1 Ayrılık

     Sana bazı gerçeklerden bahsetmek istiyorum. İlk satırlarımda, gölgesinde rüya gibi yaşamamıza rağmen, acı olan gerçeklerden. Hayat hikayemden...


      Aslında senin düşündüğün gibi bir ailenin çocuğu değilim ben. Ailem mütevazı, senin deyiminle siyah beyaz bir hayata sahip; ama kendilerince renkli. İşte o siyah beyaz ortamda büyüdüm ben, orada buldum benliğimi; ta ki bir çift göze vuruluncaya kadar...


     Bakışlarının büyüsüne kapıldım ve o çok mutlu olduğum ortamdan bir anda koptum gözlerinin uğruna. Senin gibi renkli olduğunu sandığım yeni bir dünya, yeni bir yaşam tarzı bekliyordu beni. Söyledim ya büyülenmiştim bir kere, ömrümde hiç tatmamış olduğum duygular hakimdi bedenime. Belkide aşkla ilk tanışmamdı kalbimin ilk ürperişi, ilk kıvılcımın düşmesi bedenime.


      Senden öncede yaşanmıştı bu haz sevmenin o tarif edilmez büyüsü. Her şey ufak bir yalanla karşılaşana kadar güzeldi.


      O yalan hayatımın dönüm noktası olmuştu. Mutluluk beni terk etmiş, yerini hüzün ve elem almıştı. Aşk yalandı belki, belki de bendim yalan olan. Düşüncelerim öyle yoğun, öylesine karışık ki, anlatmak mümkün olsaydı keşke. Dünyanın yalanlar üzerine kurulu olduğuna inanıyorum artık... Çıkar ilişkileri ve maskeli yüzlerle dolu..


     İlk ayrılığı da yaşamıştım nihayet! İnsanın başına gelebilecek daha kötü bir şey var mı? Yaşattın sen bana, beraberinde umutlarımı da götürdün.


      Nedense  bir his hala hayatımın sana bağlı olduğunu haykırıyor. Bana sensiz bir ömür, sensiz bir dünya yok sanki. İşte bu düşüncelerle yaşamaya çalışırken; -"yaşamaya çalışırken diyorum ya, yaşamak sayılmazdı benimkisi"- alkolle ve meyhanelerle tanıştım;  tabi sende yitirdiğim umutları rakı şişelerinde arıyordum. Yeni umutlar filizlendiriyordum kadehler üzerinde.


      Masallardan çıkmış gibiydin, hep gözlerin güleç, bakışların sevdalı; sendin kurtuluşum umudum çıkar yolum sen... Aşklar yaşandığı değil yaşadığı sürece kutsaldır. Gözlerimden eksik olmayan yaşları saklıyordum insanlardan utancımdan, neden yitik umutlarımı aradığım her göz kefen oluyordu bana. Dünya ikimizin üzerine kurulmuş gibi hissediyordum çok zaman; gün oldu gerçek yüzün çıktı ortaya kime neye değer verdiğini anladım zamanla, inanamadım kendimi suçladım senden şüphe ediyor diye kalbimi yumrukladım.


      Her gün ölmek nedir bilir misin? Her sabah uyandığında yeni bir umut doğup vakit ilerledikçe gırtlağında düğümlendi mi hiç? Abartıyorum belki duygularımı, kalbim sebil çeşmeler gibi, eski bir fotoğraftan kesilip dünyaya yapıştırılmış gibiyim hep. İnsanlardan çabuk bıkışımı, hastalıklı genç ama diri olmayan bedenimi, alkole olan düşkünlüğümü, kader bağımlısı ve hep karamsar oluşumu düşünebildin mi hiç? Dağları bile titreten, kalbimde erozyonlara sebep olan, gözyaşlarımı kan olup akıtan feryadımı duyabildin mi? Kendi aleminden bir parça uzaklaşıp, megaloman duygularından sıyrılıp başka insanlarında var olduğunu hissedebildin mi hiç?


      Bilmeliydim, hatalı olan sen değildin; hatalı olan bendim. Senden verebileceğinden çok şey istedim. Madde niteliğinde her şeyi verebilirdin belki, ancak benim ihtiyacım olan neydi, hissedebildin mi?


      Ben sade, saf bir aşk aradım ömrümce lüksten gösterişten uzak temiz bir sevgiydi ihtiyaç duyduğum. Anlayamadın bir tanem, ama çok geç artık... Bu kaçan kaçıncı tren, ben de bilmiyorum.


      Kırgınım şimdi; kırgınlığım sadece sana değil, kendime de... Boşa geçen yıllarımı kim verebilecek? Öyle bir fırtına kopardın ki, gönlümden kalbime akıttım gözyaşlarımı! Dilime kelepçe vurdum, sövmesin diye. Önce bir bölümünü, o da yetmediğinde, aşk bittiğinde, geri alabilmek ümidiyle özgürlüğümün tümünü sana verdim. Hayallerimde sensiz yaşayamayacağım anlarda bile sana çokta ihtiyacım yokmuş gibi davrandım. Başka alternatiflerim varmış gibi yaptım. Seni kaybetme korkum yüzünden yasak düşlerimi gizledim senden. Ne zaman bunlar aklımdan geçse durdurmak istedim. Kaygılı bir telaşla... Çünkü böyle anlarda kendi sevgime rakip olmaktan korktum hep.Bu ne kadar melankolik bir düşünce...


      Netice itibariyle hiç bir aşk lekesiz değildir değil mi? Sonu  bir ayrılık hikayesi iken...


                                                                                 *  

      Her yürek yangınımda şiirlere sığınırım, kahrolurum… Yazdığım her şiirin başlığı, özlem…


      Her sevda biraz sancı, biraz acı, her sevdalı biraz Mecnun’dur. Her sevdanın sonu ayrılıktır.


      Ayrılırsak, sen de gidersen, gönlüm bu karlı şehirde kolu kanadı kırık, kimsesiz bir sokak çocuğu gibi kalakalır. Sensiz gecelerde üşürüm…



      Aşkların nankör olduğunu bilmiyordum; bilseydim, aşık olur muydum?



      Bilsem ki, küçücük bir pişmanlığı büyültüp de ararsın bıraktığın yerde, içimde umutlar besleyip beklemez miyim?



                                                                                * 

       ‘Bana ihanet ettiğin söyleniyor, sağda, solda,” dediğimde, beni bunların iftira olduğuna inandırmanı beklemiştim.


    Oysa sen çıldırmayı tercih ettin. ‘Defol!” diye çığlıklar atarak gitmemi istiyordun.


     Gidiyordum. Bana beslediğin öfkeyi terk ediyordum. Hareketlerim uysaldı, yavaştı sana zaman yaratmak için; sen yarattığım bu zamanı sessizce tüketiyordun. Ellerin öfkenle titreyerek bir sigara yakıp ardımdan baktın, ama umursamadın. Ölümden beter bir an…


      Ben gidiyordum ve sen ‘dur, bekle, beni dinle, benim hakkımdaki yalanları değil,’ diyemiyordun. Ya da,’gitme, kal, gidersen bensiz nefessiz kalırsın, ölürsün,” diyemiyordun. Diyebilseydin, ben ölmezdim.


      ‘Elveda’ diyebildim son gücümle.

    

      ‘Canın cehenneme!” diye bağırdın yine, ‘ne halin varsa gör!’ Ardımdan kapıyı var gücünle çarptın.


       Çıktığım sokakta bulduğum dünya benim değildi. Islak ve soğuk bir yaşama emanet ettim yalnızlığımı. İçimden ağlamak geliyordu. Engel olmadım, salıverdim gözlerimden dışarı.


       Ağladıkça zayıflıyordu gerçek!


       ‘Canın cehenneme! Ne halin varsa gör!’ dedin sen.


       Ben, cehenneme varmak için, yürüdüm. Yürüdüm. Yürüdüm…


       Yapayalnız yolculuğum, ihanet halinde ve ağzı da bozuk. Tuzaklara doldurmuş her ihaneti. Her ihaneti öfkelerinin korumasında. Öfkelendikçe masum kalamıyor, ama acıtıyor.


       Tıpkı sen…

     

       Tıpkı, varmamı istediğin cehennem!


        Sen ve cehennem! Bir farkınız yokmuş.


        Gördüm işte ne halim varsa…



                                                                                * 

       Hala sen varmışsın gibi iki yastıkla yatıyorum..


       Kimseye söyleme gidişini, ben söylemedim.


       Sanki beni az önce yolcu etmişsin gibi çıkıyorum sokaklara. Elimde senin siparişin olmayan torbalarla geliyorum eve. Üst komşuya hava atarak, bi fiyaka bi görsen…


       Ağlaya ağlaya öpüyorum yattığın yastığı yorganı..

( Ayrılık başlıklı yazı AliKemal tarafından 31.07.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.