Bir kışa yakın son bahar günüydü, yanımdaki arkadaşımla deniz kenarına gittiğimizde.
Kendini sevenleri ile vedalaşmış olan deniz, dalgalarını seriyordu sahildeki
sessizliğe bürünmüş kumların üzerine. Yalnızlığı içinde kıvranan çakıl
taşlarına kızgınca köpüklerini çarpıyordu ikide bir sahilinde. Beyaz köpüklü
dalgalarda çakıl taşları durmadan arakası, arkasına, bir ileri bir geri
yığınlar halinde gidip geliyordu. Yazdan kalma bu ıssız günde, kumsalda ne bir
güneşlenen ne bir denize giren vardı. Denizdeki çakıl taşlarına vuran çarpan dalgaların
sesleri’ de olmasa, tam bir ölü sessizliği yaşanıyor olacaktı.
Ben orada
denizin dalga seslerine kulağımı vermiş gözlerim ufukta yanımdaki arkadaşımla
günün yorgunluğunu çıkartıp sohbet ederken, yanımıza yaklaşan bir arabanın çıkardığı
korna sesiyle irkildim. Döndüm arkama gelenlere baktım. Yanımıza kadar gelen bu arabadan yüzü bana hiç de yabancı gelmeyen
biri indi. Yanında sarışın bir de, genç bayan vardı. Geldi yanımda durdu. Ben
de o anda kendi arabamda arkadaşımla oturmuş doğayı dinleyip karşımızdaki
denizi seyrettiğimiz için arabanın yan camını açtım yanımıza gelenin yüzüne
baktım. Ben devamlı olarak siması hiç de yabancı gelmeyen bu adamı düşünüyor
kim olduğunu hatırlamaya çalışıyordum.
Yabancı benim kendisi
tanıyamadığımı düşünmüş olacak ki, bozuk bir Türkçesi ile ben dedi. Sen beni
tanıyamadın galiba dedi. Ve arkasından gülümseyerek yüzüme iyi bak
tanıyacaksın, ben senin bir zamanlardaki dostun Barboraza’yım dedi.
Onun benim yüzüme doğru bakıp öyle
demesiyle bende jeton düşmüştü. Yanında sarışın bir bayanla arabasıyla yanımıza
gelen bu adam, dört beş yıl önce bir karavanlı piknik alanında tanıştığım ve
bir müddet beraber dostluk kurarak beraber neşeli günleri paylaştığımız bir
Almandı.
Onunla ben
tanıştığımızda ve her ikimiz de, aynı piknik alanında beraber kalıyor tatil
yapıyorduk. Ve onunla beraber kısa bir yaz tatilini paylaşmıştık. Onun arabalı karavanı
vardı, benimse gece içinde kalacağım bir çadırım vardı. Ben aynı yerde kurduğum
çadırda kalıp tatil yaparken o da karavanında kalıyordu.
İlk orada
tanışmıştık.10 ya da 15 gün kadar aynı karavanlı piknik alanında tatil
yapmıştık. İlk gördüğüm zaman bu gelen Alman daha gençti, şimdi ise onu biraz
yaşlanmış biraz da değişmiş görmüştüm. Bir de sakallarını bırakıvermiş, birbiri
içine girmiş ve karışmış kızıl sakallarının içinde kaybolan yüzü buruşmuştu. Onun
için birden tanıyamamıştım.
Oysa adamla on
on beş gün iyi bir dostluk geliştirmiştik. Akşamları ya ben onun karavanında
oluyordum yiyip içiyorduk, ya da o gelip benim çadırımın önündeki masama gelip
çöküyor beraberce yiyip içiyorduk.
Arabadan indim
sarmaş dolaş oldum. Sonra bir kenara çekildik onunla konuşmaya başladım. O da
bozuk Türkçesi ile bana, hayatında olan bitenleri anlattı.
Barboraza
görmeyeli çok götü yıllar geçirmiş meğerse. Yıllar önce benimle kaldığı piknik
yerinden ülkesine tatil dönüşünde Bulgaristan hudutları içinde yaptığı bir kaza
da, çok sevdiği benim de kendisini tanımış olduğum eşini kaybettiğini artık
yalnız kaldığını yanındaki kızıyla beraber yaşamaya başladığını söylüyor olayı
anlatıyordu. Bir taraftan da yanındaki kızı olduğunu sonradan anladığım genç
bayana sarılıp ağlıyor göz yaşları döküyordu.
Barboraza onun
asıl adı değildi. Bu ismi kendisine ben takmıştım onunla beraber kaldığımız
piknik yerindeki ilk tanıştığımız yıllarda. Barboraza Anadolu’ya akınlar
düzenleyen haçlı ordularının Gök su nehrini geçerken boğulan Alman komutanıydı
aslında. Bu nedenle ben ona ben Barboraza’nın diyerek takılırdım bir zamanlar. O
da bana, zaman, zaman sen de bir Alman sayılırsın çünkü sen de, Barboraza’nın
torunusun diye takılırdı.
İşte bu Barboraza
bana, yıllar sonra büyüyen yanındaki kızına, eski gezip gördüğü yerleri
göstermeye çıktığını bu yerleri kızının da görmesini istediğini geçerken’ de hatırladığı
bana uğrayıp bir hal hatır sormayı düşündüğünü söyledi.
Çok
sevinmiştim. Yıllar sonra kısa bir müddet için kendisiyle dostluk kurduğum bir
yabancı tarafından hatırlanmış olmak güzeldi.
O gün bu dostumu
misafir ettim yemeğe aldım evimde yatırdım. Ertesi gün olmuştu, ben işime
çalışmaya gittim. Kendisi de, kızıyla beraber ilçedeki görülmesi gereken
yerlere gitti.
Yine yazdan
kalma bir günü yaşıyorduk. Sonbaharın artık son günleriydi. Öğlen olmuştu. Jandarmalar
geldi beni sordu. Kendimi tanıttım kendileriyle karakola kadar gelmemi
istediler. Ben şaşırmıştım. Benim ne polisle ne de jandarmayla bir işim
olamazdı. Hiçbir olaya da tanık değildim. İşimi bıraktım kalktım karakola
gittim.
Sevgili Alman
dostum Barboraza baktım gittiğim karakoldaydı. Ve iki gözü iki çeşme ağzı yüzü
sarılı karakolun içinde ağlayıp duruyordu. Barboraza çok sevdiği eşinden
kendisine hatıra kalan ve Anadolu’yu gezdirmeye çıkardığı biricik kızını
kaybetmişti.
Sabah olup
bizden ayrıldıktan sonra, ören yerlerini gezmeye giderlerken arabası ile bir
yardan aşağıya uçmuşlar, arabaları param parça olmuştu. Bu kazada kendisi ufak
yaralarla kurtulurken, yanındaki emniyet kemerini takmayan kızı ise ölmüştü.
Bu sevgili
Alman dostum o gün bir kez daha yıkılmıştı. Kötü kaderi ona bir kez daha oyun
oynamış tokadını yüzüne vurmuştu. Bilmiyorum bu Alman dostum şimdi nasıldır
neredir ama hiç iyi olmadığını ya da artık kendisinin’ de hayatta olmadığı
kesin.