Hoca Sami, Kibar Bedroş ve Kamil Oğuz avluda futbol maçı yapanları izleyerek kuru gürültü çıkartmaktan yorulduklarında, aralarında işaretleşerek tuvaletlerde sigara içmek için oradan ayrıldılar. Aralarında yaptıkları el şakalarıyla itiş kakış koşturarak yurt binasına girdiler. 


Yan yana sıralanmış helâ kapıları, lavabolar ile pisuarlardan ibaret tuvaletlerde, dumanlı ve ıslak bir ortam hâkimdi... Geldiklerinde duman altı olan mekânı beğenmeyen Kamil Oğuz, bir anda telaşlı bir hareketliliğe bürünerek, oradakilere, “arkadaşlar, çabuk pencereleri açın!” diye seslendi. “Müdür Bey, az sonra evinden çıkıp bu tarafa doğru gelecek.”


Ellerinden sigaralarını yerlere atarak tuvaletleri terk etmeye kalkışanlar oldu. Hoca Sami, kasıntılı tavırlarıyla onların önüne sıçrayıp bir trafik polisi edasıyla, “durun!” diye bağırdı.


Çıkmaya çalışanlar merakla duraladılar.


Hoca Sami, bu defa, “nereye?” diye sordu.


“Dışarıya,” dediler.


Hoca Sami, sorgulamasını “neden kaçıyorsunuz?” diye sürdürdü.


“Müdür Bey geliyormuş...” dediler.


Hoca Sami, şiirimsi vurgulamalarla “hah! Kemirmiş fareler gemiyi, su alıyor. Batan gemiden evvela fareler kaçıyor, “ diye söylendi.


Kibar Bedroş, onu hemen pohpohladı. “şiir gibi oldu, Hoca Sami’m. Çok anlamlıydı.”


Hoca Sami, kasılarak, “şiir zaten,” dedi. “Atilla İlhan’ın, ’sigaramın dumanı’ isimli şiirinden bir beyit.”(Attila İlhan’ın böyle bir beyti yoktu tabii ki) Kamil Oğuz’a dönerek, “sen, Atilla İlhan’ı biliyor musun Kamil Oğuz kardeş?” diye sordu. “Kim olduğunu bilirsen bi cigara benden...”


Kamil Oğuz, “biliyorum elbet!” diye sırıttı. Sanırdınız ki, ‘sorunun cevabı sorunun içinde var zaten, Türk edebiyatının önemli şairlerinden biri,’ diyecek; ama o, atarak, ”Çolpan İlhan’ın kocası.” dedi.


Hoca Sami şaşırarak, “Çolpan İlhan kim ulan?” diye sordu.


Kamil Oğuz, sırıtmasını sürdürerek, “o da Atilla İlhan’ın karısı,” diye karşılık verdi. “hadi ver bakalım cigaramı, bildim...”


Kamil Oğuz, müdavimlerin kaçmak isterken yere attıkları sigaraların bütüne yakın olanlarından birkaçını alıp bir ondan bir ötekinden içmeye başladı. “Arkadaşlar, müdür Bey gelirse sizin yaptığınız duman altı yüzünden bizi mi marizlesin? Gidiyorsunuz madem, pencereleri açıp ortalığı havalandırın da gidin. Di’mi ya?”


Müdavimler dönerek pencerelerden birkaçını açarken, Kibar Bedroş, Hoca Sami’nin kulağına fısıldayarak, “Çolpan İlhan, Atilla İlhan’ın kardeşi olur,” dedi.


Hoca Sami, ona, “biliyorum zaten,” diyerek yüz vermezken Kamil Oğuz’a dönerek, “attın gene len boş kafa!” diye çıkıştı. “Çolpan İlhan, Atilla İlhan’ın kardeşi olur. Bir de, kim nedir, kim kimin aşna fişnesi midir, değil midir, benden sorulur, dersin; ama daha Çolpan İlhan’ın Atilla İlhan’ın kardeşi olduğunu bile bilmiyorsun. Kaybettin iddiayı, cigarayı sen vereceksin. Ver bi cigara baki’im!”


Kamil Oğuz itiraz ederek, ”ben, bilemezsem vereceğim demedim ki... Sen dedin, bilirsen vereceğim diye,” dedi.


Kibar Bedroş, kendi sigara paketini çıkartıp Hoca Sami’ye tuttu. Hoca Sami’nin aldığı sigarayı yaktıktan sonra bir sigara da kendisi yaktı.


Kamil Oğuz, Kibar Bedroş’a, “bi cigara da bana versen ya!” diye sırnaştı.


Kibar Bedroş, ”Hoca Sami’ye iddiadan kaybettiğin cigarayı ver önce sen,” diyerek sigara paketini cebine soktu.


Kamil Oğuz, çaresiz, elindeki izmaritleri içmeyi sürdürdü.


Müdavimin biri Kamil Oğuz’a çıkışarak, “hem müdür bu tarafa gelecek diye telâşe yaptın, hem de kendin içiyorsun ulan Kamil!” diye söylendi.


Kamil Oğuz, “gelecek kuran çarpsın!” diyerek gülümsedi. “Evinden çıkacak, bu tarafa doğru gelip, yurt binasına girip, ikinci kattaki ofisine gidecek.”


Gülüşenler oldu.


*


Subyenler yetiştirme yurdu müdürü lojmanının arka kapısından avluya çıktı. Gözleriyle, hareket halindeki avluyu tarayarak bir anormallik aradı. Çocuklarının mutlu olduklarına karar vererek mutlulukla gülümsedi. Yurt binasının yolunu tuttuğu an, yurt binasının en uç köşesinde yer alan küçük helâ pencerelerine dikti gözünü. O pencereler, bir tek şey için açılmış olabilirdi. Dikkatini yoğunlaştırarak bakınca, sanki pencerelerden duman tütüyormuş gibi geldi ona...


*


Kamil Oğuz göz ucuyla Hoca Sami’ye bakarak, “keşke gelse de, beni sigara içerken yakalasa!” diye bir laf attı ortaya.


Onun bu lafındaki art niyeti sezinleyemeyen Hoca Sami, “keşke yakalasa!” diye atıldı. “Biz de, bu sayede keyiflensek az’cık!”


Kibar Bedroş, “öyle deme oğlum,” diyerek müdahale etti. “Müdür Beynın dayağı düşman başına... Yiyen revirde açar gözlerini.”


Kamil Oğuz, “ben de öyle olsun istiyorum zaten,” deyince herkes garipseyerek ona baktı. O, Hoca Sami’ye hitap ederek konuşmasını sürdürdü. “Hiç fark etmediniz mi? Müdür Bey kime dayak atarsa, vicdan azabı çekip, o dayak attığı çocuğun zayıf notlarını düzeltmesi için yardım eder.”


Kibar Bedroş, “hakkaten ya... Geçen seneki on bir a’daki Harun Reşit’i hatırlıyor musunuz? Kızlar koridoruna çıkmış diye, marizlediydi hani? N’oldu sonra? Oğlan üniversite sınavlarını kazandıydı ama lise sondan zayıfları var diye kayıt olamayacaktı. Müdür Bey devreye girip, lisedeki hocalara torpil yaparak kurtarma sınavı yaptırdıydı oğlana da, liseyi bitirttiydi...” diyerek Kamil Oğuz’u destekledi. Kamil Oğuz’a, “sen çıtkırıldım oğlansın, oğlum. Onun dayağına dayanamazsın. Beni yakalasın da, ben yiyeyim dayak ondan,” diyerek sırnaştı.


Hoca Sami, Kamil Oğuz ile Kibar Bedroş’a, “len oğlum, sizin zayıfınız yok ya len,” diyerek müdahale etti.


Kamil Oğuz, pişkinlikle, “öyle deme abi... Ben dayağı yiyip, peşin peşin garantileyeyim mezun olmayı.” diyerek sırıttı.


Hoca Sami, “asıl benim yemem gerek o dayağı,” diye atıldı. “Üç tane zayıfım var.”


Kamil Oğuz, yenilecek dayak ta olsa, Hoca Sami’ye sırasını vermemek için itişmeyi sürdürerek, “yok, olmaz. Ben yiyeyim de garantiye alayım kendimi,” diye itiraz etti.


Hoca Sami de Kamil Oğuz ile itişerek, “get lan. Bundan sonraki sınavların hepsinden zayıf almış olsan bile garanti senin mezuniyetin. Bana lazım o dayak! Yoksa mezun filan olamayacağım ben,” diye direndi.


Kibar Bedroş, “itişmeyin be oğlum. Hanginiz önce davranırsanız o yesin dayağı.” diyerek onları sükûnete davet etti.


*


Dışarıdan koşturarak gelen bir çocuk, kapı aralığından, “müdür  geliyor!” diye seslenerek gitti.


Kamil Oğuz, oğlanın arkasından, “hadi ordan lan!” diye söylendi. “benim çektiğim numarayı bana mı çekiyorsunuz?” diye söylendi.


Seslenip giden çocuğa inananlar ellerindeki sigaraları sağa sola fırlatarak, “eyvah!” “yandık!” haykırışlarıyla çil yavrusu gibi bir yana dağıldılar. Tuvaletlerden dışarı fırlayanlar, helâlara dalanlar tam bir kargaşa yaratırken, bizimkiler gaza gelmeyerek sigaralarını tüttürmeye devam ettiler. 


Kamil Oğuz, her ihtimale karşın tuvaletlerin koridorlara açılan kapısını aralayıp dışarı baktığında koridorların başından gelmekte olan müdürü gördü. “Hakkaten geliyo’muş lan!” diye telaşla haykırdı.


Helâ kapılarının birisi hariç hepsi kapalıydı. Hoca Sami, gözüne kestirdiği kapıya doğru fırladı. O anda diğer kapılara koşturan Kamil Oğuz da, kapıların hepsinin kapalı olması ile açıkta kalınca geri koşturup Hoca Sami ile aynı anda kapısı açık olan helâya dalarak, ikisi aynı helâ içine gizlendiler... Açıkta kalan Kibar Bedroş dalacak açık bir kapı kalmayınca pisuarlardan birinin başına dikilip fermuarını indirdi, işemeye başladı.


Müdür, tuvaletlere girdikten sonra havayı koklayarak söylendi. “Şuraya bak! Mis gibi osuruk kokması gereken yer, leş gibi sigara dumanı kokuyor.”


Kibar Bedroş, çiş yapar gibi yaptığı pisuarın başından, Müdür’nın söylediği söze, kendini tutamayarak hafifçe kikirdedi.


Müdür, Kibar Bedroş’ un gülüşünü duyarak, ona doğru sokuldu, uzanıp önüne doğru baktı. “Bırak ulan çiş yapıyor ayaklarını! Fermuarını çekip gel yanıma!”


Kibar Bedroş, fermuarını derhal çekerek, “baş üstüne efendim!” diye bağırdı. Ardından da Müdür’ün karşısına dikildi.


Müdür, “aç ağzını, hoh de!” diyerek Kibar Bedroş’un suratına doğru eğildi. 


Kibar Bedroş, burnunu ağzına doğru yanaştıran Müdür’e nefesini üfledi. “hoh!”


Müdür, “üf! Eşşoğlu, leş gibi kokuyorsun!” diyerek ensesine bir şaplak attı. “Geç şuraya, bekle!”


Kibar Bedroş, bağırarak gene, “baş üstüne efendim!” dedi. Gösterilen yere geçerek esas duruşta dikildi.


Müdür, teker teker her kapıyı yumruklayarak seslenmeye başladı. “Çıkın hepiniz!” Kapıları zorlayarak, açtıklarından çocukları kulaklarından tutarak dışarı almaya başladı. 


İlk çıkarttığı çocuk, “vallahi, ben kakamı yapmak için girmiştim, müdür bey !” diye mızmızlanmaya başladı.


Müdür, onun üzerine sinmiş sigara kokusunu daha kulağını yakalarken fark etmişti. “Çık! Çık! Geç şöyle, Bedroş’un yanına dikil!” 


Her çıkan öğrencinin ağzını koklayarak tanzim ediyordu. Bir başka çocuk, ben sigara içmedim, müdür baba!” diyerek çıkınca, onun da ağzını koklayan Müdür, onu, “ağzın kokuyor! Geç, dikil kenara sen de,” diyerek azarladı.


Sonra başka bir çocuğun, kokmadığını anlayarak, “sen gidebilirsin,” diyerek onu yolladı. Böyle böyle üç-dört çocuğu daha Kibar Bedroş’un yanına dizdi... 


En son Hoca Sami ile Kamil Oğuz’nin gizlendiği helâya sıra geldiğinde, çaldığı kapıdan bir çıkan olmadı.


İçerdekiler, birinin kapı arkasında kalarak diğerinin çıkması için anlaşmalarına karşın, dışarı çıkacak olanın kim olacağına karar veremediklerinden bir türlü kapıyı açamıyorlardı. 


Müdür, kapının hala açılmamasına sinirlenerek, “çık oradan! Yoksa kapıyı kafana geçiririm!” diye bağırınca, en nihayet kapıyı Kamil Oğuz aralayıp kafasını uzattı. Müdür, onun ensesine hafif bir şaplak indirdi, oğlan sendeleyerek yıkılacak gibi oldu. “Geç sallanma, geç!” Kamil Oğuz’u kolundan çekiştirerek çıkartmak için kapıyı biraz ittirince, kapının ardına kadar açılmaması üzerine helâda iki kişi olduğunu anladı. “Sen de! Sen de!”


İçeriden Hoca Sami de süklüm püklüm dışarı çıktı. 


Müdür, ikisine şüpheyle bakmaya başladı.
“Siz ikiniz içerde ne yapıyordunuz ulan bakim? Yoksa!”


Hoca Sami’nin, sinirlerinin bozulduğu anlarda ortaya çıkan komik tikleri başladı. “Vallahi... Billahi... Müdür babacığım... Efendim... Efendiciğim... Efendimiz... Yani, sayın müdürüm. Yani biz... Siz... Geldiniz siz. Siz geldiğiniz için kaçarken... Biz... İkimiz girdik biz... Ekmek kuran nimet çarpsın ki...”


Müdür, onlardan hıncını çıkartmak için eline geçen bu fırsatı sonuna kadar değerlendirmeye karar verdi. 


“Onu benim külahıma anlatın siz! Yürüyün doktora! Muayene ettireceğim sizi!” diyerek iki gencin kulaklarından sıkı sıkıya yapıştı.


Hoca Sami o kulağından çekiştirdikçe yerlere kadar bükülmeye, en sonunda yerlerde sürünmeye başlamıştı. Müdür, onun bırakmadığı kulağını onu ayağa kaldırmak için çekiştirmeyi sürdürdüyse de beceremedi. Kibar Bedroş ile yanındakilere döndü, “gelin buraya ulan! Kaldırın şunu ayağa!” diyerek yardım istedi. Çocuklar koşup gelerek, her biri bir yanından çekiştirerek uzun bir uğraşıyla Hoca Sami’u ayağa dikiltmeyi başardılar. Müdür yeniden kavradı kulağını ama oğlan yeniden yere doğru bükülmeye başladı. Bu defa kulağını bıraktı. Bırakınca Hoca Sami de doğruldu. Ne var ki bir yerinden çekiştirmek gerekti, Müdür de bu defa kolunu tutup hafif bükerek götürmek istedi, fakat Hoca Sami gene bu defa bükülen koluna uyumlu bükülmeye başladı. Müdür onun kolunu da bırakmak zorunda kaldı. Hoca Sami doğruldu yeniden. Müdür çaresiz koluna girdi onun, Kamil Oğuz’u kulağından çekiştirerek götürürken onunla kol kola yürümeye başladı. Kenara dinelttiği öteki çocuklara, “siz dağılın bu defalık!” diye bağırdı. “Ama birinizi, bir defa daha sigara içerken yakalarsam, kırılmadık kemik bırakmam iskeletinizden, ona göre!” Yanındaki iki gencin mızmızlanmaları korku içinde artarak sürerken onları dinlemiyordu bile.


Kamil Oğuz, çekiştirilen kulağının acısıyla, ”müdür baba, kuran çarpsın ki, sizden gizlenmek için girdik oraya!” diye mızmızlanmaktaydı.


Hoca Sami koridorda gidip gelenlere gösteriş yapar gibi kasıla kasıla, iki ahbap gibi kol kola yürümekte olduğu müdür babasına, gene çevrede giden gelenlerin öyle sanmaları için, memleket meselelerinden anlatıyormuş edalarıyla ciddi ciddi, bir şeyler anlatıyordu. “Sigara alışkanlığım münasebetiyle zatiallerinizin bu harikulade yurtta tesis ettikleri yüksek disipline riayet etmemek gibi bir terbiyesizlik yapmış olmama binaen, yüksek makamınıza götürerek, beni, affedersiniz, sözüm meclisten dışarı, eşşek sudan gelinceye kadar dövmenizi canı gönülden arz ederim, efendim. Revire, bu nedenle değil de, yediğim dayaktan sonra ayıltılmak için götürülmeye, daha sonra da, zayıf derslerimi kurtarmam için bir kere daha dövmenize, hatta birkaç kere daha...”


Müdür, onun bu aptalca konuşmasından sıkılarak, “kes sesini, kes!” diye çıkışarak susturdu.


Kamil Oğuz, sesi iyice ağlamaklı çıkarak, “vallahi, billahi, ben gay değilim müdür bey...” diye söylenmekteydi.


Revirde beyaz pantolon ve beyaz önlük giyinmiş, elli yaşlarındaki doktor bir şeylerle meşgul iken kapı çalındı. Dr. “gel!” dedikten sonra başını kaldırıp gelecek olana bakmaya başladı. Açılan kapıdan Müdür ve iki çocuk girdiler. Doktor şaşırarak bakarken, ”hayırdır, müdür bey?” diye sordu.


Müdür, getirdiklerine belli etmeden, doktora bir göz kırptı, “bunları, aynı helâ içinde yakaladım, doktor bey. İkisini de bir muayene edin de, hangisi aktif, hangisi passif ise anlayalım... Sonra ikisini de, disipline verip yurttan attıracağım...” dedi.


Kamil Oğuz başladı ağlamaya; “efendim, ne olur yapmayın, etmeyin, bunu bize! “


Hoca Sami, Kamil Oğuz’un ağlayışını aşağılayarak seyrettikten sonra, dirençli görünmeye gayret ederek, “biz öyle bişey yapmadık, müdür bey!” dedi. Bu dik başlı tavırla, çocuk muamelesi görmek yerine adam yerine konulmak ister gibiydi. “Takdir edersiniz ki, öyle bir şey yapmış olsak; öyle bir şey yapacak durumumuzu oluşturacak şartların bu güzide yurtta oluşması gerekir. Zatıalinizin yönetiminde bulunan bu yurtta öyle şartların oluşması; ki, Allah korusun, ne büyük bir skandal olurdu, değil mi efendim? Efendimiz? Yani, müdür bey … Gastelerde okuyoruz işte, yurtlarda neler oluyor neler. Öyle şeyler bu güzide yurdumuzda da olsa ve de gastelerde çıksa… Allah korusun…” Kulağını çekiştirip kapının tahtasını tıklatırken Dr. ve Müdür bıyık altından gülerek bakıştılar.


Müdür, onu azarlayarak, “kes palavraları, kes! Haydi, geçin şu pervazın arkasına da, pantolonlarınızı çıkartın! Doktor bey kontrol edecek! Ondan sonra o gazetelerin manşetinde ben yayınlatacağım sizi, bunlar homoseksüel, diye,” diye söylendi.


Dr. pervazın perdelerini çekip içeri gösterdi, “haydi, geçin kabine de soyunun! Geçin! Geçin!”


Hoca Sami, ciddi görünme çabasını, bu aşağılanma ile yitirmeye ve sinirleri bozulmaya başlayınca tikleri de ortaya çıkmaya başlamıştı.


Kibar Bedroş, koridorun köşesinden, revirde olan biteni merak ederek, o tarafı gözetlerken, yanına birkaç öğrenci geldi, ani, sert bir seslenişle, “n’apıyosun lan burda?” diye sordular. 


Kibar Bedroş, dalgın, gözcülüğe yoğunlaştığından bu ani baskından komik hareketler yaparak irkildi. Bozularak, “yavaş olun be oğlum! Ödümü koparttınız! Müdür , Hoca Sami ile Kamil Oğuz’yi homoseksüel mi, değil mi, diye kontrol ettirmek için doktora getirdi, ona bakıyordum.” diye tersledi. 


Öğrenciler, “ulan dandik, buradan mı bakıyorsun? Bişey mi göreceni sanıyorsun buradan? Ne homoseksüelliğiymiş o öyle? Ne oldu ki?” diye sordular.


Kibar Bedroş, “sigara baskınında aynı helâ içinde yakalayınca, birbirlerini düzerken yakaladığını sandı,” dedi. Bunu söylerken sinirleri boşalarak gülmeye başladı. 


Öğrenciler de gülmeye başladılar. “İkisi de, aynı helâya mı girmişti onların? Ulan gizlenecek tek helâyı mı bulmuşlar enayiler!” 


Kibar Bedroş, gülmenin dozunu ayarlamak için kendini tutarak ciddileşti. ”Gülünecek şeymiş gibi, gülüp durmasak ya.”


Revirde, “yurttan defedin, giderim. Ama açmam kıçımı,” diye diklenen Hoca Sami’nin sesi onlara kadar geliyordu. Sonra, Kamil Oğuz’nin ağlayarak, “kurbanın oliim, efendim... Bir daha da ağzıma komam, Allah şahidim olsun o mereti,” diye yalvardığını duyuldu. Müdür’ün sesi, “neyi?” diye sorunca, Kamil Oğuz’nin sesi, “sigarayı...” diye yalvarmasını sürdürdü. Müdür’ü, Hoca Sami’ye de,” ya sen?” diye sorduğunu, Hoca Sami’nin de, “ben de...” diye cevap verdiği duyulunca, öğrenciler olan biteni anlayarak, “Abartılacak bişey yokmuş... Müdür bey, sigarayı bıraktırmak için ayak yapıyor onlara! Kerizler, bu ayakları yedikleri için sigarayı bırakacaklarına dair söz veriyorlar... Ha ha ha! Allah’ın kerizleri...” diye söylendiler.


Doktor yerine oturdu ve araya girerek, “bir daha, sigara içmeyeceklerine söz veriyorlar mademki, affedelim, bari...” dedi. 


Müdür, Hoca Sami ile Kamil Oğuz’a sokulup kollarından silkeleyerek, “doktor beyin hatırı için bu defalık salarım sizi ama ikiniz de şeref ve namus sözü vereceksiniz, bir daha hiç sigara içmeyeceğinize?” dedi.


Kamil Oğuz, sevinçle, “şeref ve namus sözü veririm ki, bir daha hiç sigara içmeyeceğim!” dedi. 


Hoca Sami, “ben de...” diyerek arkadaşını destekledi.


Müdür, “ben de, yok... Açık seçik söyle!” diyerek itiraz etti.


Hoca Sami tikli hareketlerle kelimeleri karıştırarak istenileni söyledi. “İçmeyeceğim efendim. Namusum ve şerefim üstüne yemin ederim ki, bi daha ağzıma bile değdirmeyeceğim. Zaten değdirdiğim bi şey değildi ya, işte, arada sırada şeytana uyup, nasıl bi şeymiş bu diyerek değdirir olmuştum. Şükürler olsun, bu vesileyle artık onu da yapmayacağım…” 


Müdür, istediği şeyi elde ettiğini düşünerek doktora döndü. “Tamam mı? Verdikleri söze güvenelim mi, ne dersiniz doktor bey?”


Dr., Hoca Sami’ nin yeminindeki kelime oyununu fark etmişti. Hoca Sami’yi göstererek, “Bu, bir daha kapiçino içmeyeceğine yemin etti,” diyerek güldü.


Hoca Sami hemen atıldı, “yok efendim, kapiçino değil, sigara içmeyeceğim.”


Dr. başını salladı. “Öyle olsun. Güvenelim hocam, madem söz veriyorlar.”


“Bunları bu defalık sizin hatırınız için affediyorum, doktor bey...”


Hoca Sami ve Kamil Oğuz, bir anda rahatladılar... 


Hoca Sami ve Kamil Oğuz, koridora çıkıp yürümeye başladıklarında Kibar Bedroş koşturarak arkalarından yetişti. “Şişt, geyler! Beklesenize oğlum!” diye seslendi. “Harbiden söyleyin, hanginiz aktif, hanginiz pasifmişsiniz? “ diye sataşmaya başladı.


Hoca Sami, “Kamil pasif, ben aktifmişim,” dedi.


Kamil Oğuz hemen itiraz etti. “Yok ula, aktif olan benmişim, bu pasifmiş…”



Hoca Sami, Kamil Oğuz ve Kibar Bedroş, yurt kantinine henüz girmişlerdi.


Hoca Sami, arkadaşlarının yanından ayrılarak tezgahtarın yanına gitti.


"Bana büyükçe bir kese kağıdı ver oradan!"


Tezgahtarın verdiği kese kağıdını gömleğinin içinde saklayarak kantinden çıktı.


Onun bir şey söylemeden çekip gitmesinden kuşkulanan Kibar, koşarak peşinden geldi. “Hoca, nereye gidiyorsun? Ben de seninle geleyim mi?” diye sordu. 


Hoca Sami, “yok abiciğim,” diyerek ona itiraz etti. “Benim önemli bir işim var. Siz oturun, çay içe koyun, ben etüt saatinde kütüphanede bulurum sizi.”


Bu emrivakiiyle birlikte revire doğru uzaklaştı.


Onun bu gizemli tavrını merak eden arkadaşları peşine takıldılar. Koridorun ucunda yer alan yemekhanenin köşesine sinerek onun işinin ne olduğunu anlamak için gittiği yönü gözlemeye başladılar.


Hoca Sami revirin önünden geçtikten sonra, koridorun öbür tarafında sporcu odasının kapı girintisinde sinerek reviri gözlemeye başladı.


Arkadaşları onun revirin yakınında durarak revirin kapısını gözetlemeye başlaması üzerine, telaşlandılar.


Kamil Oğuz, “kuran çarpsın bu herif müdür ya girecek abici’im!” dedi.


Kibar Bedroş, “yok len, nerede o yürek onda!” diye karşılık verdi.


Kamil Oğuz, “öyle deme abici’im, açın kıçınızı, homolar gibi laflar ağrına gitti,” diye açıklamaya çalıştı.


Kibar, “Gitmiş olabilir ağrına,” dedi.


Kamil Oğuz, “gitti, gitti” diye onayladı. “Ben biliyorum. İçerde başladıydı diklenmeye müdür ya.”


Kibar, “öyle vallaha, yurttan atın isterseniz ama kıçımı açtıramazsınız bana, diyerek rest çekti ya?” dedi. 


Az sonra revirden çıkan Müdür, koridorda giderken, Hoca Sami, arkasından yetişip, yavaşça sokuldu. Arkasında şişirilmiş bir kese kağıdı gizliyordu.


Onun böyle Müdür’ün arkasından sokulduğunu gören arkadaşları fırladılar köşelerinden, “yapma Hoca!” diye haykırarak koşturup gelmeye başladılar. Tam o anda ise Hoca Sami elindeki şişirilmiş kese kağıdını, Müdür’ün kulağı dibinde patlatmıştı.


Karşıdan “yapma Hoca!” haykırışları ile koşturup gelenleri görüp de aynı anda kulağının dibinde bu korkunç ses patlayınca neye uğradığını şaşıran Müdür boş bulunup öyle bir korktu ki, iki adım geriye sıçrayarak sendeledi, beti benzi attı. Bir de baktı ki, karşısındaki Hoca Sami, dövmesi için kolaylık olsun diye yanağını uzatmış, süklüm püklüm durmakta, şaşkınlıktan ne yapacağını bilemeden, “gel ulan, benimle!” diyerek, onu kulağından çekiştire çekiştire odasına götürmeye başladı. Koşturup gelenler bu olanları görür görmez çark edip gerisin geriye kaçarak gözden kayboldu. Hoca Sami, çekiştirilen kulağına uygun kıvrımlar çizerek eğile dikile, suratında bir memnuniyet tebessümüyle götürüldüğü yere gitmeye başladı. 


Müdüriyete girer girmez oğlanın kulağını bırakan Müdür, şaşkınlığından kurtulamayarak, “neden yaptın öyle lan?” diye bağırdı.


Hoca Sami, gayet olgun tavırlarla, “beni dövmeniz için efendim!” dedi.


“Neden dayak yemeye çalışıyorsun? Neden?”


“Harun Reşit’e yaptığınızı yapmanız için...”


Müdür’ün şaşkınlığı iyice artarak, “kim ulan Harun Reşit? Benim bildiğim bir tane Harun Reşit var, o da ölmüş gitmiş...”


Hoca Sami, birden üzüntüye kapılarak, “ ölmüş mü? Tuh tuh, yazık olmuş çocuğa. Ne güzel üniversiteyi de kazanmıştı hâlbuki...” diye söylenmeye başladı.


Müdür’ün sinirleri boşandı, başladı gülmeye. “yazık mı oldu... Ha ha ha... Ne güzel üniversiteyi mi kazanmıştı... Ha ha ha ha.”


Hoca Sami hem müdürbabasını güldürüp mutlu ettiğine sevinmekte, hem de onun bir ölünün arkasından bu kadar saygısızca gülmesini içinden kınamaktaydı.


Müdür, gülme krizinden kurtulabilmek için masasına gitti, sürahisinden ardı ardına doldurduğu iki bardak suyu içti. Kendini zorlayarak ciddileşti. “Siz birbirinize lakaplar takarak, taktığınız lakaplarla birbirinizi kolayca tanıyorsunuz. Ama ben kime, ne lakap taktığınızı bilmediğim için, bana kimden bahsediyorsan gerçek adını söyle. Tamam, mı, Sami?”


Hoca Sami, sevecenlikle onayladı. “Tamam Müdür baba.”


“Senin lakabın Hoca. Onu biliyorum. Şimdi, lakabı Harun Reşit olan kim? Onu da sen söyle bana!”


“Harun Reşit mi?”


“Evet. Harun Reşit...”


“O, Reşit efendim.”


“Reşit mi? Hangi Reşit?”


“Harun Reşit, efendim.”


Müdür, masasına geçip oturdu. Karşısında süklüm püklüm dikilmekte olan Hoca Sami’ye, onunla kafa kırıp kırmadığını anlamaya çalışarak tiksintiyle bakmaya başladı. Reşit’in hangi Reşit olduğunu söyletemeyeceğini anlayarak, “haa, anladım, o Reşit,” diye kestirip attı. “Tamam... O Reşit’e ne yapmıştım da, aynısını sana da yapayım? Bir hatırlat bana...”


“Hatırlamıyor musunuz efendim?”


“Unutmuşum. Takdir edersin ki, iki yüz elli, üç yüz çocukla uğraşmak kolay değil. Herkesle ilgili her şeyi, teker teker hatırlamaya biliyorum bazen.”


“Doğru efendim. Sizin işiniz hiç de kolay değil.”


“Öyle...”


“Allah yardımcınız olsun.”


“Âmin!”


“Ben de utanmadan, sıkılmadan, kalkıp, kendi zayıflarımı size kurtarttırmaya çalışıyorum... Çok özür dilerim sizden efendim.”


Müdür, oğlanın onunla dalga geçtiğini sanarak, “ya, çıldırtma adamı, kardeşim!” diye bağırdı. Ama gerçekten çıldırmıştı. Masasından kalkarak Hoca Sami’nin üstüne üstüne giderek onu odadan çıkartmaya çalışırken bağırıyordu. “Ne zayıfı, ne kurtartması? Neden dayak? Kim bu Harun Reşit? Onun ne alakası var bunlarla? Ne yapmışım ona... Sana ne yapacakmışım?”


Kapıyı açıp tam kapı dışarı edecekken “ama efendim...” diye duran ve o anda tikleri de tutarak bir garip olan Hoca Sami bir şeyler daha konuşacaktı ki, Müdür zıvanadan iyice çıktı. “çık ulan dışarı! Defol! Adamı deli edersin sen be!”


Hoca Sami tiklerini patır patır oynata oynata, delirttiği adamdan korkarak dışarı çıktı. Müdür o daha çıkarken kapıyı öyle çarptı ki, bütün bina şöyle bir titredi. 


Hoca Sami, daha koridor köşesine ulaşmadan meraklı arkadaşları etrafını sararak sorgulamalarına başladılar.


“Ne oldu?”


“Bişi olmadı. Ne olacaktı?”


“Bir şey yapmadı mı, yani?”


“Bişi yapmadı. Ne yapacaktı?”


“Hakkaten yapmadı mı?”


“Yapmadı dedik ya len!”


“Arkasından sokulup neden yaptın öyle?”


“Dayak yemek için...”


“Yemeği beceremedin ama... “


Müdür, çok geçmedi, aynı öfkeyle açtığı kapıdan koridora çıktı. Baktı, koridorda o Hoca lakaplı salak oğlan ile salak arkadaşları habire sırıtarak bir şeyler konuşuyorlar, hemen,  başına az önce gelenlerin bu grubun bir komplosu olduğuna karar verdi. Öyle ya, şu görüntüye göre, Hoca lakaplı salak oğlan onu nasıl delirttiğini övüne övüne anlatmakta, ötekiler de, aferin, helal olsun, diyerek onu pohpohlamaktaydı. Ama bu serserilere vereceği bir dersle akıllarını başlarına toplatmayı bilirdi o.


“Hey! Siz!” diye seslendi. Baktıklarını görünce de, “gelin bakayım buraya!” diye emrederek odasına döndü.


Kapıyı açık tutup çocukların gelmesini ve içeri girmesini bekledi. İçeri girenleri karşısına dizdi, önlerinde turalamaya başladı. Oğlanlar olanlardan bir şey anlamadan, merak içinde onu seyrediyorlardı. Müdür bir şeyler düşünerek epey dolaştı. Sonra birden, sıranın en başındaki Kamil Oğuz’u işaret edip, “sen kal. Sizler kapı dışında bekleyin. Hepinizi içeri teker teker alacağım. Ben çağırıncaya kadar bekleyin kapı önünde!” diyerek onları kapıdan çıkarttı. Kapıyı örterken de, “kulağınızı dayayarak dinlemeye kalkışmayın, vallahi bodruma kapatırım yakalarsam!” diye tehdit etti. Ama bir anda da bu tehdidinden dolayı sonsuz bir utanç duydu... Bu bodruma kapatma cezası önceki yurt müdürünün yurttaki haylaz çocuklara sık sık uyguladığı bir tecrit cezasıydı ve bu yurda müdür muavini olarak ilk atandığında, bu ceza sebebiyle müdür ile kavga ederek hem genel müdürlükte disiplin kuruluna sevk edilmişti, hem de adamla mahkemelik olmuştu. Netice itibariyle de hem müdür olacak adam il sosyal işler müdürlüğüne terfi ettirilmiş, hem de o yurdun müdürlüğüne terfi ettirilmiş olarak konu kapatılmıştı. Şimdi aynı cezayı kendisinin uygulamakla tehdit etmesi utanç vericiydi ve ağzından kaçırmış olduğu bu tehdit nedeniyle, çocuklara, “bu zamana kadar hiç kimseyi kapatmadığıma göre sizi de kapatmam bodruma. Şaka yaptım çocuklar. Ciddiye almayın sakın,” diyerek hatasını telafi etmeye çalıştı.


Kibar Bedroş, “kapıyı dinleyebilir miyiz yani,” diye atıldı.


Müdür bodrum cezasından bahsederek işlediği hata üzerine birden sakinleşmiş, az önceki sinirliliği yok oluvermişti. “Peki, ala...” diyerek bu defa da Hoca Sami’yi işaret ederek, “sen dışarıda kal, sizler gelin bakayım içeri,” deyip dışarı çıkarttığı çocukları tekrar içeri sokup karşısında dizdi. Hoca Sami’ye de, “sen kapı önünde bekle. İstiyorsan da kapıyı dinle,” dedi. Kapıyı örttü. Lafı bu defa uzatmaya hiç de niyetli değildi. “şimdi... “ diyerek gene dolanmaya başladı. “sorularıma hanginiz en kısa ve en anlaşılır cevabı verebilecekse, o konuşsun!”


Kamil Oğuz atıldı. “Aramızda, en kısa ve anlaşılır cevapları Kibar verir efendim.”


Müdür, kibarın ikinci çocuk olduğunu tahmin ederek ona döndü. “Tamam,” dedi. “Kibar cevap versin. Soruyorum: Harun Reşit kim?”


Kibar, “Gazneli hükümdarıdır efendim!” diyerek cevabı yapıştırdı.


Müdür derinden bir “eyvah,” çekti. Kendini sakin tutmaya çalışarak, “tamam,” dedi. “vazgeçtim Harun Reşit’ten!” Bir iki tur daha dolanarak, “söyler misin lütfen Kibar’cığım! Bu dışarıdaki salak, benden neden dayak yemeğe uğraşıyor?”


Kibar’ın cevap vermesine fırsat vermeden Kamil Oğuz girdi lafa bu defa, “haa, anladım ben, müdür . Hoca o dayağı, sizin, dayak attığınız öğrencilere torpil yapıp sınıf geçirttiğinizi zannettiği için attırmaya çalışıyor. Geçen yıl yurttan ayrılan Reşit Toprak vardı, hani, hatırladınız mı?”


“Reşit Toprak’ı hatırladım tabii ki, Harun Reşit o mu yoksa?”


“Evet efendim. Hani siz, kızlar koridoruna girdi diye dövmüştünüz onu ya?”


“Ee?”


“Sonra da, üniversiteyi tutturdu diye, lisede kurtarma sınavlarına sokturttuydunuz?”


“Sonra?”


“Hoca da müdür bey dayak attıktan sonra okuluna yardımcı oldu, diyerekten, kendisine de dayak atıp yardımcı olacağınızı sanıyor. Hı hı hı!”


Kibar lafa karışıp, Hoca Sami’yi savunmak isteğiyle, “Hoca kendiliğinden öyle düşünmüyor, bu dolduruşa getirdi onu... Onun için öyle düşünüyor efendim,” diyerek Kamil Oğuz’u suçladı.


Müdür onun Hoca Sami’yi kayıran sözlerini duymazlıktan geldi; olan bitenleri en nihayet kavramıştı. “A be salaklar, salak oğlu salaklar! Reşit Toprak’ı kurtarma sınavına ben sokmadım, devlet soktu, bir defa... Değil benim, hiç kimsenin öyle kanunsuz bir imkân için gücü yetmez.  Milli Eğitim Bakanlığı onun durumunda olup da üniversiteyi kazanan lise son öğrencilerine bir bütünleme sınavı hakkı tanıdı da, Reşit o hakkını kullandı.” Bu hikâyeyi artık uzatmak istemiyordu. “Haydi, çıkın artık. Gidin, başımın belaları,” diye sevecen tavırlar göstererek hepsini odasından yolladı. Çocuklar çıkıp gittiklerinde sinirleri boşalarak, kendi kendine gülmeye başlamıştı.


Hoca Sami, müdüriyetten çıkanları sorgulamaya başladı. “Neden beni çıkartıp sizi içerde tutmuş? Benim hakkımda bi şey mi dedi?”


Kamil Oğuz, fırsatı kaçırmadı. “Tabii. Senin hakkında... O herif gerçekten gay mi, değil mi, diye sordu bize. Biz de gay efendim dedik.” Bu yalanına müdahale etmeye teşebbüs ettiğini görerek Kibar’ı bir dirsek darbesiyle tehdit ederek susturdu.


Hoca Sami, müdür beyin bu sorgulamasına üzülerek, “Yapma yav…” diye inledi. “Ama ben gay değilim ki… Niye yalan söylediniz?”


 


( Ben-gay Değilim… başlıklı yazı AliKemal tarafından 31.05.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.