Saat gecenin bilmem kaçıncı dönümünde.. Hırçın ve öfkeli akan koca Kızılırmak nehrinin üstünde kurulu, iki küçük köyü birbirine bağlayan kimbilir kaç yılından kalma tahtadan yapılma eski bir köprünün ortasında ayaklarımı köprüden aşağı sallandırmış, bir yanımda ılımış tekel birası, bir yanımda suya salınmış sessiz sakin süzülen oltam, dudaklarımda ciğerimin eşsiz bayramı sigara.. Yarenim ıssız gölgem, yarenim hırçın Kızılırmak, yarenim sessiz Karadeniz, yarenim binlerce yıldız, yarenim gökte ay, yarenim gece kuşları.. Yıldızı bol uzun bir gecenin koynunda, yaren gece kuşlarının o sakin, o dinlendirici, o huzurlu seslerini yudumlarken benliğimde, uçsuz bucaksız laciverdi gökyüzünün koynundan kopup sonsuzluğa dalıp giden bir yıldızın kuyruğuna yapıştırmıştım dileğimi..

 

Dört soğuk duvar.. Ortasında tahta bir masa.. Bir ayağı sallanıyor.. Pencereler kapalı, perdeler örtülü.. Bir başka gece.. Bir başka zaman.. Aynı karanlık.. Aynı ıssızlık.. Gölgemi almışım karşıma, sarhoşluğun bünyede yarattığı susuz dinginlikle 32 kısım tekmili birden her yerde bulunmaz hayat dersleri veriyorum usul usul.. Bedava! Şerefe, sağlığa, aşka, yalnızlığa diye kalkarken kadehler birbiri ardına, içiyorum tek tek, yalnızlığıma, birbaşınalığıma, kimsesizliğime.. Hangisini sayarsan say işte.. Her yeni kadehte kadere ayrı giydiriyorum, hayata ayrı; yaşadıklarıma, yaşayamadıklarıma ayrı giydiriyorum, insanlara ayrı.. Her yeni kadehte öfkem çığ gibi büyüyor, yanardağlar gibi ha patladı ha patlayacak.. Sonra sızıyorum, sonrası kesif bir boşluk, dudaklarımda sarhoş bir dilek.. 

 

Denize kimbilir kaç kilometre tepeden bakan yüksek bir dağın ürkütücü yamacında, arkamda sık ve kalın ağaçlarla kaplı oksijen kaynağı tipik bir Karadeniz ormanı, önümde ışıklar içinde uzanmış koca şehir minyatüre dönüşmüş, küçücük.. Solumda derme çatma bir çadır, önünde çalı çırpıdan tutuşturulmuş alev alev bir kamp ateşi.. Çıtır çıtır yanarken kuru dallar, ortalığı aydınlatıyor yükselen alevleriyle.. Bir türkü tutturuyorum gecenin ortasına sözlerini yalan yanlış bildiğim ki gecenin bu saatinde bu ıssızlıkta hiçte sırıtmayan.. Sonra eşsiz konserimi bölen bir küçük misafir geliyor, konuyor parmaklarımın ucuna.. Küçücük.. Uç uç böceğim diyorum, annen sana terlik pabuç alacak.. Uçmuyor.. Yanan ateşin ışığında parlayan siyah puantiyeli kırmızı gövdesiyle kafasını bana dikip bakıyor öylece.. Karşılıklı susuşuyoruz.. Hadi, diyor sonra, dileğini söyle de uçup gideyim.. Dilimde hiç değişmeyen aynı dilek..

 

Bir rüya görüyorum.. Gerçek olamayacak bir rüya.. Yanık mı yanık bir doğu Karadeniz ezgisi rüzgar gibi esip geçiyor denizden yukarı. Bütün tüylerim diken diken.. Ürperiyorum.. Ne yana baksan masmavi bir deniz.. Çarşaf gibi.. Vakit sabahın turuncu kızıllığı.. Derken bu turuncu güzellik masmavi denizin derin sularına karışıyor.. Bir bakıyorum deniz olmuşum, bir bakıyorum denizin ortasında küçük bir sandal.. Bir turuncuya dolanıyor her yanım, bir turuncu oluyor her bir tarafım.. Yüzümde şaşkınlıktan ziyade sırıtan bir gülümseme.. Mutluyum ama tarifi mümkün değil.. Cennetteyim desem değil.. Dünya desen hiç değil.. Bir el uzanıyor turuncu kızıllıktan, tutunup çıkıyorum maviliklerden sırılsıklam.. Denizin orta yerinde, denizin üzerinde el ele tutuşup yürüyoruz, yunusların eşliğinde kutsal bir seramoniyle.. Dönüp gözlerine bakıyorum, gözleri deniz oluyor, deniz turuncuya boyanıyor; gözlerinde kalbini görüyorum, kalbinde beni..

 

Kim demiş rüyalar hep tersine çıkar diye? Kim demiş rüyalar asla gerçek olmaz diye? Hep isteyeceksin.. Kalbinle, yüreğinle, ruhunla isteyeceksin.. Ne olursa olsun asla vazgeçmeyeceksin istemekten.. Ne karanlık gecelerde, ne kuytu köşelerde, ne düşüp de kalkamadığın diplerde.. Pes etmeyeceksin.. Dilinden düşürmeyeceksin.. Kalbinden bir an dahi eksik etmeyeceksin.. Bir gün bakıvermişsin ki olmaz denilen olmuş, bir gün bakıvermişsin ki vazgeçmemenin ödülünü almışsın, bir gün bakıvermişsin ki rüyalarından çıkıp gelmiş, düşlerinin sultanı ete kemiğe bürünmüş, gelmiş gönlüne kurulmuş, kalbinin sahibi olmuş.. Hep beklediğin, hep istediğin, hep düşlediğin gibi..

 

Bugün aşk dergahımda kutlu bir gün.. Bugün sevgilinin doğum günü.. En sevgilinin.. Varlığıyla önce beni, sonra dünyayı şereflendirdiği gün.. Karanlık bir çağın kapanıp çiçek kokulu bir çağın başladığı gün.. Bugün biliyorum ki bu yürek kimseyi böyle sevmedi, bugün biliyorum ki beni ben eden bu meftun sevda en çok ona yakıştı, en çok onunla yakıştı.. Ve bugün biliyorum ki; Sevgili benim sadece gönlüme doğmadı.. Ömrüme de doğdu.. Koca bir geçmişi, olanca hayatımı silip attı bir kalemde, bir bakışı bir gülüşü bir sevişi ile yeni bir ben doğurdu bu sonsuz sevdasıyla.. Onun içindir ya, bugün, hem sevgilinin doğum günü, hem benim yeniden doğduğum gün; hem de bu aşkın yüreklerimizde aslolduğu gündür.. 

 

Sen, ey yedi tepeli kadim şehrin yasemin kokulu sultanı; kalbimin ilacı, gönlümün doktoru, ruhumun cilası.. Sen, ey yedi tepeli kadim şehrin masmavi yarını; ömrümün aydınlığı, yüreğimin umudu, dünyamın ışığı.. Haykırıyorum yedi düvele sevdamızı, haykırıyorum bütün coğrafyaya.. Seni çok seviyorum.. Doğum günün kutlu olsun!İyi ki varsın..

***

www.muratyuksel.com.tr

twitter.com/mavikaradeniz

( Doğum Günün Kutlu Olsun başlıklı yazı Maikaradeniz tarafından 21.06.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.