MEVSİM:
GÜLBAHAR
r
o m a n
Kayaköy muhtarı, yanında ağzı laf
edebilen, eli ayağı düzgün bir iki kişiyle birlikte sabah erkenden Kabaloğlu
çiftliğine ulaştı. Celal Bey misafirlerini hemen sucuk, pastırma, sosis, salam
gibi çeşitlerden kurulu sabah sofrasına oturtup dertlerini dinlemeye başladı.
“Ağam, Hamido köyümüze baskın verdi.”
“Yapmayın yahu… Tuh, tuh, tuh!”
“Araziyi size sattığımızdan dolayı çok kızdı.”
“Vay deyyus vay…”
“Elimizden paraları alıp, paraları size iade edip,
sizden tapularımızı geri alacağını söyledi. Ama vallahi rızamız hilafında…”
“Elbette, elbette… Yoksa zorla kimin toprağını aldık
ki, değil mi?”
“Elbette… Hepimiz rızamızla verdik tapularımızı.
Hamido gelip de bi densizlik eder ise, bizden bilmeyesiniz diye rahatsız ettik
zatıâlinizi…”
"Estağfurullah! Hele bir gelsin de gününü
görsün o…”
“Allah razı olsun beyim…”
Kaygılı geldikleri çiftlikten,
rahatlamış olarak çıkıp gittiler.
*
Celal Kabaloğlu Hamido tarafından tehdit
edilecek olmasının Kayaköylülerin provokasyonu olmayacağına ikna edildikten
sonra huzur bulan Kayaköylüler, Bulanık’a gelmişken bir de hemşerileri Ali
Elmas’a uğrayıp birer çayını içmek istediler.
Ali Elmas’a her kafadan bir ses çıkartarak geceki baskından söz ettiler.
“Eşkıya Hamido, arazisini, Kabaloğlu’na satanlar,
ölümlerden ölüm beğensin, dedi.”
“Hamido, paraları verecek Celal beye, tapuları geri
alacak.”
“Celal Beye gidip, bizden bilmesin diye, Hamido’nun
korkusundan he dedik amma, biz tapumuzu istemeyiz dedik.”
“Sizin bir suçunuz yoktur, eşkıya karşısında insanın
eli ayağı tutmaz, deyip teselli etti bizi Allah razı olsun.”
Ali Elmas kara kara düşünmeye daldı.
“E? Celal Kabaloğlu, benim araziyi de almak isterse
ne ederim! Vallaha o Hamido eşkiyası dinlemez, karıma, çoluk çocuğuma bir zarar
verir maazallah!”
“He valla, kulana gider ise…”
“Sizin sattığınız hemen anında gitmişte, benimki
gitmezmiymiş…”
“Vallah dakkasında gider hemide.”
“Gider vallah”
“Hemide sen köyde durmadığından çoluk çocuğun
korumasızdır.”
“Hemide öyledir vallaha! Vermem Celal beye billaha,
tapuları ben... Kusura bakmasın hemide.”
*
Meclisin gündemi yoğundu ve memleket
işleri aksatmaya gelmezdi. Celal Kabaloğlu’nun acelesi vardı, bir hafta içinde
Ankara’ya dönmesi gerekiyordu. Çiftlikten Bulanık’a indiğinde doğruca
Yetiştirme Yurduna gidip, yurt müdürüne misafir oldu. Niyeti, Ali Elmas’ın ikna
edilmesi konusunda sağlayacağı desteğe karşılık yurt için bir şeyler yapıp
hayır işlemekti, ama müdür beye göre bu kadarcık bir destek uğruna yurt için
bir şeyler yapmanın hiç gereği yoktu. Evvel Allah, devletin gücü yurt için
gereken her şeyi ifaya yeterdi. Kendisi tam yirmi yıldır, şerefiyle, namusuyla
hizmet vermişti bu kurumda, ama bir elinden tutanı olmayınca yurt müdürlüğünden
ileri gidememişti; oysa yanında yetişmiş insanlardan bakanlık müsteşarı olanlar
bile vardı. Bakanlık münhal bulunan Muş’taki Sosyal İşler Müdürlüğüne bir buçuk
senedir birini bulup yollayamamıştı, oysa ne gerek vardı dışardan adam
aramanın, kendisi gibi yetişmiş elemanlar mevcut iken,“değil mi efendim?”
“Haklısın. Şu arazi işimi bir halledeyim, ilk işim
senin terfiin için uğraşmak olacaktır, merak buyurma.”
“Aman efendim, onu olmuş biliniz. Ali evladım
gibidir, hiç çıkmaz sözümden.”
Celal Kabaloğlu, yurttan içi rahatlamış
olarak çıktı.
*
Yurt Müdürü müstahdemi Ali Elmas’ı
makamına çağırtıp, masasında ağırlarken, “gözün aydın Âli’ciğim, başına
talih kuşu kondu!” dedi.
“Aman müdürüm, kim kaybetmiş de biz bulacaz.”
“Öyle deme. Celal Kabaloğlu, köydeki tapulu arazini
satın alacakmış…”
Tahmin ettiği gibi, Celal ağa onun
arazisine de talip olmuştu işte! Arazisini satmamak için bir mazeret üretmek
istiyordu, ama aklına bir türlü bir bahane gelmiyordu. Tek çare inat etmekti.
“Çı-ıh! Hemen bugün olmaz müdürüm, bi düşünmem
gerek,” diyerek kesip attı.
Yurt müdürü ne kadar dil döktüyse de,
Nuh dedi, peygamber demedi.
*
Celal Kabaloğlu, yurt müdürü,
“Ali Elmas bir düşüneyim dedi, beyefendi,” diyerek
haber getirdiğinde onu,
“yiyemeyeceğin ya..an altına neden yattın be
kardeşim,” diyerek kovdu.
Yurt müdürüne güvenmekle hata etmişti.
Yakınındaki avukata seslendi:
“Şamil bey,
var şu odacının yanına, konuş, inadı sürdürmesin deyyus!”
Avukat Şamil Bey, verilen görevi yapmak
üzere oradan ayrıldı.
Celal Kabaloğlu karşısında el pençe emir
beklemekte olan çiftlik kâhyasına, “kim ulen bu Ali Elmas dediğiniz deyyus,
tanıyamadım?” diye sordu.
Kâhya, “bizim buradan kahveci Hüsseyn
vardı hani ağam, rahmetliyi eşkıya öldürdüydü onbeş senem ne önce…” dedi. Biraz
susup, onbeş sene önce öldürttüğü adamı hatırlayıp hatırlayamadığını anlamak
için beyefendinin yüzüne baktı. Beyefendi hatırlar gibi olmuştu. Kâhya devam
etti. “O rahmetli Hüsseyn’in bi kızı var idi, hani Hacer…” Beyefendi, ne
bileyim ben Hacer’i der gibi bön bön baktı, elbette ki babasını
hatırlayamayınca kızını hiç hatırlayamazdı. Beyefendi Ali Elmas’ı hiç bilmez,
tanımazdı, onu tanıtmak için Hacer’i hatırlatması şarttı, “Hani, yegeniniz
Fiko, Onyedi sene evvel illada alcam deyip dağ köyüne kaldırınca bulup
indirterekten…” deyince beyefendinin birdenbire jetonu düşüverdi.
“Haa, şu kızına mukayyet olamıyan
Hüseyin deyyusunun kızı…”
“He, ağam. O Hacer’i, bu Kayaköylüylen
evertip, Kayaköylüyü Yurda odacılığa siz sokmuş idiniz.”
“Vay nankör deyyus!”
“Bu Hacer’in ağabeyi Topal Hassan’ı da
siz soktuydunuz yurda, terzi olaraktan.”
“Vay nankör deyyuslar vay… Bunların
derdi ne olaki bizimlen kâhya?”
“Bi şey gelmekte aklıma beyim, emme
velâkin söylemekten korkarım.”
“Korkma len!”
“Ağam, dedikoduya girer diyi…”
“Ne olmuş giriyorsa? Hep karılar mı eder
dedikoduyu? Sen de ediver anasını satim!”
“Öyle dersiniz madem… Bu Ali, karısı
Hacer’i kız oğlan kız almadıydı ya ağam; hani Fiko’dan dolayı?”
Celal beyin jeton bir kez daha düşmüştü.
“Haa!... Onun kiniyle yokuşa sürmek istemekte yani?”
“Vallah, öyledir gibime geliyor ağam.”
“Makul…” Celal bey, “makul… Mantıklı… ”
diye söylenerek düşüncelere dalmıştı ve kızsa mı gülse mi karar verememekteydi.
*