Nisan’ın bu ilk
günlerinde her taraf tenhaydı henüz ve masaların yarıdan çoğu boştu. Denize
göre yüksek bir yerdi çay bahçesinin olduğu yer, denize tepeden bakıyordun.
“Bu, tepeden bakmak, deyimini beğenmedim,” diye düşündü Halil Kaya, kıza
bakarak. ”Herkes her şeye tepeden bakmaya başladı…” Gözünün önüne dün eve
geldiklerinde Erol Soylu’nun tepesinden bakışı ve tepe noktasında ki kelliği
görüşü geldi. Garsona doğru, karşıdan iki çay işareti verdi; elini kaldırdı,
zafer işareti verir gibi iki parmağını açtı, sonra onlara, havada bir iki defa
daire çizdirdi.
Karşında ki bir
insan ile aynı anda, aynı şeyi düşünmenin bir anlamı varsa, O, zafer işaretli
çay işaretini düşüncelerinde şekillendirdiği aynı anda, Ümmühan’ in, aynı
düşüncelerindeki biçimiyle konuşmuş olmasının da bir anlamı olmalı; evet,
“elini kaldırıyorsun, zafer işareti yapar gibi parmaklarını açıyorsun ve havada
parmaklarına daireler çizdiriyorsun,” dedi kız; “bu anlatımbilime geçmiş olan,
’çay getir ulan,’ demenin işaretidir.” Galiba bu kızda şeytani bir şeyler
vardı…/ ya da, “kalbi çok temiz ve hisleri çok güçlü…”
Halil Kaya, ‘çok
konuşuyorsun,’ anlamında, sol elini ağzının yanına kaldırdı, parmaklarını
birbirlerine doğru oynatmaya başladı, sonra, “Peki, bu işaretin literatüre
geçmiş olan anlamı nedir?” diye sordu.
Kız,
“Anlatımbilimi,”diyerek kelimeyi kendi kabul ettiği biçime göre düzelttikten
sonra, “Susma, anlat da, dinleyelim ulan, demenin... Peki, anlatayım : Ben, en
çok, kendimden kısa boylu erkeklerden hoşlanırım. Ayrıca, yirmi dört yaşına
geldiklerinde saçlarının tepeleri dökülmüş olmalı ve kırk yaşına geldiklerinde
ise kafaları iyice kel olmalı…” Sustu. Tam o anda garsonun çayları getirmiş
olması, Halil Kaya’yı bir sözcük bombardımanından mı kurtarmıştı, acaba?
Halil, kıza biraz
daha sevecen yaklaşmakla, onu bazı şeylere ikna edebileceğini sanarak, laf
sırasını ona kaptırmamak için de acele ederek, olanca sevimliliği ile,
“Ümmühan’çığım,” dedi; “bu evlenme esprisini sürdürmeyelim artık, ne olur!”
“Bir daha söyle…”
“Bu evlenme
esprisini, diyorum…”
“Yok, onu değil…
O cümleye başlarken söylediğini!”
“Ümmühan’cığım…”
“Evet, onu... Bir
daha söyle…” diyerek baygın bakışlarla oğlanın ağzının içine bakmaya başladı.
Halil, sabırla,
“Ümmühan’cığım,” diye tekrarladı.
Kız o baygın
bakışları oğlanın gözlerine dikerek, “bir saat boyunca tekrar et!” dedi.
Halil, “Seninle,
ciddi konuşamayacak mıyız?” diye tepki gösterdi.
Kız ısrar ederek,
“bir saat süreyle bana, ardı ardına, Ümmühancığım, dersen, konuşuruz…”
“Yahu, Allah
aşkına, bak, ne güzel, abi kardeş gibi, oturmuşuz, şakalaşıyoruz…” Cümleyi zor
toparladı. Toparlayabildi mi, onun da tam farkında olmadan kelime kelime bir
şeyler söyledi işte. Söylediklerine, bir anlam katsın diye az önceki cümleyi,
bu defa ‘Ümmühancığımı katmadan tekrarladı. “Bırakalım o evlilik esprisini bir
kenara…”
Ümmühan
ciddileşti bu defa da. “Neden? Espri yapmıyorum ki, ben!”
Halil Kaya,
“benim bildiğim, evlenme teklifini erkekler yapar,” diyerek konuyu
sürdürebilmek için her yolu denemeye başladı.
Ümmühan,
soğukkanlı, “beni utandırmaya mı çalışıyorsun?” dedi.
Halil Kaya, acaba
bu yoldan ikna olacak mı, diye düşünerek, “sadece, böyle davranmanı
yadırgıyorum,” dedi.
Ümmühan, onun bu
taktiğini de boşa çıkartmağa kararlı gibiydi. “Yadırgama! Ben de, teklifin
senden gelmesini arzu ederdim ama, senden böyle bir teklif gelmezdi… Onun için
utanmazlığı aldım ele!“
Halil Kaya,
“Benden gelmese bile, bir başkasından mutlaka gelir. Çünkü, sen çok güzel bir
kızsın,” diyerek ısrarlı davrandı.
Ümmühan, sade bir
dille, “Ben,” dedi; ”başka bir erkeğe değil, sana aşık oldum!”
Halil Kaya, “bu
iş iyice zıvanadan çıktı, Allah’ım aklıma mukayyet ol,” diye düşünerek, ”Öyle
sanıyorsundur… Yılda bir iki defa karşılaşılan bir erkeğe aşık olunmaz…” diye
ısrar etti.
Ümmühan, net bir
şekilde, “oldum!” dedi. “Sen kendin yoktun ama, hayalin hep vardı!”
Halil Kaya, “Bir
hayale aşık olduğunu sanıyorsun, sen!” diyerek sesini az biraz yükseltti.
“Benim duygularımın önemi yok mu?”
Ümmühan, hazır
cevaplılıkla, “Benim aşkım ikimize de yeter! Sen de beni seversin, nasıl olsa!...”
dedi. “Bak… bugün azıcık azıcık başladın bile!”
“Neye?”
“Beni sevmeye…”
Halil yine
sevecen tavrına bürünerek, adeta yalvarmaya başladı. “Seni kırmak istemiyorum…
Ne olur vazgeç bu sevdadan! “
Ümmühan,
kaşlarını çattı, sert sert bakarak, “Vazgeçemem! Evleneceğiz!...” dedi.
Bu öyle bir
tavırdı ki, Halil, korkar gibi oldu. Şaşırarak, “evlenecek miyiz?” diye
tekrarladı.
Ümmühan aynı
tavırla, “Evet!” dedi sertçe.
Halil, dalga
geçmek isteyerek, “Ne zaman?” diye sordu.
Bu defa sesini
daha da sertleştirerek, “Sabah ezanından önce!” dedi.
Halil Kaya, O’nun
böyle deli mimikleriyle konuşması karşısında, dalga geçmeyi sürdürmek için, ya
da bir anda boş bulunarak, salakça, “Niçin sabah ezanından önce?” diye sordu.
Ümmühan, onu
gafil avlamanın keyfiyle gülmeye başladı. “Biraz,erken olsun diye! Ha! Ha!
Ha!...”
Halil Kaya,
kendini iyice salak gibi hissetmeye başlamıştı bu kız yüzünden, “Yahu, niye
dalga geçiyorsun? Seninle hiçbir şeyi ciddi ciddi konuşamayacak mıyım ben?”
“Konuşursun,
elbette! Bu yaz içinde evleneceğimizden konuşalım, bak, hiç dalga geçecek miyim
o zaman, gör!”
Halil, bu işin
içinden çıkamayacağını iyice anladı.
Ümmühan, “Dur,
ben ciddi bir şey konuşayım,” dedi. Halil’in, hele şükür, der gibi baktığını
görerek, "Bana, sen beni eskiden de sevmezdin, demiştin ya?” diye devam
ederek yeni bir konu açmaya niyetlendi.
Halil Kaya, “Yine
bir şeyler saçmalayacak,” diye düşünerek hayal kırıklığı yaşadı, mecburen,
“Evet? N’olmuş dediysem?” diye karşılık verdi ona. Şimdi, Allah bilir, yeni bir
aşk ilanını dinletecekti ona.
Ümmühan, devam
ederek, “Ben de sana, abim seni benden çok seviyordu, onun için kızıyordum
sana, demiştim, değil mi?”
“Evet. Öyle
demiştin herhalde…”
“İtiraf
ediyorum!” dedi, çok ciddi bir sesle; “abim seni, benden çok sevdiği için
değildi o kızgınlıklarım. Senin, abimi benden çok sevdiğin içindi! Çünkü ben,
sana, ta o zamanlardan beri aşıktım!”
Halil Kaya,
“beklediğim gibi, aşk itirafı…” diye düşündü; nedense hiç şaşırmadı bu itirafa,
“olabilir…” deyip sustu.
“Genç kızlığa
adım attığımdan bu yana, yüzlerce delikanlı, yanıma gelip arkadaşlık teklif
etti. Hiç birini kabul etmedim. Ve, onlara diyordum ki, ben sözlüyüm…”
“Benimle?...”
“Seninle!”
Halil kıza
acımayla baktı. “Ah, Ümmühan, ah!” diyerek iç geçirdi. “ Çekeceğim var
senden…”Kıza şunları söylemeyi düşündü: “Kendine öyle yazık etmişsin ki! İnanır
mısın, bu seninki kesinlikle, aşk, değil; beni çok aşırı abartmışsın gözünde,
ulaşılamaz, elde edilemez biri olarak görmüşsün ve kendini, beni elde etmeye
şartlandırmışsın. Ve bu hırsla, tutkunu abarttıkça abartmışsın. Vallahi,
tallahi, ben abarttığın kadar biri değilim! Beni elde etmiş olsan, o tutkun bir
anda bitecek, biliyor musun? Bu muymuş diyeceksin, benim ilahlaştırdığım adam,
Ve, kıçıma tekmeyi sen vuracaksın… İnan bana, bu, böyle…” Ama, söylemedi
bunları. Söylerse, anlaşılmayacağını biliyordu çünkü…
Ümmühan, sesi
duygulanarak çatladı, “Bırak, denememe izin ver! Burada geçireceğin bir ay
boyunca deneyeyim… Eğer seni kendime inandıramazsam, beni hiç sevemezsen,
evlenmeyiz… Bırakırsın beni, zaten çekip gideceksin işte…”
Halil, kızın bu
en son tavrından dolayı çok duygulanmıştı, “bana biraz zaman tanı da,
düşüneyim…” dedi o da duygulanarak.
*