Askerlik Anıları...
Askerlikle ilgili anlatacak bir şeyleri olan
insanlara gıptayla bakarım. Anlata anlata bitiremediği bir şeyleri olanlara
şaşarım, bu kadar çok şeyi o kadar kısa zamanda nasıl yaşadılar diye…
Onlara şaşkınlıkla ve gıptayla bakarım, ama pek dinlemem…
Hayatımda en nefret ettiğim şey, başkalarının askerlik anılarını dinlemektir.
Gene de, askerlikle unutamadığım tek şey yediğim bir
tokattır. Aklıma geldikçe, hala incinirim.
Acemi ocağım olan Mamak’ta ki çavuş talimgahında,
Eskişehirli “Mesut bilmem ne oğlu” diye biri, benden üç-dört ay önce askere
gelmiş, hasbelkader onbaşı olmuş, bizi de onun mangasına verdiler. Hergün,
habire sol, sağ, haz’rol, rahat, haz’rol…
Bu zibidi artık talimlerin biteceği günlerden
birinde, kolumu yeterince sallamadığım gerekçesiyle bana öyle bir tokat attı
ki, gözlerimden yaş geldi. Bir ağrıma gitti bu tokat, bir ağrıma gitti… Bu
tokattan on, onbeş dakika kadar sonra eratın mektupları dağıtılırken bana da
Nur’dan oğlum Cenk’e hamile olduğunu bildirdiği mektubu vermişlerdi. Kendimi
tutamamış, sevinçten hüngür hüngür ağlamıştım. Mesut isimli bu zibidi de beni
ağlattığını düşünerek sadistçe bir keyifle karşımda sırıtmıştı. Bu zibidinin
devresi olan kayınbiraderim Ertan’a bu olayı anlattığımda, gitmiş, insan hemşerisine
yapar mı böyle şey, diye sormuş. O da, askerden sonra buluştuğumuzda hatırlatıp
kızdıracağım, onun için mahsustan vurdum demiş. Hakikaten zibidiymiş bu oğlan!
Ulan, seninle askerden sonra arkadaşlık yapacak olan kim ki, seni askerdeyken
nasıl tokatladıydım ama, diyerek böbürlenme imkanın olsun…
*
Çorlu Orduevindeki askerliğim sırasında samimi
olduğum Yaşar isimli Mersinli bir arkadaşım vardı.
Bu Yaşar, karısı hakkında duyumlar almıştı, sanırım
onu terk etmişti. Bana, yengem orduevi komutanına telefon edip, ben Yaşar’ın
karısıyım, annesi öldü, acilen gelsin, desin, deyince, olur dedim. Nur’a rica
ettim, o da etti telefon, söyledi ve bu arkadaşıma on gün izin verdiler
yolladılar.
ondan sonra;
On gün sonra dönmedi Yaşar. Bir ay sonra da dönmedi.
Askerlikten firar etti…
Aylar sonra getirilip askeri cezaevine konulduğunda
hala tek destekçisi bendim, haftada bir ziyaretine gidip sigarasını filan
götürüyordum. Onun isteği doğrultusunda da Mersin ile temas kurup edindiğim
havadisleri ona iletiyordum. Bunlardan birisinde annesi, karısının kaçıp
babaevine gittiğini ve boşanmak için dava açtığını söylediğinde, bu bilgiyi,
sırf morali iyice çökmesin diye ondan gizledim.
Cezasını tamamlayıp cezaevinden çıktığında
gizlediğim bu bilgiyi öğrenmişti. Bana, bunu gizlememiş olsaydım, alacağı
önlemlerle karısından boşanmalarını önleyebileceğini, benim gizlemem yüzünden
müdahale edemediği için boşandıklarını söyleyerek çok kızmıştı ve benimle
küsmüş, bir daha da barışmamıştı.
*
Orduevinde çavuş rütbesinde dört beş kişiydik ve
sırayla kolluk tutarak eratın nöbetleriyle ilgileniyorduk. Kolluk tuttuğum bir
gün, nasıl yağmur yağıyor ama, sicim gibi… Orduevinin arka nizamiyesinde
nöbetçi olan Memed isminde Mardin Kızıltepeli bir arap çocuğu, yağmurdan kantincilerin
hemen yan taraftaki barakasına sığınmış. Ne yapsaydı yani, kovadan boşalan
yağmurun altında dursa mıydı? Yok tabii, başta ben razı olmazdım öyle bir şeye,
ama şeytan dürttü, bir şaka yapmam için. Gittim resepsiyona, bir albay
şapkasıyla pardösüsü giyindim, resepsiyonda da Bayburtlu Fevzi isminde bir
arkadaşım nöbetçi, anlattım ona Mehmet’e yapacağım oyunu, sonra çıktım arka
avluya, nizamiyeye gittim, başladım bağırmaya, “nöbetçiii!” Garib Mehmet
koşturup gelerek, bir albayın onu aradığını görünce, tabii, korkuyla tekmil
vermeye başladı. Ben, nöbet yerini nasıl terk edersin bakiim, yat, sürün,
diyerek fırçayı basınca, yattı yağmur birikintilerinin ortasına, başladı
sürünmeye. O sürünmeye başladı, bizim Bayburtlu Fevzi de gülmeye. Memed
Fevzi’nin güldüğünü görünce, uyandı, kafasını kaldırıp bir baktı, tanıdı beni.
“Ulaaan!” diye bağırırken daha, ben başladım kaçmaya. Yakalasa girişecek,
kaçmaktan başka çarem yok. Orduevini dört dönerek zor kurtuldum elinden.
Sonraki günlerde de Memed’in düşmanlığı dinmek bilmedi bana karşı. Yalvardım,
özür diledim, aracı koydum, ı-ıh, Nuh dedi, peygamber demedi, barışmadı
benimle. Ta ki, ben hastaneye kaldırıldığımda ölüyorum, benimle barışıp hakkını
helal etmezse gözlerim açık gidecek, diye haber yolladığım vakit, haberciler de
öleceğim konusunda duygu sömürüsü yaptıklarında ziyaretime gelip barıştı
benimle.
(
Askerlik Anıları... başlıklı yazı
AliKemal tarafından
2.07.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.