Bir Ocak daha ölüyor takvim yapraklarında usul usul, can çekişe çekişe.. Aralık ayının kocamış, yaşlanmış bir yılı  ardına katıp yitip gitmesi gibi yeni yılın ilk ayı da eskiyip yitiyor işte adı ha Ocak olmuş ha Şubat ne farkeder.. Getirdikleri alıp götürdüklerinin yanında devede kulak misali, anlayana yaşanmamış ömürden ömür alarak gidiyor aylar.. Bense yine küf kokulu, bir döşek, bir masa ve bir sandalyeden ibaret dört duvar arasında, Ocak soğuğunun tenimi acı acı yaktığı bir gecede, son kullanma tarihi çoktan geçmiş uyku nöbetlerinden birindeyim; gözümü kırpmıyorum geceye! En uzun geceler diyorlar bu kış gecelerine sevgilim! Kara kış olsa ne yazar, sen olmadıktan sonra kapıların kapalı olmasının ne önemi var; hep aralık benim kapım ki geldiğinde olur da duyamazsam geri dönmeyesin diye! Anason kokusu.. Nikotin kokusu.. Tütün kokusu.. Günah kokuyor her köşede.. Günaha boyalı bütün duvarlar.. Bana sensizlikten daha büyük günahın olmadığı bu şehirde hangi günah sensizlikten daha fazla yakabilir beni? Heyhat; özlem ve hasret sokaklarında döne dolana sabaha çıkıyorum gözlerim kızıl kan çanağında.. Ve sen hala yoksun bu şehirde!

*

İçimde sınırları olmayan bir mülteci acı; konup duruyor oradan oraya, dil bilmez, yol bilmez, yordam bilmez. Tek bildiği bir kurtuluş savaşı neferi edasında kendini kurban etmiş bu aşk uğruna. Ne uçurumlar, ne dikenli teller, ne amansız fırtınalar, ne karlar, ne boranlar, ne şimşekler, ne yıldırımlar, ne de başıbozuk küfürler.. Durduramıyorum bu sana tutkun beni! Ve iflah olmaz bir anarşist ruh yükleniyor olanca varlığıyla içimde; tüm ülkenin duvarlarına ısrarla ve inatla “tek yol aşk” yazıp maviye ve turuncuya boyayasım geliyor bütün soğuk betonları aşkla. Dünya üzerindeki varolmuş bütün aşkların birleşkesinden, toplamından mutlu mesut bir dünya ülkesi yapasım geliyor; bayrağında kırmızı bir kalp, marşı en güzel aşk şarkıları! Don Kişot'un yel değirmenleriyle savaşması gibi; dökülen kanları, yapılan savaşları, bu anlamsız toprak hırsını ve dahi bütün dünyayı kurtarabilirmişim gibi tek silahım olan aşkla!

*

Bir saklambaç mı bu oynadığımız sevgilim? Saklanan sen, ebe hep ben.. Duvarlara yumduğum gözlerim seni arıyor, arıyor, arıyor ama bulamıyor.. Elma dersem çık, armut dersem çıkma diye bağırıyorum avazım çıktığı kadar bütün şehre.. Yoksun ki! Ne armut diye bağırdığımda çıkıyorsun, ne de ben vazgeçiyorum bağırmaktan ta ki sesim kısılıp olduğum yerde kalana kadar.. Kezzap acısı kalbime atılmış, jiletle kazınmış aşk kanıyor ruhum.. Biliyorum, farkındayım, zavallı bir sokak palyaçosuyum ben bu şehirde sensiz.. Kimseye söyleyemediğim derdimi kimseler anlayamıyor ve ben ana kuzusu bebekler gibi çırpınıyorum koca şehirde anlatamadığım derdimle..

*

Bir cenaze alayı geçiyor kalbimin ortasından. Hepsi de umut yazılı tabutlara sarılmış.. Onlarca yüzlerce belki de binlerce tabut.. Kendi cenazelerimi seyrediyorum yanı başımdan geçerken. Omuz atıyorum en öndekine, sonra sırayla en arkaya kadar geçiyorum yavaş yavaş.. Ses geliyor son tabuttan belli belirsiz; “bitmedi, bu gömdüğün umutların daha ne ki,” diyor bir ses, “bizim çocuklarımızı bizim torunlarımızı da aynı son bekliyor.. Ta ki son umudunu da yitirip aklını gezmelere yollayana kadar..” Olduğum yerde kalakalıyorum öylece, geçip gidiyor siyah giysili omuzlar üzerinde tabutlar, kapısında “bütün umutlar bir gün solacaktır” yazılı umut mezarlığına doğru. Hayır, diyorum, elimde tek bir umutta kalsa, en son umudum da kalsa, asla öldürmeyeceğim, bitirmeyeceğim umutlarımı..

*

Bir geceye daha sönüyordu ışıklar, sönüyordu yanan ateş, sönüyordu gökyüzü, yıldızlar sönüyordu; içimdeki aşk ise sönmek bir yana alev alev yandıkça artıyor, şehri sarıyordu kızılca kıyamet! Mayın tarlalarında parça parça bedenim, bedenim bütün dünyevi korkulardan ırak; günüm gecem yol öykümün, aşk hikayemin, kendi masalımın biricik kahramanı sevgiliden uzak.. Dağarcığımda bildiğim, yaşadığım, nefes aldığım tek aşk, adı sen; ellerim tetikte, geldiğin an kenetleyeceğim ellerimi ellerine sımsıkı ki bir daha kader bizi ayıramasın diye! Kader dedim ya.. Kaderle bir düello içindeyim yıllardır, bir o vuruyor sol yanımdan, bir ben indiriyorum alnının çatısından; ama ölen giden yok, bir direniş ikimizde de birbirimize rağmen, birbirimize inat!

*

Ders kitaplarının arasında çizgi roman okurdum küçükken. Yüzbaşı Volkan, Red Kit,  Tommiks, Süpermen.. Ama en çok Red Kit'i severdim ben.. Tek başına bütün kötüleri alt eder, gölgesinden bile hızlı silah çeken yalnız bir kovboy olarak yaşardı.. Bir başınalığımın sembolüydü belki de ta o yıllardan; tek başınalığımın simgesiydi sensiz yavanlığın zirvesindeki bu şehirde.. Bir kitap ayracı gibiyim hayatın ortasında.. Öncemi okuyup bitirmişim, sonramın tek kelimesinden bihaber! Bak böyle dedim ya, fal bakan yaşlı kadın geldi aklıma. Titrek elinde boş kahve fincanı, büyü yapar gibi mırıl mırıldanmış, “senin mutluluğun bir çiçeğin içinde gizli”, demişti kara gözlerindeki simsiyah bakışlarını üzerimde gezdirip. Sonra avucumu açtırmış, adının harflerini sıralamıştı birer birer kulağıma. Gülüp geçmiştim. Anlıyorum ki gülüp geçmemeliymişim. Belki de daha söyleyecekleri vardı bana, benim de ona şimdi daha soracaklarım olduğu gibi..

*

Kızılırmak seddinde yürüyorum başı bozuk.. Köprü altındaki sarhoş sabahlamalarım,  sokaklarda üşümelerim, parklarda bir yanı kırık eski banklarda geçen gecelerim geliyor aklıma bir bir; hepsi sensizlikten diyorum sevgilim, hepsi de sensizlikten.. Bir çığlık bölüyor şehri; içimde yankılanan ama kimsenin duyamadığı.. Bilmediğim bir dilde sımsıcak kış şarkıları çalınıyor kulağıma, içim ısınıyor bilmediğim bir dilde.. Şehirde saat şimdi ikindiyi geçkin, vakit akşama gebe.. Yürüyorum.. Ağır ağır bir araba geçiyor yanımdan, içinde kendini kaybetmiş nakaratlar: “Tanrım kötü kullarını sen affetsen ben affetmem” Dilime takılıyor bu hasret nöbetinde, efkara bağlıyorum yeniden bünyeyi..

*

Kimine gökkuşağı gibi rengarenk, kimine en az Beşiktaş kadar siyah beyaz bu aşk olmasa hayatlar mat, kurak; biçimsiz, şekilsiz, fakir bir his aşksız yaşamak. Sensizlik ne kadar acıtsa da, sensizlik ne kadar kanatsa da, her gece dünyayı kurtaramamış olmanın ağırlığıyla üzerimde binlerce yükle sabahlasam da, eski açıkta Beşiktaş'ın maçlarını seyrederken hissettiğim heyecan yüreğimde olarak uyanıyorum yine de her yeni günün sabahına.. Çünkü biliyorum ki takımlarımız ayrı olsa da kalplerimiz bir atıyor, çünkü biliyorum ki yüreklerimiz aynı sevdada yüzüyor, çünkü biliyorum ki bir gün kavuşma umudumuz hala saklı! Sensizlikte seni kokluyorum senden hatıralara sarılıp; suda yanıp ateşte ıslanıyor yüreğim, aşkın jargonunda var diyorum bu hasret bu özlem!

*

Uzaklarda bir caminin minaresinden müezzinin ilahi bir ezgiyle sıralanmış namaza daveti karışıyor gökyüzüne.. Kapılıp gidiyorum sesin geldiği yöne doğru. Kendimi caminin şadırvanında abdest alırken buluyorum. İçeri giriyorum, derin bir huzur, kifayetsiz bir hal üzerimde, cemaate karışıyorum; imam içinden dualar okuyor, ben seni bana kavuştursun  Allah'ım diyerek amin diyorum.. Rükuya eğilirken “hasretim” diyorum, alnım secdeye gittiğinde “özledim”; verdiğim her selamda “muhtacım sana”.. Her tespih tanesinde seni zikrediyor dilim seni yaratana dua ile, eller açılıyor semaya, ettiğim bütün dualar senin için, bizim için sevgilim..

***

www.muratyuksel.com.tr

twitter.com/mavikaradeniz 


( Bir Kitap Ayracı Gibiyim Hayatın Ortasında.. başlıklı yazı Maikaradeniz tarafından 24.01.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.