Bir acı rüzgar esiyor içimde
alfabenin tüm sessiz harfleri
titriyor yüreğimde.
Kör bıçak bileyleniyor
bekleyişlerin ötesinde bir yerde.
Eritiyor acımasız ışıklarını
duvağını açan umarsız gün...
Yufka gibi umudu açalım gözlerimizde
adaletin ekmeğini pişirelim halkın ellerinde
yansın adak ağacının dalları
kıpkızıl günlerin
gurbet sürgünü türkülerinde.
Onursuz sessizliğin
kıvılcımına takılmasın sözcükler.
Esmer bir hüzünde yaşamasın
toprağı kayan sözcükler.
Bak sokak lambaları da
yalancı şafağında.
Yüz görümlüğü istercesine
biriktirdiği gölgeler de maskeli.
Posta pulunu yalar gibi
ezilenler var ardında.
Tetiği düşürülmüş
buz bağlayan hüzünler tufanında.
Dışlanmışlıklar takılı yakamızda
Pelür menekşe yaralı ışık tayfında.
Mor bir korku asılı dudaklarında.
Ömürden daha kalın mıdır acılar?
Sürüngenler sofrasında kaç efsane yaşar?
topla istediğin kadar kanatlarını
kırgınlık tohumları sürüldüyse tarlaya
özlemler dikilse de arasında
toprak gözlerini yakar acımasızca...
Dökülürlür durur bezginlikler
eski bir duvarın sıvasında.
Bir kuş ölür ecelsiz
alnımızın kırışığında.
Soğuk mezarlar kazdırır
kara çürüyüşler.
Bütünlemeye kaldı günler
büyüselliğin izinde.
Hazır mıydı sözlerin kışı?
acıyı süpür öyleyse kapından.
Üç kere başında çevirmeden önce
sal bitimsiz okyanusların derinlerine.
Kağıttan bir kuş basalım bağrımıza
yürüyelim umudun kanayan yerlerinde.
Seyrelsin çiçekler kaldırım kenarında
Barış adına çoğalsınlar
imgelem serasında...
Kanatlansın çifte kumrular
Kızılcık renginde ilk yazda..
Uzun bir sesi gölgelemesin
çalan siren sesleri gece vardiyasında...
Ferda Özsoy