Yok, Birbirimizden Farkımız…
Nasreddin Hoca,
vaaz ve nasihatte bulunmak, ilmihal bilgileri öğretmek üzere Konya’nın bir
köyüne davet edilmiş; Kolay mı üç gün üç gece eşek sırtında o köye ulaşmak.
Köye varır varmaz da sağ olsun köy ağası Hoca’yı misafir etmiş. Hoş beş
ettikten sonra:
– Hocam, demiş,
Tin Suresi’ni okur musun?
Hoca euzü
besmele çekip sureyi okumuş. Ardından ev sahibi de okuduktan sonra:
– Hocam, demiş,
elli dört farzı sayar mısın?
Hoca lahavle
çekip elli dört farzı saymış. Ev sahibi de saymış. Bu minval üzere bir müddet
önce Hoca, sonra ev sahibi okumuşlar saymışlar, okumuşlar saymışlar. Sonunda ev
sahibi:
– Gördün mü
Hocam, demiş, senin bildiğini ben de pekâlâ biliyorum; ne fark var aramızda?
Hoca, dişlerini
gıcırdatarak:
– Öyle büyük bir
fark yok aslında, demiş, üç günlük yoldan geldim; açım ve uykusuzum. Senin
göbeğin, keyfin hepsi yerli yerinde. İşte fark buradan kaynaklanıyor!
Ondan
sonra;
Öncelikle hemen
belirteyim. Bu yazıda, yazının kahramanlarından farklı biri olduğumu iddia
ediyor değilim. Hepimiz, tavuklar gibi aynı dili konuşup aynı şeylerden
bahsediyoruz: “Gıd gıd gıdak!”
Şems-i Tebrizi
bir hikayesinde der ki; Farklı dine ve dile mensup dört tüccar ortak olmuşlar.
Ve kazandıkları ilk parayla meyve almak istemişler. Her biri başka bir dil ile
almak istediği meyvenin ismini söylemiş. Bir de bakmışlar ki hepsi aslında
sadece "üzüm" almak istiyor. Ama bu defada her biri farklı bir üzüm
(siyah, kırmızı, sarı, kabarcık vs.) istiyormuş. Almışlar. O sırada yanlarından
geçen bir derviş her birinin istediği farklı türden üzümleri bir kapta ezerek
onun suyunu bu dört tüccara ikram etmiş. ‘Var mı bir fark?’ diye sormuş, ‘yok!’
demişler.
Şems-i Tebrizi bu
hikâyeyi, “Allah'ı biliyorsak; O'na hangi dinden, ya da hangi yoldan
gittiğimizin önemi yok,” demek için anlatırmış. Ama ben kıssadan hisse
çıkartıp, “yok birbirimizden
farkımız, çünkü hepimiz aynı poguz…” diyeceğim.
Rahmetli Kazım
Koyuncu, “Birbirimizi anlamamız için, aynı dili konuşmamıza gerek yok,
ezildikten sonra, hepimiz aynı şarabız,” derdi. Evet, ezilmişlik onun dediği
gibi bir yakınlaşma katsayısı olabilir, ama asıl sürdürülen yaşam biçimleridir
yakınlık katsayısı olan…
Bu aralar Avrupa
Şampiyonası maçları oynanıyor. Türk Milli Takımı üç maç yaptı, ikisinde
yenildi. Ben, niye yalan söyleyeyim, pek izlemedim maçları, çünkü eşimi o
maçları izlerken izlemek daha keyifliydi. Sosyal Medyada paylaşılan bir kamera
şakası var; maç seyreden kocasını trolleyen kadının onu nasıl çıldırttığını
gösteriyor. ( https://youtu.be/QFSXQGtjDT4 ) .Benim eşimi çıldırtmak için öyle bir kamera şakası tertip etmeme hiç
gerek yoktu; o işlevi ‘milli futbolcularımız’ gayet güzel becerdiler; her biri
futbol topunun peşinden değil, paranın peşinden koşuyordu. Maç sonunda devrilen orta sehpasını düzeltmek,
ortaya saçılan koltuk minderlerini, çerezleri ve bardak kırıklarını toparlamak
biraz sinirlenmeme neden oldu ya, olsun varsın…
Bu futbol
denilen oyunu oldum bittim pek sevememişimdir.
Futbolcuların
forma aşkından daha çok para aşkıyla ter dökmeleri itici gelmiştir bana.
Nitekim Şansal Büyüka’dan, ‘eleme gruplarından çıkmayı başardıkları için bizim
Milli Futbolcuların banka hesaplarına beş yüz biner Euro para yatırıldığını,
hatta bu para hesaplarına noksan yatırıldığı için iki futbolcunun isyan
ettiğini’ dinleyince ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anladım.
Sadece futbol ve
futbolcular değil itici olan; teknik direktörler de! Her biri, ‘vatan, millet,
sakarya’ edebiyatıyla laf üreten benmerkezci kişiler olarak görünürler gözüme.
Yöneticiler mi?
Onlar, onlardan da beter; tek dertleri halkça tutulma, bundan öz işleriyle
ilgili fayda temin etme…
İlgili basın,
yayın kuruluşlarının karizması da tam anlamıyla, yerlerde paspas olmuş
sürünmekte. Her biri parsayı
toplayanların borazanı... Borazan sesleri birilerini uyutmak için ninniler
üflüyor.
Ya taraftarlar?
Tanrı, erkeği yaratırken kafasını futbol topuna benzeterek yaratmış. İçini de
kıt bir akılla doldurmuş ki, futboldan daha fazlasına yetmesin! Futbol topu
kafalılar topu konuşurlarken, birileri parsayı toplamakta!
Dedim ya, hiç
birimiz Hint kumaşından dokunmuş değiliz! Daha fazla bir lafa gerek var mı,
bilemiyorum…
Ondan
sonra;
İnsanların
televizyon aracılığı ile aptallaştırılıp yozlaştırılmasını yaşıyoruz.
Şişirilmiş, bol
nakaratlı Türk dizileri, ‘özet’ mazeretiyle bir önceki bölümü yeniden
izlettirip her akşam sekizden on ikiye kadar karşısında oturtuyor çoğumuzu.
Dizilerdeki Jönlere aşık genç kızlar, sevgilisiyle baş başa geçirdiği bu uzun
saatlerle oldukça mutlu oluyor.
Televizyon tek
başına o kadar da kötü değil tabii ki!
Televizyonda sadece aptal diziler yok, arayana belgesel de var,
kültür-sanat programı da var. İnsanlara bambaşka değerler de katabiliyor. Örneğin ömründe bir kitabı eline alıp
okumamış kişiler, edebiyatın klasik romanlarını televizyonda film olarak
izleyebiliyor. Muhteşem Yüzyıl ile insanlar az çok tarihimizi öğrenmeye başladı
(!) Böyle bir akım oluştu. Allah, tarihimizi bu dizilerden öğrenenlere akıl
fikir verse de kitap açıp okuyarak öğrenseler her şeyi diyeceğim ama, bu duamın
tutmayacağını biliyorum.
Can Yücel’i
sevmeyenleriniz olabilir, ama ben çok seviyorum. Onun bir şiirinde dediği gibi,
“İnce uzun bir hayvan / Çarpıyor / Çarpıyor
/ Çarpıyordu kendini taşlara. / Canı mı sıkılıyor / Can mı çekişiyordu yoksa? / Yok efendim dedi yanımdaki adam / Gömlek değiştiriyor yılan / Bu hallerden anlarız dedi az çok / Biz de sınıf değişmiştik bir zaman…
Evet, hepimiz
sınıf değiştik!
Televizyon
yanında bir de bilgisayar/internet dönemine girdik.
Önceleri bilgiye
kolay erişme yolu diyerek sevgiyle karşıladık bu aleti. Televizyondan farklı
olarak önümüze konulanı değil de, seçileni kullanma imkânı vermesi oldukça
cazipti. Kullanmayı öğrensinler diye çocuklarımızı kurslara bile yolladık. Bir
de baktık ki, günlük hayatımızda uykudan da önemli bir konuma gelivermiş.
Sonra internete
hakim sektörler ürettikleri oyun, mesajlaşma, porno sayfalarıyla öyle bir
kirlilik yarattılar ki, bu defa da faydadan çok zararı hakim oldu hayatımıza.
Rahmetli babam
eve aldığı hamsileri anneme kafalarıyla, kılçıklarıyla birlikte kızarttırıp,
öylece, kafasıyla, kılçığıyla birlikte yememi isterdi benden. “Balığın gözleri
fosfor deposudur, yersen senin gözlerin de cam gibi pırıl pırıl olur, en
uzaktakileri bile kolayca görürsün. Ayrıca kılçıklarında da kalsiyum vardır,
yersen kemiklerin sağlam olur, kırılmaz,” derdi. O şekilde balık yemek
gözlerimin, kemiklerimin gelişmesi tamama erdikten sonra da devam eden bir
alışkanlık olarak hayatımda halen var…
Alışkanlıklarımızdan
vaz geçemiyoruz.
Ne
televizyondan, ne de internetten vaz geçemiyoruz artık… Bacaklarımızı uzatıp
dizi / yarışma / magazin programlarımızı seyrederken, bir yandan da elimizde
akıllı telefonlarımızla internette dolaşıyoruz.
Bu bağımlılıklarla yaşamımızı tüketmemiz
oldukça önemli bir handikap. İnternetin ve televizyonun insanları
böylesine koyunlaştırmasının altında yatan sebep ise reklam sektörü. Teknolojinin bu
kadar yararsız ve boş işlerde kullanılmasına, reklam ve pazarlama uğruna
insanların ömrünün böylesine bencilce tüketilmesine üzülmemek mümkün değil.
Hâl böyleyken
seçim insanların, koyunlaşmak insanların tercihi. “İnsanlar da akıllı olsunlar,
neyi nasıl kullanacaklarını seçsinler canım!” diyemeyeceğim, çünkü işin içinde
çocuklar da var maalesef! Çocukların daha okuma-yazma öğrenmeden facebook-twitter hesapları oluyor.
Aileler, çocuklara bilgisayar kullanmayı öğretiyor, ama bir kitap açıp okumayı
öğretmiyorlar.
Ondan sonra;
Topunun köküne kibrit suyu…
Birileri top oynasın da top kafalılar seyretsin diye ve reklamlar ekranlar da
dönsün de cüzdanlar şişsin diye şehit olan kaç kişi var bu aralar? Bilen var
mı?
Nurten & Kemal Paracıkoğlu (Alikemal)
(
Yok, Birbirimizden Farkımız… başlıklı yazı
AliKemal tarafından
26.06.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.