Merhamet…
Kapanda
bacağı sıkışıp kalmış, sadece bacağı. Bir lağım faresiydi. Öyle abartılacak
kadar kocaman değil canım! Bir kedi enceği kadar, filan… Koyu gri, kirli
tüyleri sanki bir fare vücudunu değil de ak göğüslü Karadeniz kirpisinin
sırtını korumaktan sorumlu birer iğne gibi kalkışmıştı.
Karımın
onun korkusuyla pencereden atlayıp bacağını kırdıktan sonra oğlumuzu da yanına
alarak beni terk etmesine sebep olan fare bu olmalıydı.
Karım,
“Lütfen dön evimize!” diye yakardıkça, “dönmemi istiyorsan yakala şu sıçanı!”
diye rest çekip dönmüyordu. Onu yakalayıp karımın dönmesini sağlamak için uzun
zamandır çeşitli operasyonlar düzenliyordum.
Kilerdeydi.
Erzak raflarından birinde. Tavandaki spot lambanın pırıltılı ışığından gözleri
kamaştığından kafasını üst rafın gölgesi içinde tutuyordu. Sıkıştığı yerde
kıpırdamadan kalakalan ince, uzun bacağın önünde, bacağa bağlı vücudu kıpır
kıpırdı. Karımın becerikli elleriyle lezzetli yemekler yapması gereken
erzakları etrafa saçmış, onların yerinde kendisi arz-ı endam ediyordu. Yakalanmadığı
süreçte kimbilir nasıl havalardaydı. Şu hali o öz güveniyle hiç de bağdaşmayan
bir eziklik duygusu yansıtıyordu. “Ah, ah, ben bu hallere düşecek biri
miydim?" der gibiydi. “Çok değil, daha on beş dakika önce bu kilerin
altını üstüne getiriyordum, şimdi kıpırdayamıyorum bile.”
Aslında
fareyi de, saçılan erzakları da umursamıyordum. Benim derdim geceleri koynuma
girip benimle sevişecek, sabah işe giderken çayımı kahvaltımı, akşam dönünce
yemeğimi önüme getirecek bir kadının yokluğuydu. Bu çirkin şey yüzünden madur
olmuştum, hem de çok…
Ondan
hıncımı, onu hemen öldürerek çöp bidonuna atmakla çıkartamazdım. Yakalandığı bu
kapanda birkaç gün tutuklu kalıp açlık ve aşksızlık çekmeliydi ki, onun
yüzünden neler çektiğimi bizzat yaşayarak öğrensin. Bu düşünceyi benimsedim.
Onu öylece bırakıp kilerden çıkmaya yöneldim.
“Beni
serbest bırakırsan komşunuz Ayşekadınla aranı yaparım!”
Kilerin
kapısına uzanmış kolum öylece, havada donakaldı. Gözlerim tutmak üzere olduğum
kapı koluna bakıyordu. Hayalimde ise hemen arkamdaki raflarda esaret süren
farenin birden şekil değiştirip Al Karısı şekline bürünüşü canlandı. Ceketimin
yakasında saplı toplu iğneyi hemen elime aldım. Şayet hızla dönüp iğneyi
yakasına saplayabilirsem ömrüm boyunca bana hizmet edecek bir köle edinmiş
olacaktım. “Saçmalama be oğlum!” diye söylendim kendime. “Al karısı iğrenç bir
farenin kılığına girer mi hiç?” Sesli söyleniyordum. Maksat, onun Al Karısı
olduğunu anladığımı anlasın da, yeniden fareye dönüşüp, dönüp baktığımda ödümü
poguma karıştırmasın. Ne var ki, dönüp bakmayı maçam bir türlü yemiyordu. Kolum
havada, gözlerim kapı kolunda sabit, öylece beklemeyi sürdürdüm.
Yine o ses: “Ciddi söylüyorum! Bırakırsan
beni, Ayşekadın senin olacak…”
Derin
bir nefes alıp göbeğimi içime çektim, göğsümü şişirdim. Böyle yapmak bana her
zaman cesaret vermiştir. O cesaretle, korku ve kaygıyı üzerimden atıp başımı
omuzumun üzerine doğru döndürüp gözlerimi sese doğrulttum. Kolumu da asılı
kaldığı boşluktan yanıma indirdim ki, bir saldırı olursa bertaraf etmek için
kullanabileyim.
Fare
kapanın üstünden bana bakıyordu. Al Karısına benzeyen bir yanı yoktu. Boynu
kırılasıca fare az önce nasıl idiyse şimdi de öyleydi. Sanki biraz daha muzip
bakıyordu, o kadar! Bu muzipliği de az önce ödümün poguma karıştığını görmesinden
olsa gerekti. Duyduğum o seslerin bundan çıkmış olmasına imkan ve ihtimal
yoktu. Sanırım bir işitsel halüsinasyon… Yok, kendime şizofreniyim demek
istemiyorum, hasta olmayan kişiler de zaman zaman kendi kendine konuşup,
gaipten gelen sesler duyabilir.
“Bir
farenin içimi akıttığım, ama karımın arkadaşı olduğu için yan gözle bakmaya
bile korktuğum bir kadını bana tavlaması olacak şey mi?”
Yaşamış
olduğum bu saçmalığı çabucak unutmayı kararlaştırdım. Hemen dışarı çıkıp
rahatlamalıydım. O hırsla uzandım, kapı kolunu tutup büktüm. Açılan kapıdan
adımımı atmaya niyetlenerek sağ bacağımı havalandırdım. O ne! Arkamda yine o
manyak ses! Hem bu defa öyle bağırıyordu ki, komşular bile duyabilirdi. Adım
atmak için havalandırdığım ayağım havada, tek ayağım üzerinde dona kaldım.
“Beni
serbest bırakmadığın için lağım borularında gidip gelen kimse olmayacak. Gidip
gelen olmayınca poglarınız boruları tıkayacak. Aksın gitsin diye sifonu
çektikçe poglarınız dışarı taşacak. Evin içini pog kokusu dolduracak.
Sokaklardaki pog sineklerinin hepsi evinize gelecek. Dışarda sinek kalmayınca
kuşlar aç kalacak. Aç kuşlar gelip balkonunuza konacak. Kakaları geldikçe
balkonunuzu poglaycak. Balkonunuzu pog götürecek. İçerde pog kokusu, dışarda
pog kokusu, havalanmak için pencere açamayacaksın. Açarsan kuşlar içeri
doluşacak. Mahallede kuş kalmayınca kediler aç kalacak. Pog sinekleriyle kuşlar
savaşacak. Ev alt üst olacak. Bunu duyunca mahallenin kedileri kapına,
pencerene, çatına toplaşacak. Bakacaklar ki, içerde bir sürü kuş var, onlar da
içeri dalacak. Kuşlar sinekleri, kediler kuşları kovalarken çıkan gürültüden sokaktaki
köpekler rahatsız olacak. Hepsi gelip kapına dayanacak. Kapına dayananlara
bakmak için kapıyı açtığında da hepsi içeri dalacak. Pog sineklerini kuşlar,
kuşları kediler kovalarken onlar da kedileri kovalamaya başlayacak…”
Lafı
uzattıkça uzatıyordu. “E-e… yeter be! Beni bu aptal martavallarınla
kandırabileceğini mi sanıyorsun?”
Tabii ki, işitsel halüsinasyon; yani
kulaklarımla değil, beynimle duyduğum seslerdi bunlar. Havada askıda kalan
bacağımı indirip kapı eşiğine bastım, hemen sol bacağımı kaldırıp ikinci
adımımı atmaya hazırlandım.
“Nereye
gidiyorsun ulan!” diye bağırdı arkamdan. “Lafımı bitirmedim daha!”
Lanet
olsun! Bir köle gibi itaat edip, beynimin pencerelerini açarak ne söyleyeceğini
merakla dinlemeye koyuldum yine...
“Bırak
geri zekalılığı da şu kapandan kurtar beni. Yedikule zindanlarından Genç
Osman’ı kurtar demiyoruz sana! Şu tel mandalı kaldıracaksın, tamam…”
Mesele
bir tel mandalı kaldırıp onu serbest bırakmaktan ibaret olsa kolaydı, ama onun
leşi beni karıcığıma kavuşturacaktı. Geceleri bir kadınla sevişmeden yatmanın,
sabah bir simitle işe gidip akşam iki yumurta kırıp yemenin nemenem bir
rezillik olduğunu bir ben biliyordum.
“Olmaz!”
diye haykırdım. “Üzgünüm, ama serbest bırakamam seni. Aile saadetim senin
ölmene bağlı…”
Her ne
kadar dirensem de yüreğimin yufkalığında bir merhamet duygusu yuvarlanıp
duruyordu. İnsanın elini sokup, söküp atamayacağı bir yerinde merhamet
oluşması, merhameti ukelalaştırıyordu da. O da, “kurtarıver hayvancazı be
dostum! Canını sen vermedin onun, yazıktır, günahtır,” diyerek kafa ütülemeye
başlamıştı.
Beynimin
sol tarafındaki işitme hücrelerinde fare, sağ tarafındaki hücrelerinde
yüreğimdeki merhamet, kanon yapar gibi ayrı telden ama üstüste sesler
çıkartıyorlardı. Dinlemeye yoğunlaştıkça ekolu mikrofondan geliyormuş gibi
yankılanmaya başlıyorlardı.
“Hey…yey…yeyyy…!
Eğer…rer…rer…”
“Lütfen…fen…fen…
acı…cı…cı…”
Sonra
her ekolu sesler beyinden kulaklara ulaşarak işitilmeye başlıyordu.
“Seni
uyarmadım deme! Evini kokular ve hayvanlar sarınca Ayşekadın pis bir herif bu
deyip sana hiç yüz vermeyecek… Karını benim ölümü gösterip dönmeye ikna etsen
bile, evi çöplüğe çevirmişin diye ağzına sıçacak!”
“Sen
merhametli adamsın be dostum! Allah’ın verdiği canı alanlara hep kızardın sen.
Ne oldu sana böyle?” Merhametli adamım, evet, senin gibi merhametli bir
merhametim var.
“Ama
karım…” diyecek oldum, sol gözüm seyirmeye başladı. Sol göz seyrimesi iyi
değildir derler ya, hayır dileyeyim, hayır olsun.
“Karını
getiririm sana. Anam avradım olsun…”
“Ben de
yardımcı olurum getirmesi için…”
“Ya
Ayşekadın?”
“İste,
onu da ayarlarım sana. Anam avradım…”
“Ben de
destek olurum…”
Nasıl
kandırdılar beni, anlayamadım bile. Havadaki sol bacağımı indirip geri döndüm,
doğruca rafın önüne varıp kapanın tel maşasını kaldırdım. Fare şöyle bir yüzüme
bakıp sırra kadem bastı. Arkasından, “Ama bir daha karıma görünmeyerceksin!”
diye seslendim ya, duydu mu bilemiyorum.
Karım
mı? Geldi mi? Yok valla, gelmedi. Ayşekadınla da eskisi gibi abi kardeş gibi
merabana, meraba, geçinip gidiyoruz.
Eğer bir
daha bu fare milletinin sözüne kanarsam anam avradım olsun!
(
Merhamet… başlıklı yazı
AliKemal tarafından
14.08.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.