Cevâmiu’l-kelîm Ve Hikmet

Cevâmiu’l-kelîm ve hikmet

(İlyas Kaplan; İlahiyatçı,Araştırmacı,Yazar )

 *

Peygamber Efendimiz, insanı bilgelik sahibi kılan bu ilmi nerede bulurlarsa almalarını buyurmuştur. “Hikmet müminin yitiğidir, onu bulduğu yerde alır.” (İbn Mace, Zühd, 15.)

Bu hadis-i şerif hikmetin her kültürde bulunabileceğine ve kimden ve nereden geldiğine bakmaksızın elde edilmesine işaret eder. İslam âlimleri bu yitik hikmete en layık olanların da Müslümanlar olduğunu ve bulduğu yerde onu alması gerektiğini ifade ederler.

Hikmet, her sahada olduğu gibi insanlara gerçekleri tebliğ etmekte de en büyük esastır. Hikmetsiz yapılan, yâni zaman ve zeminini bulmayan; şefkat esasına oturmayan; ilimden medet almayan ve en önemlisi, anlatılanları en ileri seviyesiyle yaşama şartından mahrum bir tebliğ netice vermez.

Peygamber Efendimiz’e, cevâmiu’l-kelîm bahşedilmişti.Hakka uymayan söz ve fiil kendisinden meydana gelmezdi. O, az sözle engin ve çok değerli manaları dile getirirdi. Onun hadislerini okuyan ve sünnetini inceleyen bunu rahatlıkla müşahede eder.

Kur’an-ı Kerim’in,“İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet et.” (Nahl, 16/125) fermanı, İslâm’ın tebliğiyle vazifeli kimselerin hikmet üzere bulunmaları gerektiğini ders verir.

İnsanoğlu sebepler dünyasında yaşar ve olayları yorumlarken bu sebepler çerçevesinden bakar. Olaylardaki ilahi iradenin rolü çoğu defa bu sebepler perdesiyle perdelenir.

Hak Teâlâ, ilahi sırların ve hakikatin bilgisi manasındaki hikmeti her kuluna lütfeylemez. Kur’an-ı Hakim’inde buyurduğu üzere O, hikmeti dilediğine verir. Bu öyle bir bilgidir ki ona sahip olan çokça hayra ulaşmış olur. (Bakara, 2/269.)

Hz. Musa ile Hızır’ın beraber yaptıkları yolculukta ilim ve hikmet arasındaki farkı açıkça görmek mümkündür. İlim, kesbe dayanan bir bilgidir ki tahsil edilerek elde edilir. Hikmet ise ledün ilmidir yani Hakk’ın katından lütfedilen vehbi bilgidir. 

Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde yer alan hikmet kavramı geniş bir anlam haritasına sahiptir. Hikmet kelimesini, günlük hayatta daha ziyade olayların hikmet gözüyle değerlendirilmesi şeklinde kullanılır. Bununla kastedilen mana, zahirin yanı sıra bâtına bakmak, görünenin ardındaki görünmeyen veçheye dikkat çekmektir.

Kelime olarak hikmet, engellemek, alıkoymak, gemlemek ve sağlam yapmak gibi anlamlara da sahiptir. Bu kök anlamıyla hikmet, insanı iyi ve güzel olana yönlendiren, çirkin ve kötü olandan sakındıran sözdür.

Bu anlamda en büyük hikmet yüce kitabımız Kur’an’dır. Kamer suresinin beşinci ayetinde geçen “hikme - tü’n-baliga” tabiriyle Kur’an-ı Hakim’in eşsiz ve eksiksiz bir hikmet olduğu ifade edilir.

Hz. Peygamber’in sünnetinin de hikmet olduğu buyrulmuştur: “Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.” (Nisa, 4/113.)

Ayrıca diğer peygamberlere verilen vahyin hikmet olduğunu yine Rabbimiz haber vermektedir. (Bakara, 2/251; Nisa, 4/54.) Mutasavvıflar hikmeti, ilahi sırların ve gerçeklerin bilgisi, varlıkların var oluş amaçlarının kavranması, sebeplerle sonuçlar arasındaki ilişkilerde ilahi iradenin rolünün keşfedilmesi şeklinde açıklarlar.

“Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” (Bakara, 2/269.) ayet-i kerimesinde ifade edildiği üzere Yüce Allah’ın kullarından dilediğine hiç bir şarta ve kayda bağlı olmadan kendi fazl-ı kereminden bir lütuf olarak verdiği hikmeti alabilmesi için kulun tefekkür edebilecek temiz bir akla ve kalbe sahip olması gerektiğini söyler Elmalılı Hamdi Yazır.

O, hikmete ermenin başlangıcının düşünme olduğunu ifade eder: “Allah’ın büyük bir lütfu olan hikmet ancak temiz, öz, katıksız ve saf akıl sahiplerine nasip olur. Bundan dolayı akıl ve güzel seçim, hikmetin temel şartı, düşünüp öğüt almak da başlangıç noktasıdır.

Bunlar hep Allah vergisi ve ilahi dileme eseri olan şeylerdir.” Hikmet, Rabbimizin ihsanıdır ve bir işi yaparken körü körüne değil önünü ardını düşünerek, ondan doğacak bütün tehlikeleri bertaraf etmeyi gözeterek yapmaktır. 

Hikmet, söz ve fiilde isabet etmek; yani hem bilmek hem de bildiği ile amel etmektir. Hikmet hem doğru bilgi, inanç ve düşünceyi hem de bu zihnî birikimin mümkün olan en mükemmel şekilde hayata geçirilmesini ifade eder. Bu ilimle insan, gücü oranında dış âlemdeki nesnelerin hakikatini olduğu gibi bilip ona göre hareket eder.

Bu anlamda Hz. Peygamber’in sünneti de hikmettir: “… Kitap ve hikmeti onlara öğretir.” (Âl-i İmran, 3/169.) ayetinde de buyrulduğu üzere kitaptan maksat Kur’an-ı Kerim, hikmetten maksat sünnettir. Resulüllah, hikmet sahibiydi. Yani her sözünde ve fiilinde bir incelik ve mana vardı.

İmam Gazali, kişinin ahlaki olgunluğa ermesi için dört erdeme sahip olunması gerektiğini söyler ve ahlaki güzelliklerin başında hikmet erdemini zikreder. Bu erdemler hikmet, şecaat iffet ve adalettir.

Hikmet ile insan, bütün iradi eylemlerinde doğru olanı yanlış olandan ayırabilir. Şecaat ile öfke gücünün aklın buyruğunda olması kast edilir. İffet, arzu gücünün akıl ve din ile terbiye edilmesidir. Adalet, insanın öfke ve arzu güçlerini hikmet neyi gerektiriyorsa o yönde kullanmasıdır. Bütün güzel huylar bu dört temel erdemin itidalli olmasından doğar. Bu dört fazilete itidalin en yüksek noktasına sadece Resulüllah (s.a.s.) ulaşmıştır.

Hikmetleri Allah’ın askerleri olarak tanımlayan Hz. Mevlana, onu elde edenin nasıl bir hâkim olduğunu şu sözlerle anlatır: “Hikmetler, Allah’ın askerleridir. Allah, onlarla müritlerin ruhlarını güçlendirir. Bilgilerini cehalet şaibesinden, adaletlerini zulüm şaibesinden, cömertliklerini riya şaibesinden ve sabırlarını ahmaklık şaibesinden uzak tutar. Ahireti anlamada kendilerine uzak olanı onlara yaklaştırır. Onlara itaat ve çabadan zor geleni kolaylaştırır.

Hikmetler, peygamberlerin açıklamaları ve delilleridir; ariflere mahsus olan Allah’ın sırları ve kudretinden haber verir; dumanlı, yuvarlak ve inci özellikli göğün üzerinde hâkim olan nuranî ve ilahî feleği, Allah’ın döndürüşünü bildirir.” 

Hikmet için değişik tarifler getirilmiş, farklı mânâlar verilmiş. Bunlardan birkaçı şöyle:

“İşleri en doğru ve en uygun biçimde yapmak.”
“Eşyanın hakikatinden bahseden ilim.”
“Eşyada gizli ilâhî sırlar ve gayeler.”
“Amelle beraber ilim.”
“Faydalı ilim ve salih amel.”
“İnsandaki akıl kuvvesinin istikamet üzere ve aşırılıklardan uzak olma mertebesi.”

Bunlar içerisinde en yaygını “sır, gaye, fayda” mânâsı. “Bu işin hikmeti nedir?” denildiği zaman, ”Bundan maksat nedir? Bilemediğimiz ne gibi gizli sırlar taşıyor?” mânâsı akla gelir. O hâlde, bir iş yapılacak ve ondan bir fayda hâsıl olacaktır ki hikmet tahakkuk etsin.

Bu düşünce bizi hikmetin, “amelle beraber ilim” tarifine götürür. İslâm âlimleri, yalnız başına ilmi, hikmet kabul etmezler. İlimle amel edilmesini, bu ilmin uygulama sahasına konulmasını ve faydalı sonuçlar vermesini şart koşarlar.

Eşyanın hakikatinden ve gayesinden söz ettiği için felsefeye “ilm-i hikmet” deniliyor. Ama bir felsefeci bu çalışmaları sonunda ortaya insanların tatbik edecekleri bir hayat anlayışı, bir ahlâk düzeni koymuyorsa, bu hakiki mânâsıyla hikmet değildir.

İnsanın hikmet ehli olması, Rabbinin razı olduğu bir kul olmasına bağlı... O’nu razı etmedikten sonra, onun yarattığı varlıkları incelemek ve bunların insanlara faydalarını araştırıp ortaya çıkarmak hikmet ehli olmak için kâfi değil...

Kur'an’daki gizli sırları anlayan, fakat hayatına tatbik etmeyen bir insan düşünelim. Bu insan âlimdir, ama hakîm değildir. Kâinat kitabını Allah namına okumayan ve ondan bu yönüyle faydalanmayan kimselerin hâli de berikilerden farklı değil...

Hikmetin “peygamberlik” mânâsı da var. Peygamberlik müessesesi ilâhîdir. O Allah elçileri, kâinat kitabını hem okumuş hem okutmuşlar ve insanlardan, Allah’ın emriyle, birtakım vazifeler istemişlerdir. Bütün eşyanın hikmetle yaratıldığını, her birinin bir, hatta binler vazifesi bulunduğunu insanlık âlemine iyice bellettikten sonra, bütün bu mahlûkatın kendisine hizmet ettiği insanın büyük bir vazifesi olması gerektiğini, aksi hâlde bütün bu hikmetli eşyanın gayesizliğe, başıboşluğa ve hiçliğe hizmet etmiş olacağını kalplere iyice yerleştirmişlerdir.

Onun için, gerçek hikmet felsefede değil nübüvvettedir. Çünkü nübüvvet mektebinde ilimle amel birlikte okutulur. Ve bu mektepte eşyanın hikmeti, doğrudan doğruya, o eşyanın yaratıcısından öğrenilir. Tahmine, faraziyeye, şahsî ve indî görüşlere gerek kalmaz. 

Hikmet'i; nazarî hikmet ve ameli hikmet olmak üzere ikiye ayıranlar da olmuştur.

Nazari hikmet; kâinatta cereyan eden ilâhî kanunları (sünnetullah, tabiat kanunları değil de tabiata ait Allah'ın takdir edip var ettiği kanunlar) tefekkür ve muhâkeme etmek yoluyla elde edilir. Kâinat, akıl sahipleri için bir kitabdır, şuurlu kimseleri hayretlere sevkeden hikmetlerle dolu bir kitabdır.

Ameli hikmet ise, isabetli, yerinde ve faydalı olan fiillerdir. İslâm mütefekkirlerinin çoğunluğu faydalı ilmi salih amelden ayırmamışlardır. Onun için diyorlar ki; "hikmetin evveli varlık alemini tefekkür, ortası din ve itaat, sonu ebedî saadettir."

Yani kâinat sahifelerini, arz ve sema yapraklarını ibretle tefekkür eden insan, eserden müessire, san'attan san'atkâra, nakıştan nakkaşa, sebepler aleminden o sebepleri yaratana zihnen ve fikren intikâl eder.

İşte bu noktada karşısına din çıkar, yaratana karşı olan vazifesini öğrenir ve tatbik eder. Bu üstün tefekkür ve tatbikat (amel) onu ebedi saadete ulaştırır.

Hikmet, Kur'an-ı Kerîm'de dört manâda kullanılmıştır:

1. Kur'ân'ın nasihatları: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve söze öğüt vermek için indirdiği kitabı (Kur'an-ı) ve Kur'ân'daki hikmeti düşünün .." (el-Bakara, 2/23). Bu âyetteki hikmet, nasihat ve öğüt manâsınadır. Bu manâvı âyetin siyak ve sıbakından anlamaktayız.

2. İnce anlayış ve ilim. Lokman süresinin 12. âyetinde şöyle buyuruluyor: "Andolsun biz, Lokman'a hikmet verdik" Yani ince anlayış ve ilim verdik.

3. Nübüvvet-Peygamberlik. Bakara Sûresinin 251. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: "Allah (c.c) Dâvud'a saltanat ve hikmet verdi." Bu âyetteki "hikmet" Peygamberlik manâsındadır.

4. Kur'ân'ın incelikleri ve sırları:

"Allah hikmeti, kime dilerse ona verir. Kime de hikmet verilirse muhakkak ki ona çok hayır verilmiştir" (el-Bakara, 2/269).

"İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle dâvet et" (en-Nahl, 16/125).

Meâllerini arzettiğimiz âyetlerdeki hikmet kelimesi Kur'ân'ın incelikleri ve sırlan manâsınadır denilmiştir.

Akıl gücünün vasat (itidâl) mertebesinde de hikmet denilmiştir. Bu nokta da hikmeti şöyle tarif edilmiştir: "hakkı hak bilip ona uymak, batılı bâtıl bilip ondan sakınmak."

Kur'ân-ı Kerîm'in bazı âyetlerinde geçen hikmet kelimesini müfessirler sünnet olarak tefsir etmişlerdir.

Meselâ: Alu-İmran Sûresinin 164. âyetindeki: "Kitab ve hikmeti onlara öğretir..." Kitaptan maksat Kur'ân, hikmetten maksat da sünnettir.

Rasûlullah'ın Sünnetine hikmet denmesinin bir sebebi; O, hikmet sahibiydi. Yani her sözünde ve fiilin de bir incelik ve manâ vardı. Hakka uymayan söz ve fiil kendisinden meydana gelmezdi. Cevâmiu'l-kelîm verilmişti. O az sözle engin ve çok değerli manâları dile getirirdi. O'nun hadislerini okuyan ve sünnetini inceleyen bunu rahatlıkla müşâhede eder.

Hikmet, sebepler örgüsünden oluşan bir programın tezahürüdür. Bu sebepler zincirinin münasebetlerini bilmek, buna göre tedbir almak hikmetle hareket etmek anlamına gelir.

Ancak bir insanın olaylara bakış açısını dengeli ayarlaması için, biri tevhid akidesi, diğer sebepler dairesi penceresinden bakması gerekir. Sebepler dairesinde yaşayan insanlar olarak bunu göz ardı etmemiz mümkün değildir. Olumlu-olumsuz her bir olayın arkasında mevcut olan bir sebep zinciri olduğunda şüphe yoktur.Bu sebepler şayet cansız, şuursuz türünden ise, işin sorumluluğunu biz üstelenebiliriz.

Ancak olayların iyi türden olması halinde bunları Allah’a vermek durumundayız. Çünkü iyiliklerin icadî noktaları çok olduğundan ve bizim bunlara müdahelemiz söz konusu olmadığından bunların Allah’tan bize birer lütuf olduğunu düşüneceğiz.

Şayet karşılaştığımız bu olaylar kötü ise, kötülükler genellikle adem / yokluk / bir şeyi güzelce yapmamaktan kaynaklandığı için, bunun sorumluluğunu kendimize almak durumundayız. “İyililerin Allah’tan kötülüklerin insanın kendi nefsinden olduğunu” belirten ayetin açıklamasının hakikati budur.

Yok eğer bu olaylar şuurlu insanlar tarafından yapılmışsa, bakacağız, bunlar iyi türden şeyler ise, bu durumda hayırlı şeylere vesile olmaları açısından onlar için dua etmemiz gerekir. Çünkü Allah o hayırlı işi o kişini eliyle bize ikram etti. Bu açıdan vesile olanı yok saymak doğru olmaz.

Ancak asıl nimet sahibi Allah olduğundan esas teşekkürümüzü de Allah’a verecek ve ona şükredeceğiz.

Şayet insanlar tarafından yapılan olaylar olumsuz, kötü ise, bunun sorumluluğunun çoğunu  onlara vereceğiz. Her şeyde Kaderin de bir adaleti olduğunu düşünerek, böyle olaylarda kaderin de hissesini unutmayacağız.

Kader elbette hâkimdir; onaylamadığı hiç bir şey olmaz. Ancak, insanların olumsuz işlerin sorumluluğunu yüklenecek bir donanıma sahip olarak yaratılması da bir kaderdir.

Kader tarafından kendisine verilen özgür iradesini kullanarak yaptığı kötü işlerden sorumlu olması adaletin bir gereğidir.

Bütün bu gerçekler ışığında diyebiliriz ki, insanın bu dünya hayatında huzurlu bir yaşam sürdürebilmesi, onun Allah’ın sonsuz adalet, hikmet ve rahmetine iman etmesiyle doğru orantılıdır. Bunlar insanların yegâne teselli kaynağıdır.

*

----

*(et-Taʿrîfât, “ḥikme” md)

*(Tehânevî, Keşşâf)

*(Hakîm et-Tirmizî, Ḫatmü’l-evliyâʾ (nşr. Osman Yahyâ)

*(Kuşeyrî, Risâle (Uludağ)

*(Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd)

*(Fahreddin er-Râzî, el-Maḥṣûl)

*(Molla Fenârî, Fuṣûlü’l-bedâyi)

*(Beyzâvî, Ṭavâliʿu’l-envâr (nşr. Abbas Süleyman)

*(İsmail Hakkı İzmirli, İlm-i Hilâf)

*(Bâkıllânî, et-Temhîd )

*Gazzâlî, İḥyâ)

*(Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)

*(Teftâzânî, Şerḥu’l-Maḳāṣıd (nşr. Abdurrahman Umeyre)

*((Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü)

*(Gazali, İhya, çev. Mustafa Çağrıcı, DİB. Yay.)

*(Mevlana, Mesnevi, ter. Adnan Karaismailoğlu)

*(Kadı Beydavî ve Celâleyn Tefsirleri)

*(Süleyman Uludağ, İslâmda Emir ve Yasakların Hikmetleri)

 


( Cevâmiu’l-kelîm Ve Hikmet başlıklı yazı redfer tarafından 13.03.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.