Bırakıp cümle telaşı, sükûnetin ve suhuletin koynunda  kalem oynatmak  bir hayal oldu. Kalem ve kâğıtla aşinalığımız sekteye uğramasa da  dişe dokunur birkaç kelamı  bir araya getiremez olduk. Bin bir odalı efsun evin, bin birinci odasının duvarlarında yedi rengi bağrında barındıran  güzellikler varken; biz, mezbelelikte hazine aramaya devam ediyoruz.  Henüz yürümeyi öğrenen çocuklayın  kâh düşüp kâh kalkıyoruz. Dağarcığımızdaki mahdut kelimelerle  bir nev civânı betimleme telaşını yaşıyoruz.

 

                       O nevcivân , bizim hüzün kıyılarımızı terk edeli, hüznümüz daha bir ziyadeleşti. Gittiği meçhul iklimleri  hayal ederek iç geçiriyoruz nice zamandır.  Meçhul iklimlerin muhayyel perisine,  dağarcığımızdaki üç beş kelime ile meramımızı anlatmaya çalışmanın mahcubiyetini yaşıyoruz. Bu hâlimizi o muhayyel peri bilmiyor. Hala nefes alıp veriyorsak, onun  gözlerindeki ışıltının  içimize ektiği yaşama sevincindendir. Beyaz zambakları andıran edası , betimlemelere  sığmaz…

 

                       Hâli hazır, Ankara mahreçli mektupları postaya veremez olduk. Gönül yorgunluğumuz ve telaşımız birbiriyle harmanlandı. Böyle giderse mektup, yazmayı dahi unutacağa benzeriz…  Cep  telefonu  denilen alet çıktı çıkalı, mektup denen yazışma şekli eski ehemmiyetini kayıp etti.  Kalemler  şöyle adam akıllı  bir mektup yazamıyor artık. Yirmi birinci yüzyılda  güzellik ağacının dallarını budadık  uygarlık adına. Kelimeleri galat kullanmak, yabancı mahreçli huy edinmek  modernlik  oldu.

 

                       Nilüferler  su yüzünde susuz kaldılar. Menekşelerin boynu bükük. Lâleler,  çinilere hapis. Güller öksüz. Erguvanları hiç sorma! Onlar zaten yaralı. Bu günlerde Ankara’nın   sisli yamaçlarında da bir sonbahar telaşı var.  Cümle olanlar yazı yazma itiyadımızı kaşır durur. Yoksa, iki kelamı bir araya getirmek ne haddimize.

 

                        Kalem ve kâğıt, bulundukları günden bugüne  ne yürek yaralarının, ne hasretlerin ne  sevdaların  masum taşıyıcıları oldular. Şairler ve nasirler bu ikili sayesinde  duygularını ve düşüncelerini  bizlere aktarabildiler. Kentlerin ve insanların  en gizemli yanlarını aktardı yarınlara kâğıt ve kalem…

 

                       Tüm bunların yanında, kâğıtla kalemin  asıl ve en  önemli görevi,  Sonsuzluğun  sahibinin kelamını kıyamete kadar taşımak. Zaten bizim şikayetimiz de  kâğıtla kalemden ziyade devrandan. Sabrın ve vefanın  yeterince işlevselleştirilmemesi  işimizi oldukça  zorlaştırılıyor.

 

                         Ve dahi biz bu minvalde kaydı hayat ederken, aşinası olduğumuz  iki dosttan asla ayrı kalamayacağımızı anladık.  Aklımıza ne vakit bir söz gelse, hemen onlara sarılmayı ve  sözü hayata geçirmeyi vazife bildik…  Sükûnetin ve suhuletin koynunda kalem oynatamadık,  Bin bir odalı efsunlu evin  duvarına içimizdeki hüznü ve aşkı resmedemedik; ama  mektup yazdık  muhayyel bir periye de olsa…

Ankara,13.10.2010

 

 

 

 

 

( Bir Mektup Yazmak başlıklı yazı İbrahim Kilik tarafından 13.10.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.