Bugün aralarına bir arkadaşları daha katılmıştı. Burcu… Onaltı yaşında, kısa küt kesilmiş sarı saçları, ağır kaçmış makyajı ve hayata meydan okuyan tavırları ile, yurtta hareketli günler geçeceğinin işaretiydi bu. Malatya kız yurdundan sürgün gelmişti. Uyum sağlayamayan, sık sık kavga eden suça karışan çocukların başına gelen olağan durumlardan birisiydi bu. Müdür Beyin talimatı ile Burcu’yu alıp yatakhaneye götürmüş arkadaşları ile teker teker tanıştırmıştı. Bir süre sonra Yeniden Müdür beyin odasına geldi. Kapıyı tıklatıp girdi içeri. Müdür Bey;

--Hıı gel kızım. Diğer masada bulunan evrakları göstererek;

--Bu yeni arkadaşımız Burcu’nun evrakları. Bak resimleri de orda.Resimleri kes. Form evrakına yapıştır. Bak orda da boş dosya var. Ona tak, bir dosya oluşturalım olur mu?

--Tamam hocam. Dedi.Diğer masaya geçip oturdu. Makası alıp fotoğrafı düzgünce kesti. Forma yapıştırdı. Kayseri Kız Yurdundan gelen evrakları dosyaya takarken bir göz atmadan edemedi.Burcu henüz On altı yaşında idi.Ama Vukuat raporu oldukça dolgundu. Pek çok suça karışmıştı. Pek çok defa kavga, dört beş defa yurttan kaçma, uyuşturucu madde kullanma, balli çekme.Hatta Birkaç kez de fuhuştan yakalanmıştı. Okudukça gözlerindeki şaşkınlık ifadesi artıyordu. Henüz on altı yaşındaydı ve yurttan kaçtığında birkaç kez fuhuştan yakalanmıştı. Okuduklarının tesirinden Müdür beyin bir anda telaşla yerinden kalkması ile kurtuldu.Odaya gelen ezan sesi ile Müdür bey ayağa kalkmış, kendi kendine söylenmeye başlamıştı.


--Eyvah Cuma namazını kaçıracağız. Dedikten sonra kalkıp apar topar çıkmıştı. Müdür beyin çıkışından sonra Esra’nın gözleri masanın üzerinde bulunan el çantasına takılmıştı.Müdür Bey hiç yapmadığı bir şeyi yapmıştı.Çantasını masada bırakıp çıkmıştı.Gözleri çantaya takılı kaldı bir müddet. Bir çanta bir dolap. Gitti geldi.Gitti geldi. Beynine yerleşen düşünce kalbinin atışlarını hızlandırdı. Ayağa kalktı. Odanın içinde bir iki tur attı. Kapıdan dışarı başını uzattı.Kimse yoktu. Tekrardan geldi masaya oturdu. Sol eli ile saçını düzeltti.Kalbi küt küt atıyordu.Anlamsız ifadeler yerleşti çehresine.Usulca kalktı. Diğer masaya geçti.Çantayı aldı eline.Usulca fermuarını açtı. Zor olmamıştı çantayı bulmak. Çıkardı içinden. Dolaba geçti. Açtı usulca. Dosyalar dosyalar. Pek çok dosya vardı. Allahtan harf sırasına göre dizilmişti.. Evet bulmuştu. Kendine ait dosyayı bulmuştu. İşte elindeydi.Tüm benliğini saran sorguların cevapları elindeki dosyadaydı.Kalbinin atışları daha da artmıştı. Yüzü renkten renge giriyor, elleri titriyordu. Açtı dosyayı usulca. Annesinin adı… Annesinin adı Sultan Bulut. Babası Kemal… Kemal ASLAN… Peki ama soy isimleri neden farlıydı. Adres… Adresi Kayseri Hacılar Beğendik Mahallesi 37016 Sokak Numara 21. Bir şaşkınlık ifadesi daha yerleşti çehresine. Demek buralıydı. Bu ilden. Oysa hep kendisini uzaklardan gelmiş, getirilmiş buraya teslim edilmiş hissederdi hep. Yuvaya teslim tarihi 1999. İki yaşlarında iken teslim edilmişti demek. Teslim Eden öz annesi Sultan BULUT. Kapattı dosyayı. Yerine yerleştirdi hızlı bir şekilde. Tekrar kilitledi dolabı. Ellerinin titremesine mani olmaya çalışıyor, bir yandan da anahtarı Müdür Beyin el çantasına yerleştirmeye çalışıyordu. Olmuştu. Femuarı kapattı. Yeniden yerine geçti oturdu. Kimse görmemişti. 


Yüzünü iki elinin arasına aldı. Bir süre öylece kalakaldı. Heyecanı yatışıp kendine gelince kalktı yerinden. Dışarıya çıktı. Yurdun arka bahçesinde bulunan büyük çınar ağacı altında bulunan banka oturdu. Ortam kalabalıktı. Olta atanlar, ağaçlar altında laflayanlar, voleybol oynayanlar. Kendisini de çağırdılar. Oralı olmadı. Annem… Dedi. Sultan… Dedi. Yurt nöbetçi annelerine söylenen anlamsız duygusuz içi boş “Anne” kelimesinden çok farklıydı bu.

 

Gece herkesle birlikte yatağa girmişti. Esra’da uykudan eser yoktu. Bugün öğle saatlerinde yaşadıkları, okudukları bir türlü aklından çıkmıyordu. Hayal dünyasında öldürdüğü, yok farzettiği annesi, babası canlanmıştı sanki. İşte annesi Sultan, işte babası Kemal. Hemde burada bu şehirde. Yalnızca iki dolmuş uzakta. Peki neden bırakmışlardı kendisini buraya. Neden hiç arayıp sormamışlardı. Amcası, dayısı, halası kimsesi yokmuydu birgün arayıp soracak. Yoktu belki. Ama vardı belki. Neden gelmemişlerdi peki. Anne babası belki ölmüştü gerçekten. Hiç mi bakacak başka kimsesi yoktu da daha iki üç yaşında getirip bırakmışlardı buraya. Küçük aklı bu kadar sorguya dayanamıyordu. Saat gecenin ikisi olmuştu. Esra gözlerini tavana dikmiş binbir sorgu ile başbaşaydı.

 


Cumartesi; 06.30

 

Sabahlara kadar uyku tutmamıştı. Kimse uyanmadan usulca kalktı yerinden. Dolabını açtı. Kot pantolonunu, basenlerini kapatan uzun lacivert gömleğini giydi. Saçlarını bıraktı omzundan aşağıya. Spor ayakkabasını giyip usul adımlarla yurdun arka kapısına yöneldi. Bahçede bulunan çınar ağacına çevik bir hareketle çıkıp bahçe duvarına, oradan da yola atladı.Gidiyordu.Yurttan kaçıyordu. Annesine gidiyordu.


 Ana caddeye inip dolmuş beklemeye başladı. Bir süre sonra gelen ilk dolmuşa sordu;

                --Amca, Hacılar Beğendik Mahallesinden geçer mi?

                --Yok kızım. Tek dolmuşla gidemezsin zaten. Gel buna bin. İlerde Hacılar21’e bineceksin.

                --Tamam. Dedi. Geçip oturdu. Yarım saatlik dolambaçlı bir yolculuktan sonra şöför;

                --Bak kızım buradan karşıya geçeceksin. Oradan Hacılar 21 dolmuşu geçer ona bineceksin.

                --Tamam Amca sağol. Dedi Esra. İndi dolmuştan. Korna sesleri, insan kalabalığı. Şehrin keşmekeş hali. Koşuşturan insanlar, büyük mağazalar. Başı dönmüştü. Yirmi metre kadar ilerde ışıklar dikkatini çekti. Oraya yöneldi. Yeşil ışık yanınca hızlı adımlarla karşı tarafa geçti. Bir süre sonra beklediği dolmuş gelmişti. Hacılar 21 numaralı dolmuşa bindi.Dolmuş hareket etti. Yirmi dakika kadar geçmişti. Dolmuş şehrin gürültülü atmosferinden çıkıp şehir dışında gecekondu semtlerinin olduğu bölüme gelmişti. Kendisinden başka üç dört kişi daha kalmıştı dolmuşta. Endişelenmeye başlamıştı. Şöföre seslendi;

                

--Abi ben 37016 sokakta inecektim unutmadınız değilmi?

                --Yok unutmadım. Var biraz daha. Dedi şöför. Ara sokaklara daldı dolmuş. Etrafta yıkık dökük binalar, Küçük bakkallar. İki arabanın zor geçeceği daracık yollar. Dağ tarafına dolmuş hızla yol alıyordu. Arabanın tekeri her çukura düşmesinde içinde kalan üç beş yolcu bir sağa bir sola hareket ediyordu. Ama etrafındaki insanların bu hali kanıksadıkları her hallerinden belli oluyordu. Bir süre sonra dolmuş sağa çekti. Durdu. Şoför başını uzattı arkaya;

                --Ablacığım bak bu cadde boydan boya aradığın cadde.

                --Tamam. Sağol Abi. Dedi Esra. İndi dolmuştan.Gerisi kendisine kalıyordu. 21 Numaralı daireyi bulmak… Buralar zihninde canlandırdığı, anne ve babasının yaşadığını varsaydığı mahallelere hiç benzemiyordu. Ama gerçek buydu işte. Hem ne önemi vardı ki. Anne. Annesini bulmalı. Bir görmeliydi. Bir kez bir kez görmeliydi.Belki bir şey sormazdı. Belki tanıtmazdı kendisini. Belki konuşur tanıtır sarılırdı boynuna. Koklardı. Bunları hiç düşünmemişti. Ama bir kez görmeliydi işte.

                Ev numaraları tekli sıra ile gidiyordu. On yedi, On dokuz… Yirmi bir. Etrafı boyasız sıvasız yer yer kırık dökük biriket duvarla çevrili, önünde yine boyasız ve paslanmaya yüz tutmuş demir kapısı bulunan iki katlı bir ev vardı karşısında. Mahalle arası top oynayan, araçlar geldikçe kenara çekilip yol veren çocuklar. Köşede üstü açık, ağzına kadar dolmuş bir çöp bidonu. Evet burasıydı. Bu mahalle. Bu ev.Kalbinin atışları hızlandı.Usulca demir kapıya yaklaştı. Kapı açıktı.Dış duvarda bulunan zili çalmaya gerek kalmamıştı. İçeri girdi. Ürkek ve çekinden adımlarla birinci katta bulunan kapıya yaklaştı. Bir süre kaldı öylece. Cesaretini toplayıp çaldı kapıyı. Bekledi bir müddet. Kimse yokmu acaba diye geçirirken içinden kapı gıcırtıyla açıldı. Otuz yaşlarında bir kadın açmıştı kapıyı. Uzun boylu, haddinden fazla zayıf. Sorgulu gözlerin ardından;

                --Buyrun? Dedi. Esra kadını şöyle bir süzmüştü kaçamak bakışlarla.İç sesi hayır demişi.Hayır bu senin annen değil.

                --Şeyy Dedi.Sultan BULUT’u soracaktım.Burda oturuyormuş.

                --Sultan BULUT’mu. Yok burda öyle birisi.Devam etti Esra;

                --Eşinin adı Kemal. Çok uzun zaman önce burda oturuyorlarmış. Kadın;

                --Vala bilmiyorum ki. Biz zaten geçen yıl taşındık buraya.Kiracıyız. Anladım manasında başını salladı Esra.

                --Peki. Kusura bakmayın rahatsız ettim. Dedi.Daha fazla ne yapacağını bilemez bir şekilde dış kapıya doğru üç dört adım attı.Yukardan gelen ses ile geri dönüp başını yukarı çevirdi.İkinci kat balkon demirlerine tutunmuş Altmış beş yaşlarında bir kadın kendisine sesleniyordu.

                --Hayrola kızım kimi sormuştun.Esra daha kısık ve ürkek bir ses ile tekrarladı aynı şeyleri. Yaşlı kadın durdu bir müddet.Hafızasını yoklar gibi bir hal aldı yüzü. Esraya döndü ardından;

                --Sultan… He ya Sultan.Dedi. Devam etti sonra ;

                --Onbeş seneyi geçti belki. Kiracımızdı. Kemal idi doğru kocasının adı.Hiç anlaşamazlardı ve kızım. Ayrıldılardı bildiğim kadarı ile.Birde kızları vardı ya. Kadıncağız çaresiz kalmıştı.Yurda vermeyi bile düşünüyordu. Kader işte. Tüm dikkati ile kadının ağzından çıkacak her kelimeye odaklanmıştı Esra.

--Nereye gitti peki Sultan? Yaşlı kadın;

--Hayrola kızım niye soruyon ki? Neyi oluyon?

final yarın...
( Öteki Dünya-2 başlıklı yazı V.AliKızıltepe tarafından 24.11.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.