Sarı saçları savruluyordu rüzgarda.Arabanın arkasına çocuk koltuğuna oturmuş, boncuk boncuk gözleri ile başını cama dayamış,  gelip geçen arabaları izliyordu.Hiç bırakmadığı  Safinaz bebeğini her iki eli ile kavramış, sanki ondan güç alıyordu.Beyaz lüleli elbisesi, tam belinden geçen pembe kuşağı, altına giydiği pembe renkli mini eteği, beline kadar gelen sarı saçları, iri mavi gözleri ile prensesler gibiydi. Biraz yorgun ve solgun benzi, yüzünden okunan hafif tedirgin hali, olanca masumluğu ile Neşe yine de melekler gibiydi. Gözlerinin önüne dökülen kakülünü ara sıra elinin tersi ile topluyor,  altın sarısı saçlarına engel olamıyordu.Alışmıştı babası ile birlikte yaptığı bu yolculuklara. Henüz Yedi yaşına yeni girmişti . Yaşından büyük bir olgunluk vardı sanki üzerinde. Babası Servet Bey, Temmuz ayının kavuru sıcağında aracın güneşliğini indirmiş, vitesi beşe almış biraz daha yüklenmişti gaza. Elini torpido gözüne attı. Güneş gözlüğünü aldı eline. Bu arada sigara paketine de parmakları dokundu . Hayır yakamazdı şimdi. Kızı arabadaydı. Güneş gözlüğünü alıp taktı. Aracın güneşliklerini kaldırdı yeniden. Dikiz aynasını kızını görebileceği açıya getirdi.Göz göze geldikleri anda kızı;
--Baba!
--Efendim kızım.
--Su almamışız.Susadım.
--Tamam kızım. Benzin alacağım şimdi.Ordan alırız.Tamam anlamında başını salladı Neşe.Bir kaç kilometre ilerde bir yakıt istasyonu vardı.Ne zaman Adana'ya gitse ordan alırdı yakıtı. Hem daha kaliteli hemde diğerlerine nazaran daha hesaplı idi.Zaten nerdeyse ezberlemişti bu yolları. İki yıl.Koca iki yıl.
On dakika sonra ayağını çekti gazdan.Sağa sinyalini verdi.Yakıt istasyonuna girdi.Torpido gözünden sigarasını aldı. Arabadan inip anahtarı verdi görevliye.Doldurmasını söyledi.Ekledi sonra;
--Ön camı da silermisin.
--Peki Ağabey.Dedi genç çocuk.Arka kapıyı açıp seslendi kızına;
--Bebeğim su alacağım, başka birşey istiyormusun.
--Yok hayır. Dedi başını iki yana sallarken Neşe. Servet Bey önce arka tarafta bulunan lavaboya yöneldi. Elini yüzünü bir yıkadı. Aynada süzdü kendini. Beyaz teni kumrala çalmıştı sanki. Saçları dökülmüş, alnındaki açıklık iyice belirgenleşmişti. Göz altları torbalanmış, gözlerinin ışığı sönmüştü son bir iki yılda. Yorulmuştu, tükenmişti sanki. Dışarı çıktı. Bir sigara yaktı. Hızlı hızlı bir kaç nefes çekti. Sonra fırlattı izmariti. İçeri markete geçti. Üç  adet küçük su aldı.Bir kaç meyve suyu, birkaç kraker. Yakıt ücreti ile birlikte çektirdi kredi kartından. Binmeden şöyle bir arabasına baktı uzun. "Hey be kara şimşek" diye geçirdi içinden.Kimse beğenmezdi arabasını ya , şu iki yılda hiçte yolda bırakmamıştı kendisini.Gece, gündüz, apar topar, sıkıntılı anlarda hep o yetişmişti.Hep o taşımıştı kendilerini.
Kapıyı açıp bindi araca.Çalıştırıp yeniden düştü yollara.Telefonu çaldı bu arada. Gözünü yoldan ayırmadan elini cebine sokup çıkardı telefonu. Eşi arıyordu.
--Naaptınız ? Diye sordu eşi.
--Çıktık. Yoldayız bakalım. Az sonra otobana gireceğiz. Sultan naaptı, servis geldi mi zamanında. 
--Evet geldi. Merak etme sen. Gelemedim bu kez ya, aklım sizde kaldı.
--Canını sıkma. İyi haberlerle gelirim inşallah.
--İnşallah... Dedi eşi bir iç çekerek. Devam etti sonra;
-- Elif hanım aradı bu arada. İhsan Bey'in eşi. Merak etmişler. İşi uzarsa bize gelsin. Olmassa bizde kalırlar diyorlar. 
--Tamam.Bakarız. Dedi Servet Bey. Kapattı telefonu. Devlet memuru idi Servet Bey. İki kızları vardı. Büyük kızları Ortaokula  gidiyordu. Diğer kızları   Neşe. Neşe herşeyi ile farklıydı sanki. Dört beş aylık iken sürünmeye başlamış, on aylık iken yürümüştü. Kız çocuğu olmasına rağmen çok yaramaz haşarı ve çok zeki bir çocuktu. Annesine babasına olmadık muziplikler yapar evin altını üstüne getirir, çoğu zaman evi neşeye boğardı. Sorduğu sorular ve yaptığı yorumlarla bazan anne babasını şaşkına çevirirdi.Servet bey işteyken bile kızlarını özler, evde onlara türlü türlü şaplabanlıklar yapardı.  Her şey çok güzeldi. Taaki evin neşesi kaçana kadar.
Bir süre sonra Otobana girip hızını arttırdı. Aynadan kızına baktı. Çocuk koltuğunda boynu sol tarafa düşmüş, uyumuş kalmıştı. İçi gitti. 
...


İki saat kadar sonra çıktı Otobandan.Adana'ya gelmişti. Saatine baktı. Balcalı hastanesine girdiğinde 10.15 olmuştu. Her zamanki gibi kayıt ve giriş işlemlerinden sonra yine o bildik tahliller başlamıştı. Küçük kızının koca insanlar gibi hiç bir sorun çıkarmadan yatağa uzanışını izledi. Diğer çocuklar tek bir iğnede yeri göğü inletirken, o beş ayrı tüp kan alışına artık öf bile demiyordu. Bazan hemşire damarı bulamıyor, defalarca deniyordu ama o minicik bedeni ile yalnızca olanları izliyordu. Daha önce çektiği acıların onda biri bile değildi belki bunlar... Başka tahliller, başka başka tetkikler... Öğleden sonra saat dört olmuştu. Onkoloji doktoru önünde beklenen uzunca zamandan sonra nihayet çağrılmışlardı. Usulca içeri girdiler.Doktorun önünde bulunan sandalyelerden birisine Servet Bey, diğerine Neşe oturdu. Doktor burnunun ucuna kadar gelmiş gözlükleri ile elindeki raporları inceliyor, Servet Bey heyecanını ve tedirginliğini belli etmeme çabasında, doktorun ağzından çıkacak kelimelere kilitlenmişti. Neşe minik bedeni ile sandalyenin ancak yarısını doldurmuş, ellerini sandalyenin kenarlarında gezindiriyor, bir yandan da karşıda bulunan resimleri inceliyordu. Doktor uzunca bir incelemenin ardından bıraktı elindeki raporları. Gözlüğünü çıkardı. Yüzüne rahat bir ifade yayıldı. Hafif ardına yaslanıp usul usul anlatmaya başladı.

--Evet... Uzun soluklu bir mücadelede.Uzun bir tedavi sonunda olumlu bir noktaya geldik. Daha öncede söylediğim gibi bu hastalık uzun bir tedavi süreci gerektiriyordu.Ama sanırım başardık. Hastalığı yendik.Yalnız bu sizi rehavete sokmasın. Yine bazı ilaçlar vereceğim. Onları bir süre daha kullanacağız. Ancak artık şu aşamada ayda bir gelmenize gerek kalmadı. Beş yıl her sene bu tetkikleri yeniden yapmamız gerekiyor. Hafif bir tebessüm yayıldı çehresine.Ardından;
--Gözününüz aydın. Geçmiş olsun. Diye sözünü bitirdi doktor.Donuk gözlerle baktı bir süre Servet Bey. Ayağa kalktı gayri ihtiyari. Elini uzattı. Uzun uzun sıktı doktorun elini.
--Ne diyeyim Doktor Bey. Allah razı olsun. Allah razı olsun.Dedi. Kızının elinden tuttu. Usul usul çıktı kapıdan.


Arabaya yaklaşıp kızını arkada bulunan çocuk koltuğuna özenle yerleştirdi. Arabayı çalıştırıp hareket etti. Ne düşüneceğini ne hisseceğini bilmiyordu. Dikiz aynasından kızına baktı. Safinaz bebeğine sıkı sıkı sarılmış onunla usul usul birşeyler konuşuyordu. Otobana girdi. Gaza biraz daha yüklendi. Herşeyin başladığı günler birer birer gözlerinin önünden akmaya başladı.

İki yıl kadar öncesiydi. O güzeller güzeli, zeki, kurnaz, yerinde duramayan, evi neşeye boğan kızları Neşe'nin son zamanlarda benzi sararmış, rengi solmuştu sanki. Arkadaşları ile koşup oynarken çabuk yoruluyor, nefes nefese kalıyordu. Bitkin ve halsiz bir hali vardı. Sık sık ateşi yükseliyordu. Bazan ateş düşürücülere bile cevap vermiyordu bedeni.Bir kaç kez doktora götürmüş, soğuk algınlığı, grip gibi teşhislerle geri dönmüştü. İki üç aylık böyle bir süreçten sonra, bilinen bu rahatsızlıklarına sık sık meydana gelen burun kanamaları, derisinde meydana gelen morluklarda eklenince Servet bey iyice bir huzursuz olmuş, detaylı bir muayene için Adana Balcalı hastanesine getirmişti küçük Neşe'yi.Ve o gün kabus gibi geçecek iki yılın ilk günü idi.  Tetkikler, kontroller kan sayımları... Teşhis konulmuş kara haber verilmişti. Evin neşesi, babasının prensesi Neşe Lösemi idi. Babası için, annesi için, ablası Sultan için kapkara günler başlamıştı. 

Altı ay boyunca hastanede yatarak tedavi görmüştü.Bu süre içerisinde bir kaç kez komaya girmiş, ümitlerini kestikleri anlar olmuştu.Kemoterapi ilaçları yüzünden beline kadar uzanan o sapsarı sırma saçları dökülmüş, bir deri bir kemik kalmıştı Neşe. Servet Bey ve ailesi hastanenin önünde bulunan park alanını bir nevi ev yapmışlardı. Küçük bir tüp, kap kacak, battaniye... Doktorların izin verdiği ölçüde bazan Servet bey, bazan eşi, bazan diğer kızları Sultan hastanın yanında kalıyordu. Altı aylık o büyük mücadele sonunda Neşe'yi alıp evlerine dönmüşlerdi.
Acı bir gülümseme yayıldı çehresine. İlk altı aylık hastahane tedavisinin ardından  eve geldikleri zaman kızının ilk sözlerini hatırlamıştı. O altı aylık tedavi dönemince hiç konuşmayan, yemin etmiş gibi hiç birşeye tepki vermeyen kızının o ilk sözleri;

--Anne hani ben ölecektim?...
Gözleri dolu dolu oldu Servet Bey'in.Bıraktı kendini sonra. Süzüldü yaşlar sicim gibi.
--Babaa! diye ses ile irkildi.Toparladı kendini.
--Efendim bitanem.
--Baba sen ağlıyormusun?
--Yok Neşem. Niye ağlayayım.Cam açık ya, toz kaçtı gözüme. Tamam anlamında başını salladı Neşe. Kendi dünyasına döndü sonra.
...

Tedavi evde sürüyor, her on günde bir kontrole götürüyorlardı. Yine bir gece ateşi çıkmıştı. Sabahın ikisi,üçü... Verilen ağrı kesiciler ateş düşürücüler işe yaramıyordu. Kızları gözlerinin önünde eriyip gidiyordu.Apar topar şehirde bulunan hastanenin acil servisine götürmüşlerdi. İş bilmeyen yeni bir doktor, uykudan uyandırıldığı çin çatacak yer arayan bir hemşire. Onlara teslim ettiği minik kızının feryatları. Daha fazla dayanamamış, hastahane içinde yere çökmüş, sırtını duvara dayamış çocuklar gibi ağlamıştı Servet Bey. Yine doktorun tavsiyeleri doğrultusunda Kapıya kadar geçmiş olsuna gelen komşuları, hastanın enfeksiyon kapma riskinden dolayı geri çevirmeleri, onların kendi aralarında homurtular halinde konuşarak merdüvenden indiği anlar... Kimseye misafirliğe gidemiyorlardı. Misafir alamıyorlardı. Tüm aile dostlarından , çevre ile olan tüm bağlarından kopmuşlardı. Yorulmuş,, yıpranmış, tükenmişlerdi sanki. Allahtan devlet memuru idi Servet Bey. İş yönünden hiç değilse problem çıkmıyordu.

İhsan Bey. Servet Bey hastahane koridorlarında tanışmıştı onunla. Yedi yaşında oğlu Burak vardı onlarında  Oda lösemi. Hastane bahçesinde beraber sabahladıkları çok olmuştu. Küçük tüp üstünde beraberce meleme yaptıkları çay demleyip içtikleri çok olmuştu. Adanalı idi İhsan Bey. Bazı geceler eşini çocuklarını onlara gönderirdi. Ama kaybetmişti onlar başaramamışlardı. Yinede hep yanlarında olmuşlardı. Hep arayıp sormuşlar hep destek olmuşlardı. 
Bir süre sonra on günlük periyodik kontroller bir aya çıkmıştı. Bir yıllık karanlıktan sonra bu şafakta beliren ilk ışıktı bu.Neşe eskisi kadar ateşlenmiyor, kanamaları artık olmuyordu. Kemoterapi bitmiş, Neşenin saçları yeniden çıkmıştı.

Nihayet bugün... Aradan geçen kapkara iki yılın ardından güneş olanca parlaklığı ile gökyüzünde kendini gösteriyordu. Bitmişti o kapkara günler.Kazanmışlardı. Bu illet hastalığı yenmişlerdi. Kazanılan bu savaşın ardından kendisini yeni bir savaşın beklediğini hissetti Servet Bey. Yorulan yıpranan tükenen ailesini yeniden toparlamak. Yeniden ayağa kaldırmak. Başını salladı hafif. Kıstı gözlerini.Dudaklarının arasından iki kez "evet" "evet" kelimeleri döküldü.

Servet Bey Evin Neşe'si almış dönüyordu.


  
( Evin Neşesi başlıklı yazı V.AliKızıltepe tarafından 3.11.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.