Şiirin kalıntılarından bir bina inşa
edilebilir mi?
Ya, sözcüklerden bir dünya kurabilir
misiniz?
Ve işte başlıyorum: sözcüklerin önce
çatısını diktiğim sanki tozutan bir düş parmağıma geçirdiğim yüksük ve şahlanan
beyitler: yüzümünki is karası ve ehli beyit bir coşku illa ki aşkın ve kalemin
muhtırası.
Sağanağın beklentisine haiz bir güneş
adeta bulutların güncesi o mavi iklim ve kararsız kalan bir gün oynaşırken hem
hazanla hem yazla, yaz’a düşkün de değilim hani yaza yaza kendi mevsimimi ve
dünyamı inşa ettiğim.
Kaçak yolcu varsa derhal terk etsin
aracı!
Ya, yüreğimdeki kaçaklar?
Sözcükleri bölüp de ortasından, günde
kaç öğüne denk geldiğini bilmeden belleğimdeki birikinti ve günün yasını tutup
geceyi mutlu bitirdiğim elbette yüreğin sayacı yaz, yaz, diye atarken.
Şehla düşlerim.
Şüheda sevgi masallarım.
Hangi masalın kahramanı mıyım yoksa
ben sadece bir hurafeden mi ibaretim?
Ve gözlerimi alamadığım o pasaj ve
işte saymaya başlıyorum bir’den sana doğru.
Yaşasın yaftalanmışlığım ve göz
küremde dönenen semazen gölgeler.
Lanetinden arındım da dünyanın geldim
huzuruna sayfanın öncelikle Rabbimin ve sözcükler eyledi ruhum ben ki
tapındığım tek İlah; ben ki savrulduğum yaprak yaprak ve s/avunduğum kadar
serildiğim bir kırmızı halı ne de olsa nazlı büyüdüm ben sırtımı dayadığım iki
dağ’ın biri giderken nasıl da d/ağlandı yüreğim.
Bir su doku içine düştüğüm.
Bir ırmak boylu boyunca serildiğim.
Ve bir lahza tedirginliğime mahal
veren belki de elyaf bir düş ve şimdi sağaltıyorum dünümü.
Mizacı şaklaban bir çocuk ve muzip
olmanın da ötesinde: sahi, bu ben miyim, dercesine gülmeyi sevdiğim yıllardan
güne damlayan bir vecize adeta irkildiğim zaman zaman ve ürkünç bir gölgeden
kaçmak uğruna düştüğüm çukurda kendimle yüzleştiğim.
Korkularım.
Kimseden korkmadığım kadar kendimden
yana korkularım ve sapağı olmayan yollarda is top oynayan gölgeler belli ki
dünün hayaletleri hala terk etmediler belleğimi ve şimdi soruyorum ben bu
dünyanın neresine aidim?
Yamuk yumuk her serpinti ve aksanı
ölü bir güneş.
Saçlarından damlayan belki de yüzü
gözü çarpılmış gerçekler ve uyumaktan ziyade uyutmayı meziyet bilenler.
Ve sol’dan başlıyoruz şimdi saymaya
erip ereceğimiz hidayete; elbette bir rivayet ne de olsa kendimizi
inandırdığımız yalanlardan mesulüz ve sarkacı olmayan bir düzenek her methiyede
havalara uçan ve her yergide yüzü bile kızarmayan.
Bir lal belki akranı hecelerin ve
sevgi debisinde yükselen bir melodi ki o ağıtın her kulakları çınladığında
maviden bir örtü seriyoruz yayvan hecelerin muhatabı sessizlik iken içimizdeki
kuşları örgün bir sisteme salıyoruz ve s/alındığımız kadar da muzdarip iken
öykündüğümüz tüm masallar aslında öldürdüğümüz düşlerimizden ibaret ve tınısı
kayıp bir ruhun da şahidi iken ölümlü beden nasıl da ihtimam ediyoruz her giysiyi
ve her hicvi yakıştırıp da üstümüze başımıza birer methiye dillendiriyoruz
egomuzla boy ölçüşen bir sağdıç gibi solumuzda illa ki eksilen bir şeyler var.
Günün muhasebesi filan da değil tüm
olup biten sadece savsaklanmış bir gökyüzü ne de olsa ayaklarımız yerin dibine
kadar basarken azımsıyoruz kalan ömrün bitiminde nereye gitme ihtimalimiz
olduğunu unutup sadece ertesi güne verdiğimiz randevuları not alıyoruz.
Halis munis bir şiir gibi bir köşeye
kıvrılıp.
Belki bir donatı hüznün eğreti
taslağı mutluluğa bir çalım atarken günün de dolan miadı ve yeni acıları baş
göz etmek adına koşa koşa varmak yarına ve ölmüş bir umudun geride kalan
kırıntıları ve her nasılsa yeniden inşa etmeye çalıştığımız bir hayal gücü ve
rengi olmayan duygular bir anda mesken de olabilmekte yarın mizaçlı bir şarkı
ufaktan belirmeye başlamışken kulağımızın dibinde fısıldanan bir iç ses ait
olduğumuz mu sahip olmak istediğimiz sonsuz çılgınlıklar mı?
Yorgun sözcüklerin toplandığı
lügatten firarı ve işte en sevdiğim ne de olsa koşu bandına çıkmış duygular
birer birer yerleşiyorlar o karesi muhtelif renklerle bezenmiş bir sevdayı da
lime lime edenlere inat aşkın ta kendisi iken yaşamak ve yazmanın büyüsüne
sirayet eden gönül gözümde kocaman bir dünya ve yaşama alanı yarattığım sadece
hüviyetime ve hürriyetime sahip çıkabildiğim kadarıyla mutluluğa da geçiş
yaptığım o eşik.
Kuram dışı ve kural dışı benliğimle
dönendiğim eksende aslında ait olduğum tek yer:
Hülyalı yüreğimin ait olduğu tek mekân
ve izlek…
Sudan çıkmış balıkların bile neşeyle
oynaştığı bir cenneti ala ve sevdiğim kadar sevilmeyi de arz ettiğim elbette
coşkuyla yaşamayı ve yazmayı niyaz bilmişken Hakkı rahmetine nail olabilmenin
de verdiği huzurla yasımı ve yaşımı dindirdiğim.
Evet, kendime bir dünya yaratabilmeyi
bu güne kadar asla becerememişken evrenin muhtırası ile Rabbim ve kalemim bana
sahip çıkmışken hamt olsun: yazabildiğim her günü cennetten bir köşe bildiğim
kadar cennetime de ben sahip çıkarken yaşadığım kadar dünyanın kirinden,
kininden sonsuza kadar arındığıma binaen coşkumun ve sevgimin de altına imzamı
atmışken.