NEDEN HERKES ŞÜPHELİ?
Birkaç saatliğine Ankara’ya gittim, geldim. Bu yaz gününde yolculuk yapmak çok sıkıntılı ama otobüslerin bunu azaltacak donanımlarının olması imdada yetişiyor. Dışarıda alevli ateşler saldırırken, siz serin bir adada yolculuk yapıyorsunuz.
Sabah erken saatte Ankara’ya inmişseniz, Bakanlıklarda da işiniz varsa, bekleyebileceğiniz yer Güvenpark. Oranın devamlı olanları dışındakiler hemen belli oluyor. Ben de oradakiler arasında hemen dikkat çekenlerden oldum. Niyetim etrafı gözlemlemekti. Kendim gözlemin muhatabı oldum. Benim gördüğüm yoğun bir güvenlik duvarıydı. Özellikle Başbakanlık civarı sivil ve resmi polislerle doluydu. Ayakkabı boyacıları, çaycılar gidip geliyorlardı. Bankların her birinde kendiyle meşgul insanlar oturuyorlardı. Oranın devamlıları olan güvenlikçiler için her yeni gelen merak edilen birisi idi.
Büfeden Ankara gevreği aldım. Çaycı birkaç kez geçti fakat çayın sağlıklı olup olmadığına güvenemedim. Simidi kuru kuru yedim. Simitten yere sıçrayan küncülere parktaki güvercinler ve serçeler gelmeye başladı. Ben de onların park içindeki ekmek kavgalarını izlemeye koyuldum. Aralarında cüsse farkı olmasına rağmen serçelerin çeviklikleriyle haklarını kaptırmadıklarını gördüm. Sonra hiç kavga etmiyorlardı. Gagasına ekmeği alan yerden havalanıyor, kendilerine yeterli olanı yerken kalan parça yere düşüyor, en yakındaki kuş da onu kapıp kalkıyordu. Kravatlı bir adam elindeki poşetten bayat ekmek parçalarını ağacın dibine boşalttı. Birden oraya bir hücum oldu. Daha önce bu sahneyi yine Ankara’da bir parkta yüzen kuğu ve ördeklerde de görmüştüm. Ancak onlar biraz birbirleriyle itişip kakışıyorlardı. Kuşlarınki tam bir adil paylaşımdı.
Parkın kenarındaki otobüs durağında insanlar kendiliklerinden sıra olmuşlardı. Otobüs gelince sırayla biniyorlardı. Hani bizdeki gibi kapının önüne yığılma yoktu.
İlerdeki banklardan birinde oturan, kirli sakallı, otuz beş kırk yaşlarında bir adamın bana baktığını fark ettim. Benim niyetim dikkat çekmemek olduğu için o tarafa bakmamaya gayret ettim. Ancak adam ısrarla bana bakıyordu.
Elimde bir poşet vardı. Poşette klasör içinde evraklar bulunuyordu. Acaba görevli birisi mi diye düşündüm. Adam bana sanki beni tanıyormuş gibi bakıyordu. Sonra dayanamayıp kalktı, gelip yanıma oturdu. Önce saati sordu. Ben rahatsız olmuştum. Adam ısrarla gözlerime bakıyordu. Ne iş yaptığımı, nereden geldiğimi sordu. Sanki polis sorgusundan geçiyordum. Belki de oraya her yeni geleni böyle sorgudan geçiriyorlardı. Eğer öyle yapıyorlarsa bunlar işlerini gerçekten iyi yapıyorlardı.
Ben de ona sordum. Samsun’dan gelmiş. Saat onda Alman konsolosluğunda işi varmış. Almanya’ya gidecekmiş. Samsun’da öğrenci yurdu işletiyormuş. Asıl mesleği inşaat mühendisliği imiş. Geçen yıl Almanya’dan gelen bir turisti bir ay misafir etmiş. O da bunu davet etmiş. Söylemiyor ama ben anlatımından o kişinin bayan olduğunu çıkarıyorum. Söz aralarında, konuşacak söz kalmayınca gözlerini gözlerime dikiyordu. Benden bir şey mi isteyecekti. Hani parklarda dolaşan ve yardım isteyen tipler vardır. Çocuğu hastanede yatan, yol parası olmayan ya da öyle diyerek dilenen insanlar vardır. Önce polis sandığım adam acaba dilenci miydi?
Yoksa gariban bir emekli olduğuma inanmış ve isteyememiş miydi? Poşeti kucağıma almıştım. Bu sefer aklıma başka şeyler gelmeye başladı. Benim poşette yüklü miktarda para mı var sanıyordu? Poşeti kapıp kaçacak bir adama da benzemiyordu. Poşetin içinde para edecek tek şey biraz önce tekini yediğim Ankara gevreğiydi. Yine de onu kaybetmek tüm işimi alt üst ederdi. O evrakları hazırlamak için bir haftadır uğraşmıştım. Başbakanlığa teslim etmem lazımdı. Aksi takdirde suya gidip de susuz dönen adamın durumuna düşerdim. Açık söyleyeyim adamın hırsız olabileceği de beni korkutuyordu.
Rahmetli babamın Ankara’da yine böyle bir parkta yanına gelen ve her şeyi konuştuğu adamın, nasıl kendisini dolandırdığını, babamın buna ne kadar üzüldüğünü biliyordum. Babam parkta otururken yanına gelen kişiye tüm çocuklarını saymış, nerede ne iş yaptıklarını anlatmıştı. Bir gün sonra yanına gelen biri Zonguldak’taki oğlundan selam getirdiğini söyleyip yaklaşmış, sonra da kendisinden para almıştı. Babam durumu fark ettiğinde iş işten geçmişti.
Acaba o da beni yaşlı ve dolandırılacak birisi olarak mı görüyordu? O kadar şartlanmıştım ki, adam gitse ya da ben kalksam diye içimden geçiriyordum. Adamın benimle niçin bu kadar ilgilendiğini anlamlandıramıyordum. Benimle aynı yaşlarda ya da daha yaşlı olsa emekli psikolojisi olarak görebilirdim. Onunla hiçbir ortak yanımız yoktu. Artık sorularına ilgisiz cevaplar vermeye başladım. Daha çok ben sorular soruyordum. Bir taraftan da sürekli saati kontrol ediyordum.
Saate baktım dokuza yirmi vardı. Başbakanlık memurları dokuzda geliyorlarmış. Mesafe kısa ama ben yine de kalktım.
-“Benim vakit yaklaştı, bir uğrayayım dedim”.
O da katlı. Elini uzattı. Tokalaştık. Beni kendisine çekti. Yanaklarımızla da birbirimize dokunarak vedalaştık. Adam beni uğurlarken ;
-“amca ben seni çok sevdim” dedi. Şaşkındım. Kulübenin arkasına geçince ceplerimi yokladım. Hala onun son anda bile benden bir şey aldığını düşünüyordum.

( Neden Herkes Şüpheli? başlıklı yazı ahmet-ilhan tarafından 7.07.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.