Caddeye çıktılar.
Ümmühan’ın uslu
durması mümkün mü? Yolda henüz ilerliyorlardı ki, zıpladı yine oğlanın sırtına,
yine bacaklarını beline, kollarını boynuna kenetledi. Halil, yine bir türlü
söküp atamadı onu sırtından.
“Beni taşı! Çok
yorgunum…”
“Yahu, yolda
şımarma hiç değilse! Görmüyor musun, gelen geçen arabalar bize bakıyor.”
“Bakarlarsa
baksınlar. Bana ne?”
“Küçücük bir
adam, deve gibi kızı sırtında taşıyor, diye acırlar bana.”
“Her adam bir
kızı ömür boyu sırtında taşımak zorundadır. Sen de ömrün boyunca sırtında
taşıyacaksın beni böyle…”
“Sen öyle zannet!”
“Görürsün!”
“Çok beklersin!”
Bir yerli araba
geçerken içindeki iki genç dönüp dönüp bakmaya başladılar.
Ümmühan, el kol
hareketleri yaparak, “niye bakıyorsunuz len, züppeler? Yürü, taş arabası…” diye
bağırırken, otomobil az ilerde durdu, sonra geri vitese takarak yanlarına
geldi.
Arabada ki
gençlerden birisi, “ manyak mısın sen kızım, niye el kol hareketleri yapıp
tahrik ediyorsun insanları!” diye çıkışırken,
Halil, “yürüyün,
gidin siz, kardeşim. Kendisi akıl hastasıdır da…” diye aşağıdan aldı.
Ümmühan,
“kötülüğüne etmedik herhalde, kocam sırtında hastaneye yetiştirmeye çalışıyor,
görmüyor musunuz? Durun, bizi de götürün, diyeydi o el kol hareketlerim…”
“Doğru söylüyor,
çarşıya kadar atıverirseniz bizi, bir doktora götürmem için…”
Arabada ki genç, “
Haa! Öyle desenize! Tamam, binin, atlayın haydi, arkaya…” diyerek arabanın arka
kapısını açtı.
Ümmühan, binmeden
önce direksiyondaki gencin yanına vararak, ona, “sen in de, ben süreyim bunu,”
diye sırnaştı.
Direksiyondaki
genç ona gülümseyerek, “ehliyetin var mı?” diye sordu.
Ümmühan, iyice
deliliğe vurarak, soruya aynı soruyla karşılık verdi. “Ehliyetin var mı?”
“Benim var. Senin
var mı?”
“Ne var mı?”
“Ehliyetin var
mı?”
“Neymiş o?”
“Ehliyet…”
“Seninki var ya,
yeter o hepimize…”
Öteki genç
acımayla bakarak, “geç otur arkaya da gidelim bacım. Sen iyileş bir, sonra
araba da sürersin, uçak da, inşallah…” dedi.
Ümmühan ve Halil,
bindiler arabaya, hareket ettiler.
Halil, kızın
numara yaptığının anlaşılacağından kaygılanarak dışarıları seyretmeye başladı.
Ümmühan bu,
başladığı bir şeyi yarım bırakır mı hiç!
Şoförün yanındaki
gence, damdan düşer gibi, “senin karın var mı?” diye soruverdi.
Genç, “yok,”
dedi.
“Sevgilin?”
“Var.”
“Elini tutuyor
musun onun?”
Genç,
gülümseyerek, “tutmaz mıyım? Her yere elele tutuşarak gidiyoruz onunla,” diye
karşılık verdi.
Ümmühan, Halil’in
omzuna bir yumruk atıp, “bu benim elimi tutmaktan utanıyor,” diye söylendi.
“Tutcakmış gibi
yapıyor, tutmuyor. Neymiş, tutcakmış da, kendini zor zaptetmişmiş,
tutmamışmış…”
“Hastasın ya,
ondandır. İyileştiğin vakit tutar elbet.”
“Tutar mı?”
“Tutar.”
“Hemen
iyileşiversem, şimdi… Hemen tutar mı?”
“Tutar, tutar…”
“Şimdi, burada?”
“Burda tutar.”
Halil, onun
delilik numarası yapmaktan vaz geçip, normal hale dönüşmesinden kaygılanarak,
şekilden şekle girmeye başladı. Adamlara olanları izah etmek mümkün olmazdı ve
bir kavga dahi çıkabilirdi. O kaygıyla suratını iyice cama dayadı; arabaya
bindiğine de bineceğine de milyon kere pişman olmuştu.
Ümmühan, onu
omzundan çekiştirerek camdan ayırdı, “Kocacığım, ben iyileştim, bak!” diyerek
suratını zorla kendine doğru çevirdi.
Halil, çaresizce,
ona, “Aferim!” demek zorunda kaldı.
Ümmühan, bu defa
ellerini uzattı ona doğru. “Hadi, ellerimi tut!”
Halil, “sonra
tutarım,” dedi. “Bu abilerin yanında ayıp olur.”
“Ayıp olur mu,
abi?”
Genç, “Olmaz,
olmaz,” diyerek onu destekledikten sonra Halil’e dönerek, “Tutuver işte
kadıncağızın elinden hemşerim, ölüm yok ya ucunda!” diye devam etti.
Halil, çaresizlik
içinde kıvranarak, kızın ellerinden tuttu.
Bundan yüz bulan Ümmühan,
bu defa da, “hadi, beni çok sevdiğini de söyle!” diye ısrar etmeye başladı.
Halil, daha fazla
sabredemeyerek, “e! e! e!...” diye bağırıp kızın ellerini silkeleyerek
ellerinden ayırdı. “Yeter ama bu kadar da şımarıklık!”
Şehir merkezine
gelmişlerdi. Arabanın sürücüsüne,
“ Şurada durur
musunuz? Lütfen!” dedi.
Sürücü dururken,
“Hastaneye gitmiyor muydunuz? Götüreydim…” dedi.
Halil, “ yok, Sağ
olun!” diyerek indi arabadan, Ümmühan’ın da inmesini bekledi. “Kendi arabamız
şurada. Artık, bundan sonrasını onunla hallederim.” Adamların kapısını çarparak
örttü. “Teşekkür ederiz!”
Ümmühan da,
gençleri kızdırabilecek şekilde, şımarık hareketlerle el sallayarak selam
vermeye başladı. Kendi arabalarına doğru yürümeye başladıklarında, Halil,
arabadaki hareketlerinden dolayı azarlarken Ümmühan, çocuklar gibi seke sek
oynamaya başladı.
Arabada ki
gençler ise henüz gitmemişler, onların arkalarından şüphelenerek bakıyorlardı.
Direksiyondaki
genç, acımayla, “Allah kimseyi akıldan etmesin be birader,” diye hayıflanırken.
Yanındaki de,
“Taş gibi de karı valla,” diye söylendi.
*