Damlaya Damlaya Sel Olur…
ÖN NOT: Önce bu öykünün öyküsünü
anlatayım: Benim ikiz torunlar ilkokula
gidiyorlar. Öğretmenleri, sınıfa “damlaya damlaya göl olur” atasözü hakkında
birer hikaye yazın, diyerek ev ödevi vermiş. Benim ikizlerden adaşım olan,
bilgisayardan bana,”dedeciğim, Yağız için annem bir tane yazdı, sen de benim
için yaz!” diye emir buyurunca işi gücü bırakıp aşağıdaki öyküyü yazdım,
yolladım. Dosya kağıdına geçirmiş, teslim etmiş öğretmenine. Beş altı gün
geçti, face booktaki mesaj kutuma şu mesaj düştü: “Kemal bey, yazdığınız öykü
için zat-ı alinize pekiyi verdim. Torununuza da ödevi yeniden verdim. Lütfen bu
defa siz yazmayın; kendisi yazsın ki, bu konuda beceri kazansın…”
ÖYKÜYE GELİNCE:
Otuz bir Aralık günü
kardeşimle ortak kullandığımız odada ders çalışıyorduk. Ödevlerimizi biran önce
bitirip akşam televizyon karşısında gönül rahatlığıyla oturacaktık. Malum,
televizyonların her biri, birbirinden eğlenceli yılbaşı programları vaad ediyorlardı.
Annemle babam evde
olmayacaklardı; babamın arkadaşı olan komşumuz Önder amca ve karısıyla beraber
bir gazinoda eğleneceklerdi. Önder amcalar, kızları Aslı’yı da bize
bırakacaklardı. Onlar gazinodayken Kemal dedem ve Nurten babaannem bizim
başımızda duracaklardı. Bu her zamanki gibi eğlenceli olacaktı.
Annem, iki de bir
odamıza gelerek güya ödevlerimize çalışıp çalışmadığımızı kontrol ediyordu, ama
o arada sarf ettiği sözler sinirlerimizi bozuyordu.
“Yavrucuğum, gündüz
vakti gözleriniz kör mü de bu elektriği açtınız? Tasarruf nedir bilmez misiniz
siz?”
“Ödevlerinizi
yaparken, her defasında çöp sepetinizi defterinizden yırttığınız kağıtlarla
dolduruyorsunuz. Size yeni defter almaktan gına geldi artık… Yazık, günah!”
Aklı sıra bize
tasarruflu olmayı aşılıyordu. Öte yandan yılbaşını dışarda kutlayarak
yaptıkları müsrüfcülükle kötü örnek
olduklarını aklının ucundan bile geçirmiyordu. Ele verir talkını, kendi yutar
salkımı. Bize yeme veriyorlar, ama kendileri deveyi hamuduyla götürüyorlardı.
Kardeşim, tasarruf
konusunda bana pek benzemiyordu. O, annemin verdiği harçlıkları gereksiz yere
hiç harcamıyor, daima kumbarasına atıyordu. Benim asla yapamayacağım bir şey…
Dünyada para harcanacak o kadar çok şey vardı ki, hiç birisinden feragat
edemezdim doğrusu!
Akşam olup da Kemal
dedemle babaannem geldikten az sonra Önder amcalar da Aslı’yı getirip bırakarak
babamlarla beraber çıkıp gittiler. Annem giderken babaanneme, “aman ha, bunları
saat on oldumu yatırmayı unutmayın. Aslı’yı da bizim yatağa yatırın,
annesigiller geldiğimizde oradan alır götürürler,” diye sıkı sıkı tembihte
bulunmayı ihmal etmedi.
Onun tembihlerini
dinleyen kim… Gece yarısı, yeni yıla girdiğimiz ana kadar televizyonun
karşısında meyveler yiyip meşrubatlar içerek, gülüş cümbüş eğlendik. Bol bol da
tombala oynadık. Kemal dedemin ne kadar parası varsa hepsini üttük.
Kemal dedem ütüldüğü
paraları elimize vermedi. “Getirin bakim kumbaralarınızı!” diyerek getirttiği
kumbaraları aldı eline, paraların yarısını benim kumbarama, diğer yarısını
kardeşimin kumbarasına doldurdu. Aslı’ya ütüldüklerini de teslim ettikten
sonra, “Haydi bakalım, artık yatın!” diyerek ayaklandı. Babaannem Aslı’yı
babamların odasında yatırırken, Kemal dedem de bizi odamıza götürdü, yatağımıza
yatırdı. Üstümüzü örtüp, kardeşimi de, beni de öptükten sonra çıktı, gitti.
Epeyi geç olmuştu, bu saatlere kadar uykusuz kalmaya alışık olmadığımızdan
çabucak uyuduk.
Ertesi sabah oldukça
geç uyandım. Kalktım, herkesin uyanmış olduğunu sanarak salona gittim. Saat ona
geliyordu, ama ortalıkta kimse yoktu. Kemal dedemle babaannem evlerine
gitmişlerdi. Babamla annem de yatak odalarında olmalıydılar.
Annemi uyandırmak
için odalarına girdim. Gördüğüm manzara karşısında az kalsın küçük dilimi
yutacaktım. Annem, yeni tuvaletiyle karyolanın üstüne uzanmış, öylece uyumuş
kalmıştı. Saçlarına konfetiler konmuş, boynuna renga renk serpandinler
sarılmıştı. Ayakkabısının biri ayağında, diğeri yerdeydi... Babam ise yerde,
halının üstünde uyuyordu, yüzünde kağıttan bir maske, kafasında da kağıttan bir
şapka vardı. Usulca ikisinin de üstüne birer battaniye örttüm, çıktım odadan.
Öğleden sonra uyanıp
kendilerine gelebildiler. İlk uyanan annem oldu. Babamı kaldırdı. Annemle
babamın, fısıldaşmalarından gazino hesabından büyük kazık yediklerini, bütün
paralarını hesabı ödemek için harcadıklarını öğrendim.
Annem kara kara
düşünceler içinde, “İyi de, bu ayı nasıl geçireceğiz?” diye söyleniyordu.
Babam ise, “Olmazsa
vezneden avans alırım,” diyerek onu teselli etmeye çalışıyordu.
Onlar böyle
somurturken biraz sonra kapı çalındı. Önder amcanın kızı Aslı, babama babasından
bir not getirmişti. Notu onun elinden alıp babama götürürken okudum. Aynen
şöyle yazıyordu: “Komşu, dün geceki masraflardan sonra bende beş para kalmadı.
Varsa bana bir beş yüz lira gönderebilir misin?”
Kağıdı babama
verdim. Okudu. Babam kendi haline üzüleceğine arkadaşının haline üzülmeye
başladı. “Tuh, tuh, tuh… Görüyor musun bak, arkadaşıma bu sıkışık durumunda
yardım edemiyorum…”
Onun böyle
üzüldüğünü gören kardeşim, kumbarasını getirip babama uzattı. “Önder amcanın
istediği parayı buradan karşılayabilirsin,” dedi.
Babam, bu
davranıştan o kadar çok duygulandı ki, kardeşime teşekkür ederken sesi
çatlıyordu.
O arada teşekkür
edilip pohpohlanan kardeşim olurken zararı çeken ben oldum.
“Hadi oğlum, sen de
getir kumbaranı!”
“Ama baba…”
“Başlatma amana da
babana da!”
Kemal dedem paraları
kumbarama doldurduktan sonra odama gittiğimde keşke kumbaramı boşaltsaydım!
Başıma böyle bir şey geleceği aklıma gelmedi ki! Çaresizce getirip teslim ettim
kumbarayı. Babam da hem benimkinin, hem kardeşiminkinin içindekileri boşaltıp
sayarak Aslı’ya teslim etti. “Kızım burada tam beş yüz lira var, düşürmeden
götür ver babana… Selamımı söyle, bozuk para yolladım diye kusura bakmasın!”
“Tamam amca!”
Aslı bir poşet
dolusu parayı alıp gittikten sonra babam bize dönüp, “Aferin, bak! Harçlıklarınızı
çarçur etmeyip biriktirince nasıl da işe yaradı, gördünüz mü?” dedi. “Damlaya damlaya göl oluyormuş demek
ki…”
Sinirimden tutamadım
kendimi, “damlaya damlaya göl olmaz!” diye çıkıştım.
Babam, kaşlarını
çatıp, beni, “Nasıl yani?” diye tersledi. “Niye olmuyormuş bakayım çok bilmiş?”
“Olmaz, çünkü
damlaya damlaya göl olması için damlaların düştüğü yerin çukur olması lazım,”
dedim. “Çukur olmayınca…”
“Eeee?”
“E’si, sel olur,
Önder amcaların evine akar...”
(
Damlaya Damlaya Sel Olur… başlıklı yazı
AliKemal tarafından
8/7/2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.