1 Hüzün, Tesadüfler, Sevgi Ve Korku…




"Ben bir fotoğraf albümüyüm. Kafamın içinde, hiç değişmeyen, kimisi silik, kimisi derin izleri olan canlı yüzler taşıyorum. Binlerce…”
*
“Merhaba!”
“Merhaba!”

On üç yaşındaki çocuğa bakıyorum: Yol kenarındaki kalın gövdeli ağaca dayamış sırtını, yoldan geçenlerden biri gelsin, “aferin çocuk!” desin…

On üç yaşındaki çocuğun Sümerbanklı iskarpinlerine bakıyorum, altları üçüncü kez pençeli, belli.

İskarpinlerinden çıkarak diz kapaklarına kadar uzanmış siyah fitilli çorapların lastikleri baldırlarını sıkmış, annesinin eski elbiselerden bozup diktiği pantalonunun paçalarından sokup elini onları arada bir çekiştirip yerlerini değiştiriyor, ama yararsız.

Saçları üç numara, uzatıp taraması için onları, izin verilmiyor; oysa arkadaşları uzattıkları saçlarını hergün limon suyuyla ıslatıp şekilden şekle sokuyorlar ona nispet yapar gibi…

“Ah be çocuk, hiç aklından geçer miydi, elli sekiz yaşına geldiğinde kendinle merhabalaşacağın?” *

Arkadaşlarımın sırtlarında sinerek sınıfın en güzel kızına bakıyorum.
Hayatımda ilk kez aşık oluyorum; kolay değil tabii… Ama kız beni umursamıyor ki…

Olsun!

Umursamazsa umursamasın!

Unuturum onu…

Başka kızlara bakmaya başlarım.

Hepsine aşık olurum.

Yüzlerce defa.

Aşk, zaten olunduğu zaman vardır; yaşandığı zaman yok olur.
*

Bir başka kıza bakıyorum. Pek de güzel değil aslında, ama gözlerimi alamıyorum ondan. Gözleri deli, mavi… Çocukluğumun en mutlu fotoğrafı o… Benden bir yaş kadar küçük olmasına karşın öylesine olgunlaşmış bir genç kız havası var ki, karşısında kendimi ondan birkaç yaş küçük hissediyorum. Hayatımda ilk kez bir sevgilim oluyor, ona aşık oluyorum. “Sana aşık oldum,” diyorum ona; o da, “ben de sana,” diyor. “Ben de sana!”
*

Çocukluk resimlerim buruk bir tad bırakıyorlar bakışlarıma; çocukluğum iyi geçmemiş mi ne?

Albümler yaşlanınca bakılmak için mi hazırlanır?

Çocukluğuma dair her fotoğrafta hüzün var; ama bu yaşlı kafa her fotoğrafa sırıtarak bakıyor nedense…

Balık kafalı yaşlı adam unutmuş yaşanan hüzünleri, şimdi onları küçümsüyor.

Utanmalısın!

Çocukluğuma dair bir tek fotoğraf yok, sevinç, mutluluk haykıran. Hep acılı şeyler mi yaşadım ki… "Allah, Allah!"

Allah, Allah!...
*
Şu on üç yaşındaki çocuğun, Çolak Necati idi lakabı, muhacır çocuğuydu; Türkçeyi konuşamazdı bile doğru dürüst. Belki de ilk ve tek arkadaşı bendim. Sonra, orta birinci sınıfta iken, beni kandırarak sınıfta kalmama sebep olunca hiç görüşmedim onunla, hep nefretle anımsadım.

Yıllar sonra karşısına çıktığımda, bana oynadığı oyunun değil de, benimle yaptığı arkadaşlığın hatıraları baskın çıktı. "Kindar değilmişsin çocuk, aferin!"

“Yola çıkarken aynı şartlara sahiptik; ama, kader beni burada alakoydu, sana yürü ya kul, derken…”

Ne oldum delisi olmuştu görüşmeyeli. “Ben bu makama kolay gelmedim. Gecemi gündüzüme katarak çalıştım, çabaladım… Kabiliyetli bir çocuk için fakirlik, toplumsal sınıf sökmez; sen de çalışarak, kazanarak, toplumda iyi bir yerlere gelebilirdin. Herşey kendi ellerindedir.”

Kızarak söylenmeye başlıyorum: “Aynı şartlarda, birlikte yola çıktığımız binlerce çocuktuk. O çocuklardan kaçının homoseksüel, kaçının hırsız, serseri olduğunu biliyor musun? Kaç tanesi mezarlıkta yatıyor, kaç tanesi şu anda ecel teri dökmekte? Sanıyor musun ki, onları senin kadar başarılı ve sağlıklı yapmayan şey, senden noksan olan zekaları, ya da hırsları?”

Mağrur bir budalaydı. “İnsanın kedisinde olmalı, kendisinde! Ben zengin çocuğu muydum, mesela? Değildim. Değil mi ama…”

“Sen, sadece iyi tesadüflerin bir sonucusun, sevgili dostum,” diyorum ona; “inan bana! Yolda yürürken apartmanın tepesinden tepesine cam düşen o kız, doktor olacağını söylüyormuş sevdiklerine, oysa o kazayı geçirdiği için doktor olamadı. Doktor olabilmek için o kaldırımda değil, karşı kaldırımda yürümesi gerekirdi. Türkşekerde müdür yardımcılığına terfi etmek üzereyken Antalya’da kaldırıma çıkan arabanın altında kalarak ölen arkadaşımız Muzaffer’i hatırlıyor musun? Muzaffer’in bir takım elbise almak niyeti olmasaydı da, dikilip o vitrindeki elbiseleri seyretmeseydi, yanından yürüyüp geçenler gibi yürümeyi sürdürseydi, o araba o vitrinin önünde bulamayacaktı onu ve Muzaffer bu gün Fabrika müdürlüğüne kadar terfi etmiş olabilecekti. Velhasılı kelam, senin, benim, tüm isanların hayatında, hiçbir değeri yokmuş sanılan küçücük tesadüflerin öyle büyük etkileri oluyor ki, bütün bir hayatımız o küçücük şeyler yüzünden değişiveriyor.”

“Tamam da, biraz abartıyorsun be dostum! Bu tesadüfler var diye, mücadeleyi bırakalım da, mistik bir kaderciliğe mi sürüklenelim?”

“Sıradan bir sosyal yapı içinden çıkıp önemli bir yer edinmiş olmanın, sırf senin kendi çabaların sonucu olduğunu sanma, diye söylüyorum. Elbette kadercilik ile ilgili senin gibi düşünüyorum.”
*
Ah, benim Safinaz ablam! Hayatını şambaba tatlısı satarak idame eden, çipiş gözlüm. Ne çok şey öğrendim senden, bir bilsen... E N Ç O K D A S E V G İ Y İ Ö Ğ R E T T İ N S E N B A N A...VE SEVGİ İLE KORKULARIMI ALT ETMEYİ...Nasıl da anlatırdın uzun, uzun, hiç usanmadan. Derdin ki;

Allah (cc) insanı “SEVGİ” ile yarattı. Sadece sevgi; sevgi benim nefesimdir, diyerek.

Adem’in sevgisi Havva’ya, Havva’nın sevgisi de Adem’e öylesine üst düzeydeydi ki, “Şeytan” onların bu coşkusunu kullanarak, Havva’nın nefsini tahrik edip yasaklı meyveden istetti. Adem de cesaretinin kayıtsızlığı ile kopartıp verdi bir tane.

Allah (cc) bu söz dinlemez iki insanı cezalandırarak yolladı dünyaya. Yollarken, “benim emirlerime karşı gelmekten korksunlar,” diyerek, yüreklerine azıcık da “KORKU” saldı.

Ne yazık ki, korku, sadece ondan korkmayı sağlamamış, dünyada mevcut tüm tehlikelerden korkmayı da sağlamıştı. Korku böylece büyütülerek, panik, çekince, ürkeklik, dehşet, sakınma, ürperti, yılma, ürkme, yılgı, içtinap, fobi, kaygı, merak, bulut, telaş, heyhey, endişe, düşünce, kuruntu, terör, şaşkınlık, çekinme, bunalım, sıkıntı, üzüntü, nefret, kin, riya, iftira gibi binlerce kardeş edindi kendine...

Edinsin. Dağları, taşları kaplasınlar hep birlikte. Onların heybetli görünümü bir gölgeden
ibarettir.

Korku, yok olmaya mahkumdur sevginin gücü karşısında…

“Sevgi ve Aşk; gerçek ve mutlu yaşamın ta kendisidir…”

NUR İÇİNDE YAT, BENİM ÇİPİŞ GÖZLÜ ABLAM... SENİ SEVİYORUM...
( Hüzün, Tesadüfler, Sevgi Ve Korku… başlıklı yazı AliKemal tarafından 13.07.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.