Çaylarını içip
bitirmişlerdi.
Ümmühan, “bir de
yazlığı dolaşalım da, kırığı, gediği var mı, yok mu, bir bakalım,” diyerek
ayaklandı.
Halil, “galiba,
pansiyon olarak kiraya veriyorsunuz yazlığı, değil mi?” diye, cevabını zaten
bildiği şeyi sordu.
Ümmühan da, onun
bildiği şekilde, “evet,” dedi.”Ağustos onbeşine kadar. Sonra kendimiz
geliyoruz…”
Halil çay paralarını
ödedi.
*
Sahil yolu
boyunca yürümeyi sürdürdüler. Ümmühan, bir şarkı mırıldanmaya başladı. "
W’ill Always Love You..." Sustu.
Halil Kaya,
birden dikkat kesildi onun mırıldandığı şarkıya, "1974’müydü, 75’miydi,
ne, rahmetli hocam Amerika dönüşünde bir kırkbeşlik plak hediye etmişti bana.
Şarkının bestecisi Dolly Parton söylüyordu. Bayılırım bu şarkıya.”
“Biliyorum o
plağı. Nereden ezberledim sanıyorsun şarkıyı? Senin evdeki plakların arasından
bulmuştum ben de…”
“Benim odamı mı
karıştırdın ben yokken?”
“Hayır, canım...
Nisa teyze getiriyordu odandan, arada bir beraber dinliyorduk. Salonda yani…”
“Öyledir
inşallah! Haydi, söyle biraz..." Ümmühan, şarkıyı sonuna kadar söyledi.
Halil Kaya,
”Şahane söyledin, yahu. Ne güzel sesin varmış!” dedi.
Ümmühan, ona,
"Benimle evlendiğin vakit, sana her gün söyleyeceğim bu şarkıyı..."
diyerek güldü.
Halil, konuyu
aceleyle değiştirmek isteğiyle, "Arabayı almaya gidelim mi?” diye sordu.
Arabayı bırakmış
oldukları şehir merkezinin aksi istikametinde yürüyorlardı. “On dakikalık yer,
gideceğimiz... Yürüyelim de yolda sana şarkılar söyleyeyim...”
Sahil yolu
boyunca, yolun yarısını kat ettiklerinde Ümmühan onun elini tutup çekiştirmeye
başladı, “Haydi koş! Eve benden önce varabilirsen, bugün ne istersen iste
yapacağım…”
Halil umutla
atıldı, “Söz mü?...”
“Namus sözü!...”
“Aşk meşk diye
kafa ütülemeyeceksin…”
“Tamam. Ama ben önce varırsam, sen de benim
isteklerimi yapacaksın!”
Halil, kıvırttı.
“Aaa… O, olmadı…Karşılıklı iddia yok…”
Ümmühan, onu
kandırmak isteyerek, “Tamam,” dedi; “Senin bütün isteklerin, benim ise bir tek
isteğim…”
Halil razı
olmadı. “Sen bir tek istekle bile, şimdi, ilanı aşk ettirirsin bana!”
Ümmühan, “Yok,
aşklı meşkli bir şey istemeyeceğim… Sadece bir şey yapmanı isteyeceğim…”
“Ne gibi?”
“Daha düşünmedim
canım! Nasıl olsa sen kazanırsın. Ben kazanamam. Olur da, düşer, bacağını filan
kırıp koşamaz hale gelirsin de, ne bileyim, ya da bacağına kramp filan girip…
Bir şekilde ben kazanırsam... O zaman buluruz bir şey… Mesela, elliye kadar tek
ayağın üstünde say, filan gibi bir şey yapmanı isterim senden…” Dilinin tam
tersine, gözleri, oğlanın başına açacağı işi düşündüğünü, tuzağını
hazırladığını söylüyordu.
“Tamam anasını
satayım!” diye atıldı Halil Kaya. Doktora yapmış, ama salaklıklarından
kurtulamamış Halil Kaya! Gerçi, kızın, lisanslı bir atlet, şampiyon bir beş bin
metreci olduğunu hiç duymamıştı ki, nereden bilsin! “Ev buradan ne kadar çeker,
tahminin?” diye sordu.
“Bin metreyi az
bir şey geçer herhalde…”
“Tamam… Haydi,
koşmaya başla sen!”
“Yok! Seninle aynı
anda başlayalım. Sonra, avans verdiydim de onun için, diye mıncıklarsın belki!”
“Sen bilirsin!”
İkisi yan yana
gelerek, start vaziyeti aldılar.
“Haydi! Koş!”
Hemen başlattılar
koşuyu.
Ümmühan
mahsusçuktan az hızlıca başlayıp Halil’in hızlı tempo tutturmasını sağladı,
sonra yavaş yavaş kendisini geçmesine izin verdi. O, rölanti tempoda koşarken,
oğlan alıp başını gitmişti bile… Araları gitgide açıldı, açıldı… Yirmi metre,
elli metre… İlk yedi yüz, sekiz yüz metre bittiğinde aralarında ki mesafe yüz
metreye kadar çıkmıştı. Halil arada bir geri dönüp bakıyor, aralarını gitgide
açtığını görerek koşmuyor, adeta mutluluktan uçuyordu… Ama, hızı da o ilk
anlarda ki hızı kadar değildi. İşte, bundan sonra Ümmühan temposunu arttırdıkça
arttırdı. Yüz metre indi elli metreye, sonra yirmi metreye… Son yüz metrede,
Halil’in az önce mutluluktan taktığı kanatları, kız, bacaklarına taktı,
yanından rüzgar gibi geçti, gitti. Kız koşuyu tamamladığında Halil, dili bir
karış dışarıda, adeta sürüne sürüne geliyordu.
Ümmühan, “Zürafanın
kocası maymuna benzedin!” diye bağırdı ona yazlık dairelerinin bulunduğu
apartmanın önünde.
Halil’i
beklemeden, apartmandan girdi, çantasından çıkarttığı anahtarla yazlığın
kapısını açtı. Evi, adeta ışık hızıyla dolaşarak, bütün pencereleri açtı. En
son açtığı pencereden evin önüne baktı, Halil’in henüz geldiğini, bitap bir
şekilde apartmanın kapısı önündeki eşiğe oturup (adeta yığılıp) kaldığını
gördü. Sempatiyle baktı oğlana. “Haydi, içeri gel! İçerde dinlenebileceğin daha
rahat yerler var,” diye seslendi.
Halil
yorgunluktan nefesini toparlayıp cevap bile veremedi.
Kapının önüne
vardı, kolundan tuttuğu oğlanı çekiştirerek ayağa kaldırıp, içeri sürükledi.
Getirdi, salondaki çekyatın üstüne bıraktı. Onu orada bırakıp, arka taraflara
geçti.