Dede İsmail, Romanya’dan Türkiye’ye kendi anne babasıyla göç ettiklerinde, aileye devlet tarafından verilen bahçenin bir köşesine hemen iki göz bir gecekondu kondurulmuştu. Oğlu Kazım büyüyüp de kendi yuvasını kurduğunda da, evin arka avlusuna onun için de iki göz bir indirme yaptırılarak oraya, yerleştirilmişti.

Şimdilerde Kazım Köseabdi üç kızıyla birlikte öndeki evde yaşamaktayken, onların yanına sığamayan ev kabadayısı İsmail de arkadaki indirmenin iki göz odasından birine yerleşmişti. Çocukluğundan beri hasbelkader bir gitar çalmayı öğrenmişti. Geceleri, orkestranın birinde, bir yerlerde gitar çalarak, babasına muhtaç olmadan geçiniyordu. Diğer oda lale soğanlarını ve özel gübrelerini stokladıkları depo idi. Böyle olması başlangıçta herkesin işine gelmişti, zira psikopat oğlanın yüzünü daha az görmek daha az huzursuzluk anlamına geliyordu.

Yakında, havaların yumuşamaya başlamasıyla beraber lale soğanlarının ekimi de başlayacaktı. O gün gelene kadar lak lakla ömür geçiriyorlardı.

Bahçeye büyük bir müteahhitlik şirketi ısrarla talip olmuştu. Lale, çevreden duyduğu bir bilgiyle geldiğinde babasıyla tartışmaya başladı. Edindiği bilgiye göre Sincan Belediyesi bahçeyi kamulaştıracak ve arsaya büyük bir Kültür Sarayı inşa edecekti.

“Belediye bir kamulaştırma yaptı mı, vereceği paraylan bir apartıman dairesi ya alırsın, ya alamazsın… Müteahhit on beş apartman dikeceğim ve her bir apartmandan yüzde otuz beş pay vereceğim demekte. Bu ne eder biliyor musun? Her apartmandan en az beş daire eder, baba! On beş apartmanda yetmiş beş daire! Beş yüzerden kiraya versen, ayda gelen para otuz yedi bin beş yüz eder! Senede dört yüz elli bin lira eder! Laleden çalış çabala, yıllık yirmi beş, otuz bin liraya talim et! Hiç olacak iş mi? Gel, bırak şu muhacır  inadını da, he deyip milyoner olalım be yav… Bi giydiğimizi bi daa giymeyeceğiz… Hepimizin altında bir araba, asortiklere karışacağız valla!”

Kazım, kızı Lale’nin bu dikilmelerinden usanır olmuştu. Ne Çiğdem, ne de Sinem, ağızlarını açıp tek bir fikir dillendirmezken, bu kız adeta beynini yiyordu. “Olmaz!” diye kesip attı. “Ben öldükten sonra ne halt edecekseniz edin, ama ben yaşadıkça o iş olmaz!”

Lale, bu inadı karşısında babasına becerebildiği en ağır hakareti edebildi. “İnatçı macır, nolcak!”

Ayrı oturmak, İsmail için de şarabını ya da birasını baba müdahalesi olmadan içebildiği, sigarasını tüttürebildiği, kucağında gitarıyla özgürce şarkılar mırıldanabildiği bir bağımsızlıktı. Elinde bir rakıyla avluya girer girmez, kendi odasına geçecekken rakının yanına bir şeyler bulmak umuduyla ön eve girip, buzdolabını karıştırmaya başlamıştı ki, çıkarttığı sesi duyarak mutfağa gelen Kazım, onu, “ne yapıyon lan burada?” diyerek azarladı.

“Karnım acıktı da, yiyecek bir şeyler bakıyom!”

“Sana, bu eve adım atmayacaksın, demedim mi ben? Çık git şurdan haydi! Çiğdem getirsin bir şeyler, sen girme bu eve!”

“Niyeymiş o yav, ben de bu evin bir insanı değil miyim?”

“O kapıyı pencereyi indirmeden önceydi! Çık, git şurdan, hadi!”

Oğlanı kolundan çekiştirerek kapıya kadar götürdü. İsmail sırf kin ve nefret aksettiren bakışlarını dikti babasına, ona direnmeyi göze alamayarak yürüdü, gitti, odasına girdi.

Kazım, oturma odasına döndüğünde, Çiğdem’e, “koy tepsiye bir iki şey de, götür şu serseriye, zıkkımlansın,” diyerek geçti, oturdu yerine.

Lale ayaklandı hemen; “dur ben götüreyim, bu kızı hırpalamaya kalkışır şimdi, yok şunu niye eksik koydun, yok bu niye bu kadarcık, diye,” diyerek odadan çıktı. Asıl niyeti Çiğdem’i hırpalanmaktan kurtarmak  değildi elbette, onun kafası şimdi yetmiş beş tane dairedeydi. Babasına anlattığı hesabı kitabı bir de abisine anlatacaktı. Aslında aile içinde İsmail’e en yakın duran ve onun dayaklarından genelde uzak durmayı başarabilen tek kız Lale’ydi. Küçüklüğünden beri, kendisinden üç yaş büyük abisinin hizmetini görerek daima onun yakınında bulunmuş, sinirli olduğu zaman nabzına göre şerbet vererek onu sakinleştirebilmişti.

Arka eve girdiğinde abisini koca bir su bardağına doldurduğu rakıyla, bir avuç dolusu hapı ağzına atıp içerken buldu. Şaşkınlıkla, “neydi onlar öyle bir avuç dolusu, intihar mı ediyon, ne?” diye sorarak güldü. Tepsidekileri oğlanın önündeki sehpanın üstüne yerleştirdi.

İsmail, “sana ne? A..na koduum zillisi!” diye çıkıştı.

Kızlar onun bu tür küfürlerine alışıktılar. Nitekim Lale de umursamadı bile. “Yok, hani, iyi bir şeyse ben de içeyim diyecektim,” diyerek gülmeye devam etti.

İsmail, “iyi bir şey,” dedi. “Dünyayla bağlantın kalmıyor. Kafana hiçbir şeyi takmıyorsun…” Ani bir kararla cebinden ilaç kutusunu çıkarttı, aldığı üç tane hapı kız kardeşine uzattı. “Al! İç sen de madem…”

Lale, “şaka dedim ben, içmem öyle şey,” diyerek geri adım atmak istediyse de, İsmail’in kafasına onun içeceği takılmıştı bir kez.

“İç dedim lan, işte!”

Lale, onu daha fazla tahrik etmemek için hapları eline aldı, hemen konuyu değiştirme çabalarına girişerek, onun inadını önlemeye çalıştı. “Bahçeye müteahhit, tamı tamına yetmiş beş tane daire veriyor biliyon mu? İnatçı macır, vermem diyor da başka bir şey demiyor. Bizi fukaralıkla öldürecek bu adam be abi! Ne yapalım da, ikna edelim şunu?”

İsmail, bilincine hakimiyetini yitirmeye başlamıştı. “Gebertelim!” dedi.

Lale, onun bu lafını umursamayarak devam etti. “Yılda dört yüz elli bin lira kira gelirimiz olacak. Düşünebiliyor musun? Altımızda hep birer araba…” İsmail birden hatırladı. Doldurduğu rakı bardağını uzattı ona. “Kafa haplarını içsen ya, sen! Al şunu bakiim, haplarla beraber dik kafana!”

“İçmem ben!”

“İç kızım, iç! Abinin kafası nasıl oluyormuş, yaşayarak öğren! Korkma! Kendini kaybetmiyorsun, güzelleşiyorsun, o kadar…”

Lale, içip denemeyi geçirdi, sonra vaz geçti. “Babam bekliyordur, nerede kaldı bu kız diye; hadi ben gideyim,” diyerek ayaklandı.

İsmail hemen karşı çıktı. “Anam avradım olsun, onları içmezsen seni de, bu evi de yakarım!”

Lale, durduk yerde başına belayı sardığı için kahrediyordu. “Ama bir şey olur da babam anlarsa…”

“Yav… Bişi olcak olsa, niye içireyim? Geri zekalı! İç, iç, bişi olmaz…”

Lale, ani bir kararla hapları attı ağzına, abisinin uzattığı rakıdan bir yudum alıp yuttu. Rakının tadından tiksinerek suratını ekşiltti. “İğrenç!”

İsmail ise, onun kafasına dikmediği rakıyı da içmesini istiyordu.

Lale, burnunu tutarak bardağı dibine kadar içti. Öğürür gibi sesler çıkarttıktan sonra sakinleşti. “Hadi, ben gidiyom,” diyerek ayaklandı.

İsmail, tekrar oturttu onu. “Hele şöyle yamacıma gel de, şu müteahhitlik işini iyicene anlat bi, bana! Sonra gidersin!”

Lale, onun gösterdiği yere, hemen yanıbaşına geçti, oturdu.

*

( Lale Bahçesi-2 başlıklı yazı AliKemal tarafından 20.01.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu