Esra demedi bişey. Yaşlı kadın;
--Yoksaaa! Kızımısın yoksa?
Boynunu büktü Esra.Birşey demedi. Yaşlı kadın;
--Gel hele yukarı gel
sen.Anlamsız adımlarla merdüvene yöneldi Esra. Beton merdüvenlerden yukarı
doğru çıktı.Oturdu dinlendi biraz. Yaşlı Teyze çay ikram etti.Saat On olmuştu.
Olanlardan yiyecek içecek birşeyler çıkardı. Yorulmuştu. Acıkmıştı.
Yaşlı Teyzenin anlattığına göre
annesi ile babası kaçarak evlenmiş, üç dört yıl burada oturmuştu. Kayserinin
bir köyünden gelmişlerdi.Babası burada bir fabrikada çalışıyormuş. Sonra işten
ayrılmış, sorunlarda ondan sonra daha bir artmış. Temeli yokluk olan
sorunlardan birbirlerine düşer olmuşlar, ayrılmışlar. Annesi kaçarak evlendiği
için baba evine de dönememiş. Kadın başına yapamamış tabi. Bir süre sonra
Maraştan başka bir talibi çıkmış.Ama oda kızını istememiş. Mecbur yurda vermiş
annesi kendisini. Yaşlı kadın anlattıkça anlatıyordu.Esra ise içine boşalttığı
gözyaşlarına daha fazla hakim olamıyor, artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yaşlı
kadının anlattığına göre annesi hala Maraştaydı.Hatta iki yıl kadar önce yaşlı
kadının bir iş için Maraşa işi düşmüş, evlerine kadar uğramıştı.Adresini tam
olarak bilmiyordu. Ama terminalden Doğukent dolmuşuna binmişlerdi. Doğukent
apartmanlarından B Blok Üçüncü katta oturuyorlardı. Bir süre sonra sordu yaşlı
kadın;
--Eee kızım napacaksın şimdi.
Durdu bir süre Esra.Ne yapmalıydı. Ne yapabilirdi.Gitmeliydi. Nolursa olsun ne
pahasına olursa olsun annesini görmeliydi.Ama tüm harçlığı buraya kadardı.Ancak
buraya kadarki dolmuş parasına yetmişti.
--Gitmeliyim Teyze.Gitmem
lazım.Görmem lazım bir kez.Tek bir kez.
--Nasıl gideceksin kızım. Kız
başına. Hem var mı harçlığın, yol paran? Ses çıkarmadı Esra.Anlamıştı.Yaşlı
Teyze diğer odaya geçti. Bir süre sonra geri geldi. Elini tuttu Esra’nın.
Avuçlarının içine bir 50 Lira sıkıştırdı. Sarıldı teyzeye. Ağladı. Ağladılar…Ağladılar…
…
Öğle olmuştu nerdeyse.Saat on iki
olmuştu.Kayseri terminalinde idi. Otobüse binmişti. Maraş’a gidiyordu. İki ayrı
dünya vardı. İkisinin de pek birbirinden haberi olmayan. Genellikle ikisinin de
birbirini yok saydığı. Pek çok insan yetiştirme yurdundan bihaberdi. Orası
neresi, orda kimler kalır, ne yerler ne içerler? Hangi okula giderler? Pek çoğunu
aileleri daha çocuk yaşta neden buralara teslim eder? Devlet bu çocuklara hangi
imkanları sunar? On sekiz yaşından sonra bu çocular ne yapar? Nasıl yaşar?
Orası “Öteki” dünyadır hep. Yurtta kalan çocuk içinde diğer insanların yaşadığı
dünya hep “Öteki” dünyadır. Anne nedir? Baba nedir? Kardeş nedir? Yurtta
yetişmek ayıptır çoğu kez. Saklanması gereken bir şeydir. Okulda saklanır,
çarşıda saklanır. On beşinde, yirmisinde, hatta otuz, kırk yaşında bile
saklanır. Öteki insanlar hep başka bakar kendilerine. Potansiyel suçludur
toplum için kendileri.
Otobüs hareket etmeye başlamış,
usul usul terminalden çıkmıştı. Anlamsız sorgusuz sualsiz bu kararı almıştı.
Aklının değil yüreğinin götürdüğü yere gidiyordu Esra.Bugün Öteki dünyadan
çıkmıştı. Öteki dünyaya adım atmıştı. Bugün şu an şimdi yapmalıydı. Gitmeliydi.
Annesini görmeliydi. Her ne olursa olsun. Yüzünü görmeliydi. Gözlerinin ta
içine bakmalıydı. Kendisinin gözleri gibi irimiydi acaba gözleri. Elleri.
Kendisinin elleri gibi beyaz mıydı? Parmakları uzun ve incemiydi. Anne gibi
kokarmıydı ?Anne ne demekti? Kapıda görür görmez ne hissederdi acaba Esra?
Annesi ne düşünürdü? Kan çeker miydi? Tanır mıydı bir görüşte? “Yavrum” diye
sarılır mıydı boynuna? Sarılır mıydı sıkı sıkı?
İkindi üzeri saat dört olmuştu. Ağustos
sıcağı azda olsa etkisini yitirmeye başlamıştı. Kahramanmaraş Terminali tıklım
tıklımdı yine. Yolcu kapma telaşındaki çığırtkanlar, yolcuların telaşlı
halleri, terminale girip çıkan otobüsler.Usul adımlarla çıktı terminalden.
Anayolun karşısına geçti.Bir süre sonra gelmişti Doğukent dolmuşu. Bindi
dolmuşa.Arkalarda bir yere geçti. Başını önüne eğmiş, parmağında bulunan gümüş
yüzükle oynuyordu. Dolmuş hızlı bir şekilde yol alıyor, Esranın bedeni
dolmuşta, içi, yüreği ruhu uçuyordu sanki.Bir süre sonra kaldırdı başını cama
dayadı. Onbeş dakikalık kısa bir yolculuktan sonra dolmuş Doğukent Sitelerinin
bulunduğu yerde indirdi kendisini. B Blok. Bulmak zor olmamıştı. Önüne geçti
apartman dairesinin. Başını kaldırdı bir.Baktı uzun uzun. On bir katlı bir apartmandı
burası. Giriş kapısından içeri girdi. Asansöre bindi. Üç numaralı düğmeye
bastı. Üçüncü katta indi. Sağında solunda iki daire vardı. Önsezisini dinleyip
sağdaki daireye yaklaştı. Durdu üç beş saniye. Derin bir nefes aldı. Ardından
zile bastı.Bekledi. Açılmadı kapı. Bir endişe rüzgarı esti içinde. Bir daha
çaldı. Ardından ayak sesleri geldi içerden. Usulca açıldı kapı. Altı yedi
yaşlarında bir erkek çocuğu açtı kapıyı. Şöyle bir baktı Esra’ya sorgu dolu
gözlerle. Ardından yine beş yaşlarında bir kız çocuğu uzattı başını. Esra
toparladı kendisini;
--Şeyy Sultan Hanım’ın evi burası
mı?
--Evet. Dedi erkek olan. Ardından
bağırdı;
--Anneeee! Ses duyuldu uzaktan;
--Ne vaaar!
--Birisi seni soruyooo.Dedikten
sonra kapıyı açık bırakıp yarım kalan oyunlarına devam etmek için içeri doğru
koşuşturdular.Ardından terlik sesi ile birlikte Sultan! Gözüktü. Başında
bulunan eşarbını düzelterek kapıya geldi.
--Buyrun? Esra baktı annesine.
Süzdü şöyle bir.Kalbi deli gibi atıyordu. Evet burdaydı.Karşısındaydı annesi.Ne
diyeceğini bilemedi. Annesi de kendisini süzdü boydan boya. Tanımaya
çalışıyordu belki.
--Ben… Dedi Esra…Benim adım
Esra.Kayseri’den.Beyninde git geller oldu Annesinin.Esra… Kayseriden.
--Esraa? Dedi sorgulu gözlerle.
Aklına gelen ihtimali kesinleştirme çabası vardı.
--Evet. Dedi Esra.Yurttan.İkiside
durdu bir an. Soğuk bir hava oluştu.Esra alt dudağını dişleri arasına
aldı.Buğulandı gözleri.Kırık bir ses tonu ile mırıldandı.
--Annee! Ses çıkarmadı annesi.
Şaştı kaldı bir an.Afalladı. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi.Kenarı
çekildi.
--Gel… İçeri gel. Dedi yarı
tereddütlü.Ayakkabısını çıkardı. İçeri geçti Esra.Oturma odasına geçtiler.
Karşılıklı kanepeye oturdular. Sustular. İkiside birbirine bakıyordu. Sonra iki
küçük bozdu sessizliği, küçük, kardeşini şikayete gelmişti.Esra gözlerini dikti
ikisine. Hayran hayran baktı.Kardeşleriydi bu ikisi. Esranın kardeşleri.Annesi
kararlı ve sert ses tonu ile ikisini de odalarına gönderdi yeniden. Esra’ya
döndü.
--Eee. Nasılsın bakalım? Neler
yapıyorsun? Okuyormusun?
--Evet. Anadolu Lisesi.Üçüncü
sınıftayım bu yıl.
--Çocukların adı ne?
--Enes ve Burcu. Enes bu yıl
başladı okula… Bir süre sürdü bu ilgisiz sohbet. Ardından Annesi çay demlemek
için mutfağa geçti.İçinde birşeyler ezilmişti Esra’nın.Herşeyi daha farklı
bekliyordu sanki. Daha sıcak, daha içten. Daha coşkulu belki. Sarılır boynuna
öper koklar diye bekliyordu belki. Yavrum der, bağrına basar. Kendisi de
sarılırdı belki. Ama şu ana kadar yaptıkları gayet resmi bir hal hatır
sormaydı.Bir süre sonra geldi annesi. Çayları doldurdu. Bu kez yüzünde o
şaşkınlık o kararsızlık yoktu.Daha kendinden emindi.Esra bir şey sormadan
anlatmaya başladı annesi;
--Cahildim o zamanlar.Çok
küçüktüm daha.Durumumuz iyiydi. Gönül verdim babana. Aptal kafa işte.Geldi.
İstedi. Vermedi babam. Fakir dedi. İşi yok dedi. Neyle geçindirecek seni
dedi.Dinlemedim. Kaçtım babana. Nede olsa affederdi babam.Annem gönlünü ederdi.
Ama olmadı. Babam hiç affetmedi. Şehre geldik. Bir ev kiraladık. Baban
fabrikaya girdi.Bir seneyi geçmedi sen oldun. Sonra ne bilim kötü gitmeye bazı
şeyler. Kötü arkadaşlar edindi baban. Her akşam kahve. Her gece on ikilere
kadar yolunu beklerdim. Sonra daha kötüsü oldu. İş yerinde patronun kardeşi ile
kavga etmiş.İşten çıkardılar. Elde avuçta ne var ne yok yedik. Başka birkaç işe
daha girdi. Yok hiçbir yerde dikiş tutturamadı. Yokluk, hep eziklik.
Alışmamıştım. Görmemiştim ben yokluğu. Sorunlar çıktı. O kahveden gelmez oldu.
Her gün kavga. İyice bir dövdü beni birgün. İki gün sonrada İstanbul’da iş
buldum dedi. Gitti. Dört ay. Dile kolay dört ay. Ne aradı ne sordu. Ben bir
çocuk, dört aydır kira vermeden, onun bunun verdikleri ile karnımı doyurdum.
Seni besledim.Sonra işte. Kayseride bulunan Teyzemin kızı aracılığı ile şimdiki
kocama geldim.İstemedi seni. Benim çocuğum yok, başkasının çocuğuna da ben
babalık edemem dedi. Çarem yoktu başka… Sustu. Başını yere dikti.Esra iki elini
çenesine götürmüş annesini dinliyordu.Ara sıra kirpiklerinden yanaklarına
süzülen yaşları elinin tersi ile siliyor, ardından yine iki eli ile çehresini
ellerinin arasına alıyordu. Belli ki kendisini savunuyordu annesi. Esra’nın
kendini suçladığını düşünüyordu belki. Savunma ihtiyacı duyuyordu. Oysa
Esra’nın hiçte öyle bir niyeti yoktu. Annesinin gözü laf arasında ara sıra
karşı duvarda bulunan saate kayıyor, sonra devam etti annesi;
--O günler artık çok geride
kaldı.Ben… Dedi durdu. Ben yeni bir dünya kurdum kendime. Eşim var. İki çocuğum
var.Onlardan başka kimsem yok. Kocam bugün beni gönderse gidecek sığınacak
kimsem yok. Yani benim bir düzenim var.
İçi acıdı Esra’nın. Usulca
kapattı gözlerini.Yutkundu.Güçlü olma çabası belirdi çehresinde. Annesi;
--Yani yanlış anlama ama, Kocam
baştan kesti. Yine uzunca bir sessizlik oldu.Karşı duvarda bulunan saate yeniden
baktı. Endişeli bir ses tonu ile;
--O da saat altı da geliyor
işten. Esra da gayri ihtiyari baktı saate. On beş dakika vardı 6’ya. Toparlandı
bir an.
--Ben kalkayım. Dedi.
Ayaklandılar birlikte. Kapıya yöneldi Esra. Açtı. Ayakkabısını giymeye başladı.
Annesi başında onu izliyordu. Giydi ayakkabısını. Ayağa kalkıp annesine baktı
son kez. Sırtını döndü. Ellerini oğuşturdu annesi. Bir şeyler diyecek oldu. “sus”
dedi içinden bir ses. Demedi bir şey. Hoşça kal demedi Esra. Asansöre bindi.
Aşağı indi. Yürümeye başladı. Annesi onu görünce var olan düzeninin bozulmasından
korkmuştu. Kızım dememişti bir kez. Yavrum dememişti. Oysa oysa Esra hiçbir şey
istemiyordu ki. Çocuklar gibi ağlıyordu. Belki ömründe hiç bu kadar
ağlamamıştı. Bir yandan karşıdan gelen insanların gözyaşlarını görmelerine
engel olmaya çalışıyor, bir yandan da hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
…
Otobüste yerini aldığında hava
kararmaya başlamıştı. Gidiyordu Esra. Kayseri’ye, yurda dönüyordu.