Hayat herkes için altın tepside sunulan bir
armağandı, kapalı kutu ve içinde hep çiçek bahçeleri olan.
Tren kalkana kadar yaşadığımız özlem, raylar dile
geldiğinde kalan hasretimizle bir sonraki istasyon olduk çoğu zaman. El
sallayan bir ihtiyarın gözlerinde nam saldık içtenliğe, ağlayan sevgilinin
gözlerinde off çektik sevdanın mehtapsız yüzüne.
Garip değil mi sizce de bunca
duygu biçimine rağmen yine de yağmura anlam yüklemeye çalışıyor olmamız.
Dik duramadığımız duygulara, rol yaptığımız
kalplerimize ve halay çektiğimiz anlık boşvermişliklerimize bakıyorumda şu
yüreğimiz ne geniş bir sabrın ambarıymış meğer. Yağmurdan kaçarken doluya
yakalanmamıza rağmen kalem tutan elimiz yalnızlık kusan gönlümüzle geceleri
kendimize sığınak yıldızları rehber tutmaya devam ettik.
On saniyede unutulucak
şu serseriliğimde kâğıda döktülerim bir hayat oysa, başlı başına güneşsiz sabah, yalınayak kalmış
yıldızsız gece ve bir ömür nerdeyse. Şiir dilinde her mecazı
yordum belkide, buzu erimeden tükettiğim her kadeh yoldaş oldu dizelerin
virgüllerine, her seferinde son düşümü bastığım kül tablasından taştı küllenmiş
aşklarım ve yolda bırakan rüyalarım.
Payitahtımızın sultanları üzerinde otlar
bitse de ciğerlerimizin en zayıf yamacına yaslandı dumanlı dağlar. İki günlük
dünya da üç günlük öğütler dört satırlık blöflerle geçerken hayat, sıfıra kadar
dayanmış duygularımız.
Kimsenin haberi yok zamanın dışında.
Her telden çaldığım; ne tophanenin sesi ne de
darphanenin bozuk para çengisi.
Maksadını aşmadan ağlamak, ön yargıya maruz
kalmadan çığlık atmaktı alabildiğine.
Bir insan ne zaman üşür ?
Ben keman sesinde titredim, döküldüm pul pul..
Peki
Sizin saçaklarınız hangi melodiyi mırıldanıyor ?
Bülent KAYA