kalbimden arda kalan son bir gülüm/seme ile
şevkimi şavkımı da boca ettim mi üzerine yalnızlığın.
Kılıksız bir girdapta saklı insan tayfası renkler cümbüş
misali sözcüklerse bir halı gibi serilirken zemine ve üşüyen göğün aşka çalım
atan sessizliğin içgüdüsü.
Kutsanmış bir zaferle baş veren nidalar ve sessizlik ve çalakalem,
istek üzerine yazmadığım kadar yalnız ve sessiz ve derinden ilerlediğim kadar
aktığımdan da öte akıttığım hüznüme kefil kırlangıçlar.
Şakayıklar ruhumun pervazında rotamsa sapmadan rölantiye
almış olsam bile mutluluğu bir ara namede ya da bir satır arasında üstüme
giyiyorum umudu.
Gölgem revaçta bense kayıbım: ayıp addedilecek bir minvalde
sırıtan düşlerin sonuncusu ile düştüm yollara: bir başıma bir varım bir varım
ki yokluğun kırbaçladığı çaresizliğim küt kesimli hislerine vurgunum.
Kutsanmış şairler barınağı adeta bir huzursuzluk-evi
çalkantılı cihanın feryadında öykündüğüm varsa yoksa zemheride ölme ihtimali ne
de olsa sevmiyorum yazı sevmiyorum sıcağı ve her soğuk aldığında kalemim, ona,
çok yaşa diyememenin verdiği hüsranlar sahip çıkıyorum aslında sırtımı
sıvazlayan hüzün denen martavala.
Kıymet görmese de hayatım gıybet mahsulü uçuşan zanlar ve
kutsanmış duygulara bazen yürüdüğüm de doğru iken Kutup Yıldızına biliyorum da
aslında neyi nasıl resmedip somut bir renge dönüştürdüğümü.
Mümtaz bir esinti saklı içimde bir o
kadar alabildiğine yorgun ve kutsanmış sözcükler iken de demlendiğim evrenin
hüznüne binaen ve yalnızlığın d/okunaklı sesinde bir şiire meylediyorum gün
bitiminde yağan nurun gecenin döngüsünde eşlik eden kalemin ruhuna uymak adına
uyamadığım şu cihanın peşrevine aşka ve sevgiye sadık bir kul olmanın
hikâyesini yazıyorum yeter ki Rabbim kutsasın duygularımı ve O’na sadık olduğum
kadar neyin dokunulmazlığını savunabilirim yorgun bir iklime meyleden yağan
rahmete düşkün ve sözcüklerin izinde sürüklendiğim hayallerin nezdinde
ummanlara denk düşerken aciz varlığım…
Nüktedan bir iklim.
Münferit heceler.
Kekeleyen zalim.
Aşka talip bir tabip misal.
Dokunmaya dahi kıyamazken aşkın
esvabında saklı bir kat izi ve evet, işte ruhumu büyüten de tam olarak bu:
doğaçlama yaşadığım hayatın doğal güzelliğinde tabiatın vurgun yediğim
yalnızlığın nüktesinde saklı bir sihir gibi meylediyorum bilinmeze her şerh
düştüğünde kader bilindik bir duyguya farklı bir minvalde resmediyorum mademki
uydusuyum aşkın uykusuz kalmaya değecek sevgi mısralarından sekiyorum bir bir
toprağa her ayak bastığımda üşümüş ruhumu ve yalnızlığımı ısıtırken evren ve
ıslatırken sağanak.
Yaşın izinde bir damla.
Yasın nezdinde dev bir asa.
Aşkın ziyneti iken sözcüklerin
renginden seçtiğim bir gök kuşağı mahiyetinde içimde ansızın peyda olan
duyguların korunda acının közünde ve selametle uğurladığım dünün gizinde saklı
kalası.