Lucrezia-2
Papa VI. Alessandro, Kilise
işlerininin resmi idaresini kızı Lucrezia'ya teslim ettikten sonra Vatikan’da
işler iyice çığırından çıkmıştı.
1495’de, ılıman ve yağışsız geçen
Ocak ayından sonra Şubat karla beraber gelmişti. Tiber Nehrinin berrak suları
çabucak kirlenmiş, rengi çamurlu bir kahverengiye dönüşmüştü. Romalılar, biraz
eğlenebilmek için kendilerini sokaklara, sokakları beyaz örtüsüyle kaplayan kar
yağışına salıvermişlerdi. Neşe içinde oynayan çocukların çığlıkları büyüklere
de sirayet etmiş, onlar da onlarla kar topu oynayarak eyleniyorlardı. Yer er
sohbet edenler de vardı.
“Fransız kralı Charles, Napoli’ye
gelmiş, Türk Prensi yollayın bana, Fransa’ya götüreceğim onu, diyerek Papa’ya
haber yollamış.”
“Papa, Osmanlı’dan gelen altınlardan
vaz geçip de yollar mı ki?”
“Fransa Kralı Napoli ile savaşı kazandıktan
sonra, Papa’nın gözü korkmuştur. Yollamayacağım, diyemez…”
Lucrezia bu meseleyi Lizbon
Kardinali'ne danıştı.
Lizbon Kardinali Lucrezia'yı sessizce
dinledi ve “Papa bir konuyu Kardinaller Kurulu'na getirdiğinde, hakim
yardımcısı ile başka bir kardinal önerilen çözümleri yazarlar. Bu da, şimdi şu
konuşmamızı kayda alacak birinin burada olması gerekiyor demek” dedi.
Lucrezia, Kardinal'e cevap olarak
gayet güzel yazabildiğini söyledi.
Bunun üzerine Kardinal, Lucrezia'ya
Latince “Ubi est penna vostra?”(Hani nerede kalemin?) diye sordu.
Lucreazia, Kardinal'in sorusundaki
kelime oyununu hemen kavradı. Asıl anlamı “kanat, tüy” olan “penna” o sıralar
yazı aracı kuş tüyü olduğundan, “kalem” anlamına gelmekteydi. Bununla birlikte,
kelimenin ikinci anlamı “penis”ti.
Kardinal, Lucrezia'ya “Hani, nerede kalemin?” diye sorarken aslında kadın
kimliğinin bu işlere uygun olmadığını, yani penisi olmadığını ima etmişti.
Böylece o gün Kardinal tarafından
'nazikçe'(!) reddedilen Lucrezia Borgia, her ne kadar Kardinallerce “testisleri
olmadığı” gerekçesiyle önü kesilse de başarılı bir kadın olarak görevini etkili
bir şekilde sürdürmüş, yaşadığı dönemin kaderini tayin eden güçlü figürlerden
biri olmuştu.
*
Halkın sevgi ve saygısını küçük yaşta
kazanan Osmanlı şehzâdesi Cem Sultan (1459-1495), babası Fâtih Sultan Mehmed’in
3 Mayıs 1481 günü vefâtı üzerine yeniçerilerin tahta çıkarmak istediği ağabeyi
Bâyezid’e başkaldırmış, üzerine yollanan orduyu dağıtarak Bursa’yı ele
geçirmişti. Adına para bastırıp hutbe okutmuş ve ağabeyine, “Devlet’in ikiye
bölünmesini, Anadolu’nun kendisine verilmesini” teklif etmişti. Bu teklifi
reddeden Bâyezid’le yaptığı savaşta Cem yenilmiş, yaralı olarak önce Konya’ya
oradan Kahire’ye geçmişti. Bir süre sonra Karamanoğlu Kāsım Bey’in dâvetiyle
tekrar Anadolu’ya dönmüş, birlikte bir ordu kurarak Konya ve Ankara’yı
kuşatmışlar, ama bu iki şehri de alamamıştı.
Cem, Bâyezid’in üzerine geldiğini
haber alınca kaçarak Rodos Şövalyeleri’ne sığınmış ve 13 yıl sürecek bu kaçış
Hıristiyan âlemi için bulunmaz bir nimet olmuştu. Cem Sultan’ı korumak
üzere Osmanlı Devleti’nden her yıl
kırk-kırkbeşbin duka altını alan Hıristiyanlar, aynı zamanda herhangi bir savaş
girişimine karşı Cem’i ellerinde koz olarak tutmuşlardı.
Papa VIII. Innocente, hayâl ettiği
yeni bir haçlı seferinde Cem’i kullanmayı düşünmüş, bu yüzden Cem 4 Mart
1489’da Roma’ya götürülmüştü. Pâdişah İkinci Bâyezid bunu haber alınca, Cem’i
korumaları için şövalyelere vermekte olduğu parayı Papa’ya göndermişti. Üç yıl
için 120.000 duka altını tutarındaki parayı 30 Kasım 1490’da Roma’ya götüren
Koca Mustafa Paşa’ydı. Papa Innocente’nin ölümünden sonra Fransa Kralı
Sekizinci Charles, yine siyâsi emelleriyle yeni Papa VI. Alessandro’dan Cem’in
Napoli’ye gönderilmesini istemişti.
*
Papa VI. Alessandro, bu taleple gelen
Fransa Kralı Charles’in elçisini ağırlamıştı.
Elçi, elindeki şarap bardağını uşağın
uzattığı altın tepsiye bırakıp bir yenisini almayı reddettikten sonra, “Ben
gidiyorum. Konuşulduğu gibi öğleden sonra gelip Cem'i alacağım,” diyerek
Papa'nın ona uzattığı elin orta parmağındaki yüzüğü öpüp, çıkıp gitmişti. Elçi
gider gitmez konuyu sekreteri ve kızı olan Lucrezia ile uzun uzun konuşmuşlar
ve sonunda bir karara varmışlardı.
Papa’nın Cem Sultan’ı Fransız Kralına
göndermemesinin tek yolu Cem Sultan’ın da gitmeyi reddetmesine bağlıydı. Bunu
sağlaması için kızı Lucrezia’yı görevlendirdi.
“Onu ikna etmek için bütün
yeteneklerini kullanmanı istiyorum senden! Baktın ikna olmuyor, bizim
menfaatlerimizin yok edilmesinin karşılığında Fransa Kralının da umduğu
menfaatler gerçekleşmemeli! Türklerin bir atasözünde denildiği gibi, bize yar
olmayan, ona da yar olmamalı. Anlıyor musun Lucrezia? ”
“Anlıyorum efendim. Yüzüğüm bu konuda
gereğini yapacaktır.”
Lucrezia’nın yüzükleri içinde etkili
zehirler bulundurulabilen bir hazneye sahipti.
*
Geniş bir avlunun etrafını sarmış tek
Katlı, taş duvarlı, tek gözlü barınakların arasında Cem Sultan’a tahsis edilen
malikane bir hayalet ev gibi görünüyordu.
Cem Sultan, pencereden, avlunun porte
kapısında soğuğa karşı sımsıkı giyinmiş, nöbet tutan ya da etrafta dolanan
askerleri seyrediyordu. Görünürdeki büyük avlunun zemini ve barınakların
çatıları karlarla örtülüydü. Avluya giren dört atlı bir arabanın içindeki
ziyaretçiyi merak ederek beklemeye başladı.
Gelen Lucrezia’ydı. Malikanenin geniş
salonunda başbaşa kaldıktan sonra
konuşmaya başladılar.
Lucrezia, Cem Sultan’a gülümseyerek,
“Saygıdeğer Prens hazretleri, kesin olarak Fransa Kralı Charles ile Fransa’ya
gitmek arzusunda mısınız?” diye sordu.
Cem Sultan, hüzünlü gözlerini
Lucrezia’ya dikti. “On üç yıldır hem Rodos şövalyelerinin, hem de Papa’nın
elinde yaşadığım esaret süresince hiç prens muamelesi görmedim. Sizin prens olduğumu
hatırlatmanız hoştu, teşekkür ederim. Evet, Fransa’ya gideceğim! Benim için
burada da, Fransa’da da yaşanacak esaret farklı olmayacak, eminim; ama
Fransa’ya gitmek bir değişiklik olur en azından.”
Lucrezia, bu sözlerden etkilenmiş
gibi şaşkınlıkla, “Tanrı korusun, siz burada bizlerin konuğusunuz!
Ağırlanmanızda bir kusurumuz olduysa derhal telafi edebiliriz.”
“Bu malikanenin dışına çıkıp Roma’yı
gezebilir miyim?”
“Tabii ki…”
“Şimdiye kadar niye müsaade edilmedi
o halde?”
“Tamamen sizin can güvenliğiniz
içindi, inanınız…”
Cem Sultan, omuzlarını silkti. “Ne yazık ki,
doğru söylemiyorsunuz…”
Lucrezia, ortamın gerginliğini
azaltmak için gülerek, “Size ben güvence veriyorum. Artık, çektiğiniz tüm
sıkıntılar bitmiş olacak,” dedi. Gitti, adama iyice sokulup ona bedenini
hissettirerek sırnaştı. “Bizzat ben bir cariyeniz olarak her hizmetinize amade
olacağım. Çünkü, sizden çok hoşlanıyorum…”
*
Cem Sultan, ikna olmamıştı. Genç
kadını sıcak bir şeyler ikram edip kısa
bir süre daha ağırladıktan sonra yolcu etmişti. Lucrezia’nın, bulduğu bir
fırsatta yüsüğünden adamın bardağına akıttığı birkaç damla zehir yüzünden
karşılıklı içilen bu içecekler Cem Sultan’ın bir kadınla karşılıklı içmiş
olduğu son içeceği olacaktı.
Kadını yolcu ettikten sonra, Cem
Sultan, kendine tahsis edilmiş malikanede son hazırlıklarını yapmaktaydı.
Yanında mabeyncisi Haydar Bey vardır.
Cem Sultan, gözleri dolu dolu iken,
iç çekerek, “Öğleden sonra bu cehennemden kurtuluyoruz,” dedi. “En başında Osmanlı
tahtına talip olmamalıydım, bu perişanlığı çekmezdik. Zavallı annem, karım...
Onlar da Kahire' de kahır çekiyorlar. Her şey benim yüzümden oldu..”
“Şehzadem böyle şeyler söylemeyin.
Siz hiçbir şey yapmasanız da nasılsa ağabeyiniz sizi yaşatmayacaktı. Gördünüz,
rehin tuttuğu şehzadenizi nasıl hemen acımasızca öldürttü. Sadi' yi de, veziri
Gedik Ahmet Paşa' yı da... Böyle kendinize eziyet etmeyi bırakın. Hayırlısıyla
bir Fransa'ya geçelim, valideniz de, hareminiz de yanınıza gelecektir. Haydi
artık yüzünüz gülsün.”
“Hayatımda bu kadar tiksindiğim bir
başka yer daha görmedim. Utanç verici bir hayat sürüyor buradakiler. Papa
gelmiş geçmiş en utanmaz adamlardan biri, çocukları da öyle. Kızını siyasi gücü
uğruna ona buna peşkeş çekiyor. Her yerde büyük bir bir süs, zenginlik,
resimler... Ama ne yazık, bütün bu görkeme karşın ruhları çok fakir bu
insanların.”
Haydar bey, “Kral Charles, Napoli’ye
kadar gelmeseydi papazın bize neler yapacağı belli değildi,” dedi. “Doğrusu bir
kafire şükredeceğimi hiç düşünemezdim, ama işte Fransa kralına şükrediyorum.
Gerçi o da, bütün gücüne karşın Papa'ya bağlı bir Katolik. Üstelik bağlılık
yeminini de yinelemiş…”
Cem Sultan, elini sağlayarak,
“Siyaset... Siyaset işte böyle bir şeydir, her an katiller maktul, maktul
adayları da katil olabilir. Onların çıkarı şu anda böyle davranmakta. Bize
gelince, ben yine de geleceğimden kuşkuluyum. Charles'a da ne kadar
güvenebilirim? Ama ne yazık elden gelen bir şey yok. Sürüklenip gidiyoruz işte.
Hakkımızda hayırlısı…”
*
VIII. Charles’in elçisi, Cem Sultan’ı
teslim alıp götürmeye gelmişti. “Hazırlanırsanız, sizi bu gün Napoli’ye
götüreceğim efendim,” dedi.
Cem Sultan, soğuk bir sesle, “ben
çoktan hazırım. Ne zaman isterseniz yola çıkabiliriz…” diye karşılık verdi.
Güneş batarken Cem Sultan, Fransa
Kralı Charles’ın elçisiyle birlikte Napoli' ye doğru yola çıktılar. Cem Sultan,
Vatikan' dan gözü arkada ayrılmak
zorunda kalmıştı.
*
Papa'nın çalışma odasında Papa ve
Lucrezia keyifle gülmekteydiler.
“En fazla iki günü var efendim. Sonra
hastalanarak ölecektir. Şimdiden ateşi çıkmıştır, eminim.”
Papa VI.Alessandro, elini kaldırmış,
kandillerin ışığında yakut gibi parlayan şarap dolu kadehine bakmaktaydı.
“Aşağılık Charles bütün planlarımızı alt üst etti. Neyse ki sonunda Cem' in
üzerinden o da menfaatlenemeyecek.”
*
Ve Cem Sultan işte bu yolculuk
sırasında hastalanarak sekiz gün sonra 25 Şubat 1495 günü Napoli yakınlarındaki
Castel Capuana’da öldü.
İkinci Bâyezid kardeşinin ölümünü
haber aldığında üç gün yas ilân edip gıyâbî cenâze namazı kıldırdı. Tahnit
edilmiş cesedi Napoli’nin kuzeyindeki Gaeta’da toprağa verilen Cem’in cenâzesi
bile kazanç konusu yapılmak istendi.
Pâdişah’ın 1495 Mayıs ayında bir elçi gönderip istettiği kardeşinin
cenâzesini Fransızlar vermemişler, 1496
Şubat’ında ikinci bir elçi gönderildiğinde, “cenâzeyi 50.000 duka altınına
satacaklarını” söylemişlerdi. Sonra ülkesini Fransızlardan kurtaran Napoli
Kralı Frédéric’e gönderilen bir elçiye, bu kral da, elindeki cenâzeyi beşbin duka altına satmak istemişti. Ayrıca
Papa, Cem’in cenâzesini Kral’dan alıp
Pâdişah’tan para koparma gayretine düşmüştü.
Nihayet İkinci Bâyezid, 1499 Ocak
ayında Napoli Kralı’na savaş gemisiyle bir elçi daha göndermiş ve sekiz gün
içinde Cem Sultan’ın cenâzesi teslim edilmediği taktirde Türk Ordusu’nun İtalya
sâhillerini işgâl edeceğini bildirmişti. Bunun üzerine 29 Ocak günü, dirisi 13
yıl, ölüsü 4 yıl gurbette kalan Cem’in tâbutu törenle San Cataldo İskelesi’ne
getirilip Türk gemisine teslim edildi.
Fâtih Sultan Mehmed’in 23 Aralık 1459
günü Edirne Sarayı’nda doğan üçüncü
oğlunu taşıyan gemi, Avlonya’da bekleyen Türk filosunun refakatinde önce
Gelibolu’ya, sonra Mudanya’ya gelmiş ve Cem Sultan, babaları Fâtih’in
sağlığındayken ölen ağabeyi Şehzâde Mustafa’nın Bursa Muradiye’deki türbesine
büyük ve hazîn bir merâsimle defnedilmişti. Cem Sultan’ın hâtırasını, kendisine
ait bir mısrâ ile analım:
“Hayfâ ki geçdi bilmedik, ol hoş
zemân idi…”
*
(
Lucrezia-2 başlıklı yazı
AliKemal tarafından
20.08.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.