Arnavut taşları döşenmiş sokağımız, her iki-üç metrede bir yükselen ağaçların arasında, kaldırım kenarlarına park edilmiş rengarenk arabaların metalik kirliliğini saymazsak, belki de Eskişehir’in en güzel sokağıydı. O arabalardan biri de babama aitti. Aynı markayla üretimine çoktandır son verilmiş ihtiyar yerli arabamız Avrupalı komşularının arasında varolma savaşı veriyor gibiydi. “Bir ihtiyaç zühur ettiği zaman ayaklarımızı yerden kessin,” diyerek üzerini kaplamış toz katmanıyla ve mahallenin muzip bir veledinin parmağıyla  arka cama yazdığı “beni yıka” ibaresiyle, öylece, kapımızın önünde bekletiliyordu. Evimiz, babamın yıllarca kooperatif taksiti ödeyerek sahiplendiği bir evdi. Küçük bir adacığın çevresinden iki kola ayrılarak dolanan Porsuk Irmağı ile adacığı zaptetmiş söğüt ve akasya ağaçlarını görebildiğimiz bir konumdaydı. Hemen hemen her akşam üstü, balkonumuzda oturup elime aldığım bir kitabı okumanın keyfini yaşar; arada insanların uzak yerlerden gelip derme çatma bir tahta köprüden adacığa geçerken köprü başındaki seyyar satıcılardan çekirdek veya mısır satın aldıklarını görürdüm. Adacıktaki ağaçların koyu gölgesi içinde muhtelif yerlere serpiştirilmiş banklara oturan insanların çıtladıkları çekirdeklerin kabuklarını ya da yedikleri mısırların koçanlarını fütursuzca yerlere atmalarına duyduğum kızgınlıkla, birkaç defa çalıştığım gazetenin verdiği Canon 5D fotoğraf makineme 105 mm’lik lens takıp zom yaparak kirliliği ve yaratanları çekip gazetede ve internette paylaştım ise de deşifre ettiğim insanlara bol bol küfür ettirmekten başka bir işe yaramamıştı bu; aynı tas, aynı hamam devam ediyordu. Irmağın, adacığın iki yanından dolandıktan sonra birleştiği yerdeki demir köprüden Şeker Fabrikasına geçiliyordu. Köprünün diğer ucundaki bir kulübede bekleyen güvenlik görevlisinin fabrika sahasına geçmek isteyenlere uyguladığı kimlik kontrolüne şahit olurdum bazen. Bazen de su boyunca uzanan tel örgüleri güvenlik görevlisine görünmeden aşmayı başaran çocukların fabrika sahasındaki meyve ağaçlarından meyve aşırışlarını seyrederdim.


Babam, evin içinde içmesi yasak olduğundan balkona  arada sırada sigarasını içmek için çıkardı; her seferinde de, istisnasız, benim bir baltaya sap olamadığımdan yakınırdı.


“Görüyorsun şu kapıdaki bekçiyi, değil mi?”


“Bekçi değil o babacığım, Koruma ve Güvenlik Memuru.”


“Ne güzel işte! Memur… Ben de memurdum, anan da… Yirmi yedi sene, şerefimle, namusumla bu devlete hizmet verdim. Allah nasip etti, emekli oldum.  Kendim bir lise mezunuyken, seni hangi üniversiteyi istediysen orada okuttum. İngilizce öğrenmem gerek dedin, yok canımdan dil kurslarına yolladım… Ama bir baltaya sap olamadın…”


“Oldum ya babacığım… Gazeteci oldum.”


“Gazeteci olmuş, hıh, güleyim bari!… Maaş yok, sigorta yok. Ne menem bir işse…”


Babam haksız sayılmazdı. Evet, bir baltaya sap olamamıştım. İşsizdim. Daha doğrusu çalıştığımı övünerek söyleyebileceğim bir işim yoktu  Anadolu Üniversitesi 'İletişim Bilimleri Fakültesi' Basın ve Yayın bölümü liseyi bitirdiğimde ülkenin yüksek tirajlı gazetelerinden birinde yıldızı parlak bir muhabir olma hayalleriyle kaydolduğum okuldu. Mezun olup da lisans diplomamı aldığımda ise öğrenciliğimin son yıllarında staj gördüğüm yerel gazeteden başka bir yerde iş bulamamıştım.. İşte buraya da sıkılarak yazıyorum: “Bir yerel gazetede foto muhabirliği yapıyordum.” Gazetenin yönetimi görevlendirirse, on beş günde bir Eskişehirspor’un maçlarına, ya da şehrimizdeki miting, konferans gibi etkinliklere gidip fotoğraf çekerek gazeteye getiriyordum. Aldığım ücret gazetede kullanılan fotoğraf başına yapılan ödemeden ibaretti. Sanırım asgari ücretle çalışanlar bile benden daha çok kazanıyordu.


Bazen anneme de yakalanıyordum balkonda. Onun derdi de bir türlü evlenememiş olmamdı.


“Neredeyse tohuma kaçacaksın be oğlum, bul bir kız da evlen artık!”


Annemle sohbetimiz babamla olduğundan daha mesafesiz olurdu.


“Hı, kolaydı evlenmek! Kızlar kuyruğa girmişler, şu işsiz güçsüz oğlanla evlenelim diye…”


“Bul bir iş çalış sen de…”


Ağzını yansıtarak cevap verirdim. “Bul bir iş de çalışayım ben de…”


O da Şeker Fabrikasının kapısındaki Güvenlik Memurundan bahsederdi illa ki: “Görüyor musun şu bekçiyi? Senin neyin eksik ondan? Gir sen de bekçiliğe çalış…”


“Olmaz! Ben çöpçülüğe gireceğim.”


“Çöpçülüğü aşşağı mı görüyorsun? Hepsi belediyenin kadrolu elemanı…”


“Belediyelerde kadrolu çöpçü kalmadı anacığım, artık taşeronlara yaptırılıyor o işler. Çöpçüler de taşeronların elemanı.”


“Olsun! Ha belediye, ha taşeron, ikisi de maaşını ödüyor ya, ona bak sen… Ona bakarsak bekçiler de Güvenlik Şirketlerinin elemanı.”


“Bekçi deyip durmayın şuna, Koruma ve Güvenlik memuru o…”


Ailemin bilmediği, onlara henüz bahsetmediğim, bir sevgilim vardı. Neredeyse bir yıldır çıkıyorduk. Halimden anlıyor, beni evlilik için hiç sıkıştırmıyordu. Gerçi gezip tozarken denk geldikçe küçük çocuklara gösterdiği sevgiden bir an önce evlenip çocuk sahibi olmak istediğini anlayabiliyordum, ama şartların uygun hale gelmesini beklemekten başka çaremiz yoktu, o da biliyordu bunu. İkimizin de bildiği gerçeklerden sonra gelişen olayları ise yeni öğrenecektik.


“Aşkım?”


“Efendim aşkım?”


“Aşkım, beni istemeye geleceklermiş!”


“İstemeye mi geleceklermiş?”


“İstemeye geleceklermiş…”


“Kimmiş o aşkım yaaa?”


“Tanımıyorum ki… Annemin uzak bir akrabası mıymış, neymiş, bankanın birinde bekçilik yapıyormuş manyak!”


 İşte bu hiç hoşuma gitmemişti. İşsizliğin, çaresizliğin bir adama yapabileceği daha büyük bir kötülük ne olabilirdi ki! “I should have done something!” Bir şeyler yapmalıydım…Ama ne?! Öyle bir dönemdeydim ki; önce daimi bir iş bulmam, para kazanmam lazımdı. Bunun için zaten yıllardır bir arayış içindeydim. Ne yapmak istediğimi biliyordum, eğitimini aldığım mesleğimi yapmak istiyordum, ama mesleğimi yapmak için bir süreçten geçmem gerekiyordu ve bu süreç boyunca da bir sürü sıkıntı yaşayacaktım. Süreci elimden geldiğince doğru değerlendiriyordum, ülkedeki tüm yayın, basın kuruluşlarında müracaatım vardı, elbette birinden olumlu yanıt gelecekti. Gelecekte ve şu an uğraşmak, başarmak istediğim bir sürü şey vardı. Anı yaşamadıktan sonra gelecek için bir şeyler yapmanın ve sürekli yarını düşünerek yaşamanın pek de bir anlamı yoktu aslında.


“Seni seviyorum aşkım!” dedim ona, “sen de beni, seviyorsan, olmaz dersin o bekçi köpeğine!”


“Öyle diyeceğim zaten aşkım, merak etme sen,” dedi o da…


Gazeteye gittiğimde patron, “Prestij Güvenlik gazetemize reklam verecek. Git, istedikleri fotoğrafları çek!” diye karşıladı.


Adresi alıp gittim. Şirketin binasına, bürolarına ve “bekçilerine” dair fotoğraflar çekip bilgisayarlarına yükledim.


 Şirketin müdürü bilgisayar ekranında çektiğim fotoğrafları gösterdikçe İspanyollar gibi ‘oley!’ çekiyordu. “Harika fotoğraflar bunlar!” İçlerinden üç adet fotoğrafı seçip, “bunları kullanalım reklamlarda,” deyince ben de beğendim seçimini.


İltifat üstüne iltifat yağdırıyordu bana. “Sen bu işi biliyorsun… Dile benden ne dilersen!”


Dile benden ne dilersin, diyordu adam. Simbad’ın cini gibi bir dileğimi yerine getireceğini söylüyordu. Hemen de sevgilimi onu isteyen bekçiye vermemelerini dilemek geldi aklıma. Ama sevgilim olmaz diyeceğini söylemişti, gerek yoktu bu dilekte bulunmaya. Düşündüm, ülkemizdeki yüksek tirajlı İstanbul gazetelerinde bir iş dileyeyim diye geçirdim; yok, adamın çapı yetmezdi o işi ayarlamaya. Kararsızlıkla kala kaldım, ne isteyeyim diye düşünürken. Hiç, ama hiç düşünmeden, birden bire: “Şirketinizde Koruma ve Güvenlik Memuru olarak çalışmak istiyorum!” dedim.


Adam da, hiç, ama hiç düşünmeden, “olur; hay hay!” dedi. “Vereceğim formları doldurup istenen belgeleri tamamlayın, başlayın göreve!”


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


( Bekçi… başlıklı yazı AliKemal tarafından 8/5/2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.