ONDAN SONRA

Yakup Efendi, asık suratlı, meymenetsiz biriydi. Saçı sakalı da suratı gibi kapkaraydı. Kafasının üstüne uçuverecekmiş gibi duran bir namaz takkesi geçirmişti. Üstünde açık kahve bir cübbe, cübbenin altında yakası üst düğmesine kadar ilikli apak bir gömlek ile altında cübbesinin renginde bir şalvar pantolon vardı. Elinde de bir doksanlık tespih…

Eyüp’deki dergâhının müridlerinden birinin cenaze törenine iştirak etmiş, mefhunun Eyüp mezarlığına defninden sonra evine dönüyordu. Bahariye Caddesi üzerinden bir halk otobüsüne bindi. Boş gördüğü ön koltuklardan birine oturdu. Otobüsün şoförü bilet atmadan geçtiği için ters ters bakınca, o da sanki bilet atmış gibi ona ters ters baktı. Onun bakışları öyle ceberuttu ki, şoför korktu, ses çıkartamadı.

Oturduğu koltukta yanıbaşına kıçına bacaklarını ortada bırakan bir şort geçirmiş güzel bir kız denk gelmişti. İçinden kalkıp kızı tekmelemek geçtiyse de sabredip göz ucuyla kızın bacaklarını seyretmeyi yeğledi.

Kız, “saatiniz var mı?” diye sordu.

Yanıtlamadı kızı.

Alibeyköy deresine geldiklerinde inmek için ayaklandığında kıza, “saat tam dört buçuk,” dedi.

Kız şaşırdı. “Otobüse bindiğinizde sorduğum soruya niye tam inecekken cevap verdiniz?” diye sordu.

Yakup Efendi güldü. “Size otobüse bindiğimde saati söylemiş olsaydım, sohbete baslayacaktık. Sohbetimiz iyice koyulaşınca da ahbaplığa başlayacaktık. İşin içine ahbaplık girince, iyi bir insan olduğum için, sizi evime davet edecektim. Orada oğlum ile tanışacaktınız. Çok yakışıklı olduğu için, onu kesinlikle beğenecektiniz. Eh, siz de çirkin sayılmazsınız o da sizi beğenecekti. Kuvvetle ihtimaldir ki, bu iş evliliğe kadar gidecekti. Böyle orta yerde baldır bacak dolaşan bir gelinim olsun istemem, kusura bakma!” Lafını tamamlar tamamlamaz yürüdü gitti, indi otobüsten.

Kız işittiklerine inanamadı, arkasından bakakaldı. “Bu herif kesinlikle kripto olmalı,” diye düşündü. “Böyle ince hesapları ancak onlar yapabilir…”

Kızın tespiti kesinlikle doğruydu. Bütün mahalleli, mahalle esnafı bilirdi onun aslında bir Yahudi dönmesi olduğunu da ses etmezlerdi.

Otobüsten indikten sonra evinin bulunduğu sokağın köşe başındaki kasaba girdi. Kasaba kendisinden önce gelmiş olan müşteriyle soğukça selamlaştı. Tanıyordu adamı, Fil Köprüsü’ndeki kilisenin papazıydı, bu yüzden hiç sevmezdi. Adamın aldığı eti işaret edip, “rahip efendi, domuz eti mi?” diye sataştı.

Rahip soğukkanlı, “sen domuz eti sevmezsin, bilirim, ama domuz eti çok lezzetlidir, senin için çok büyük kayıp,” diye karşılık verdi.

Yakup Efendi aşağıda kalacak değil ya, o da cevabını yetiştirdi. “Siz de seks yapmıyorsunuz, ama seks çok zevkli bir şeydir, sizin için cok buyuk kayıp…”

Kasap tutamadı kendini, güldü. Rahibin etini paketleyip teslim ederek, “sen ne alacaksın Yakup efendi?” diye sordu.

Yakup Efendi vitrin dolaptaki bonfileleri işaret ederek, “kaça onlar?” diye sordu.

“Altmış…”

Bu defa bonfilelerin hemen yanındaki çekilmiş kıymaları işaret edip, “kıyma kaça?” diye sordu.

“Otuz dört…”

“İyi madem,” dedi. “Sen bana bir kilo kıyma ver!” Kasap istediği kıymayı tepsisinden alıp vermeye kalkışınca müdahale etti. “Yok, oradan istemem. Şu etten çekip ver kıymamı!”

Kasap, bonfilelerden bir kilo kıyma çekip teslim etti.

Yakup Efendi çıkarttığı otuz beş lira tezgâhın üstüne bıraktı. “Hadi eyvallah!” deyip kapıya yürüdü.

“Hop!” diye seslendi kasap, “altmış lira vereceksin!”

Yakup Efendi ceberut bakışlarını çevirip tam da kasabın gözlerine dikti. “Kıyma otuz beş dedin ya ulan!” Kapıdan çıktı, gitti.

Kasap ses edemeden arkasından baka kaldı.

Eve geldi.

Karısı onu, “bana çabuk bin lira ver, çok lazım,” diyerek karşıladı.

Yakup Efendi sinirlendi. “Ne? Bin lira mı? Beş yüz lirayı ne yapacaksın? İki yüz lira neyine yetmiyor? Al sana yüz lira!” diyerek çıkarttığı yüz liralığı karısının avucuna tutuşturdu.

Kadın parayı koynuna sokuştururken, “zaten yüz lira lazımdı. Böyle yapacağını bildiğim için bin lira istedim,” diyerek güldü.

Yakup Efendi iyice sinirlendi. “Adi karı! Demek verdiğim para sahte olmasa kocan Yakobi’yi kazıklayacaktın ha!”



*

ONDAN SONRA;

"Ey İsrail, Tanrı’ın size verdiği söz gereği: Birçok ulusa hükmedeceksiniz; ama onlar size hükmedemiyecekler." Tora – Devarim 15/6

“Siyon” Kudüs’te Hz.Süleyman’ın mabedinin bulunduğu tepenin adı. Yahudiler Kudüs’ten sürülürken yıkılmış. Ondan sonra Yahudiler Kudüs’e yeniden dönmeyi ve bu mabedi yeniden inşa etmeyi hayatlarının amacı haline getirmişler. Onların bu hedeflerinin adı, “Siyonizm” olmuş. Bu hedef doğrultusunda çalışan ve mücadele eden Yahudilere de ‘siyonist’ denilmiş…

*

ONDAN SONRA

David Alroy (1160-?) ilk Siyonist. Mesihliğini ilan edip Süleyman Tapınağını yeniden inşa edeceğini, Yahudileri sürgünden bir araya toplayacağını ve İsrail’i yeniden kuracağını söyleyerek Kuzey Irak’ta Selçuklu sultanına karşı isyan başlattı. Baktı ki savaşarak başarılı olması zor, bu defa da “Gizlenme ve Takiyye” yoluyla başarılı olmanın fikir babalığına soyundu. Taraftarlarından din değiştirerek (daha doğrusu değiştirmiş gibi yaparak) gizlenmelerini ve takiyye yaparak ileride bulundukları toplumun ve devletin zenginliklerine ve önemli noktolarına hâkim olmalarını istedi. Onun bu öğretileri doğrultusunda Kuzey Irak’taki Yahudiler Müslüman Kürtlerin arasına karışarak tarih sahnesinden çekildiler. Artık herbiri birer Müslüman (!) Kürt olarak, kendi içlerinde ise Yahudi olarak yaşamaya devam ettiler. Osmanlı’da, Kürt İsyanlarını başlatan hep bu Yahudi asıllı Kürt Aşiretleri oldu. (Örneğin, 1806-1808 Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı, 1812’de Babanzade Ahmet Paşa isyanları)

İsrail Devleti kurulduktan sonra bunlardan yüzbinlercesi tekrar dinlerine ve kimliklerine döndüler ve İsrail’e göç ettiler. Kimliklerine ve dinlerine dönmeyenler ise bugün İsrail’in ikinci rezerv devleti olan Kuzey Irak’taki Kürt Devletini kurdular ve büyütmeye çalışıyorlar. Günümüzde ABD, İsrail ve diğer emperyalist ülkelerin sınır tanımaz desteklerinin tek nedeni bu rezerv devleti ortaya çıkartarak mevcut İsrail Cumhuriyetiyle birleştirip Büyük İsrail Devletini kurmaktır…

David Alroy’dan beş asır sonra ortaya çıkan Sabetay Sevi de henüz 22 yaşındayken tıpkı David Alroy gibi Mesihlik iddiasında bulunarak Yahudileri mukaddes Kudüs’te toparlayıp Hz. Süleyman tapınağını yeniden inşa edeceğini söylemeye başladı. Söylemleri yayıldıkça Dünyanın dört tarafından müritleri oldu. Daha sonra kelle korkusuyla iki yüz hane kadar müridiyle birlikte Müslümanlığa geçti, diğerleri ise onu terk ettiler. Bu topluluk görünüşte Müslüman, gerçekte ise Yahudi olarak günümüze değin varlıklarını korudular. Bunlara halk dilinde verilen isim Sabetaycılardır. (Kendileri ise Amira demekte.) Evet, Sabetaycılar da bir Müslüman gibi aramızda dolaşmayı sürdürmekte ve hem iç, hem dış siyasette Türkiye’nin kuyusunu kazmaya uğraşmaktadırlar.

*

ONDAN SONRA

Son dönemlerde Kuzey Irak’ta ve Güneydoğu Anadolu’da meydana gelen Kürt hareketlerini destekleyen her kim olursa, hakkında bir araştırma yaptığınızda karşınıza bu Yahudi asıllı Kürtler çıkıyor.



İki örnek vereyim. Sürekli Kürtçü hareketin yanında yer alan yazar Yaşar Kemal’in ilk karısı Thilda bir Yahudi’ydi. Onun ölümünden sonra evlendiği Ayşe Semiha Baban da bir Kürt Yahudi’ydi. (Babanzadelerden eski Kültür Bakanı Cihat Baban’ın yeğeni) Yaşar Kemal İsrail’e gittiğinde Kürt Yahudilerinin yaşadığı köyleri ziyaret etmesi de bir tesadüf olmasa gerek.

Anne tarafı Giritli, baba tarafı aslen Kahraman Maraş Dulgadiroğullarından olan İslamcı yazar Necip Fazıl Kısakürek evliliğini bir Kürt Yahudi aşireti olan Babanzade ailesinden Ahmed Naim Efendi’yle kardeş çocuğu; Babanzade Recai Bey’in kızı, Yahya Nüzhet Paşa’nın torunu Fatma Neslihan Baban ile yapmıştı. Neslihan Baban Kısakürek dönemin ünlü Vamp lakaplı sinema sanatçısı Diclehan Baban’ın da kız kardeşiydi. Ayrıca şairin Eyüp’de oturan Kürt Şeyh Abdülhakim dergahıyla sıkı bağları vardı. Her fırsatta “kendim Türk isem de Kürtlerin davalarına bağlılıklarına, fedakârlıklarına saygım sonsuz,” demekten çekinmezdi.

(Kripto= dini ve siyasal inancını gizlemek için başka hüviyette ve başka dinden gibi görünen kimse).

*

ONDAN SONRA

2. Dünya Savaşında iki Yahudi Almanlara esir olmuştur. Bunlardan biri diğerine kendilerine ne yapacaklarını sorar. O da başlar anlatmaya;



“İki ihtimal var, ya bizi öldürürler ya da esir kampına yollarlar. Öldürseler sorun yok. ama kampa gidersek iki ihtimal var, ya kurşuna diziliriz, ya da gaz odasında öldürülürüz. Kurşuna dizilirsek sorun yok, ama gaz odasına gidersek iki ihtimal var. Bizden ya sabun yaparlar, ya da kağıt. Sabun yaparlarsa sorun yok, ama. kağıt yaparlarsalar iki ihtimal var, ya gazete kağıdı oluruz ya da tuvalet kağıdı. Gazete kağıdı olursak sorun yok ama tuvalet kağıdı olursak işte o zaman poku yeriz.”



NURTEN PARACIKOĞLU&ALİKEMAL
( Kripto… başlıklı yazı AliKemal tarafından 1.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.