MEVSİM: GÜLBAHAR

r o m a n


Gülbahar,  sakin görünmeye çalışarak erkek kardeşine, sessizce, fısıldadı. “Sus! Seni de mi atsınlar istiyorsun? Sakin ol... Korkma. Adamların arkası dönükken içeri dönmeliyiz.”

 Çıktıkları in ağzı on adım kadar gerilerinde duruyordu ama bulundukları yerden ayağa kalktıkları takdirde teröristler hemen görecekti onları.  Bir on adım kadar sürünerek gidip içeri dönebilseler, onların sürünerek ancak geçebildikleri dar delikten bir ayınınki kadar iri cüssesiyle geçemeyeceği için yakalanmazlardı adama. Kardeşinin kulağına fısıldayarak, “Şu kapıya doğru sürünmeye başla. Çabuk ol, ama sakın ses çıkarma. Sessiz olursak burada olduğumuzu asla anlayamazlar,” dedi.

Alican, Karabaş için sessizce ağlayarak ablasının dediğini yaparken Gülbahar da, dişlerinin arasından, “Acele et!” diye söylenerek onun peşi sıra sürünmeye başladı.

İri kıyım adamın çekip yukarı çıkarttığı ikinci adam sıska bir Kürt’tü ve o da poşuluydu. Adamlar, yıkıntıların arasında dolaşmaya başlamışlardı. Tam da küçük deliğe yaklaştıklarında adamları gören Gülbahar, Alican’ı bacağından tutup, durdurdu. Ölü gibi hareketsiz kalakalmışlardı. Nefes almaktan bile korkuyorlardı. Kalıntıların arasında, adamın görüş alanı dışındaydılar. İriyarı terörist gözlerini doğrudan onların yattıkları yere yöneltip, sanki onları görmüş gibi gözlerini kısarak bakmaya başlamıştı. Gülbahar, onun gözlerini üzerlerinde hissederek biraz daha hareketsiz bekledi. Adamlar, onlara doğru hareketlendikleri takdirde, onlar yanlarına ulaşmadan, birkaç adım ötelerindeki delikten içeri geçebilirlerdi, ama çok hızlı hareket etmek şartıyla.

İriyarı terörist, arkadaşını uyarmak için bağırmaya başladı, “Oradalar!”

Tam da onları işaret ediyordu ve birden onlara doğru koşmaya başladı.

Gülbahar, Alican’a haykırdı, “Koş!”

 Alican hızla yerinden doğruldu ve ok gibi fırlayarak inin dar girişinden içeri daldı. Adamlara son bir göz atıp kendisi de aynı yere dalarak sürünmeye başladı. Adamlar girişin ağzına ulaştıklarında o da küçük mağaraya geçmiş bulunuyordu.

Dışarıdan adamların sesi geliyordu.

“Fare deliği gibi burası...”

“Bakın şuralara, bir başka giriş var mı?”

“Yok. Tek giriş bura. Kafam bile geçmez benim buradan.”

“Dur hele, ben sığarım belki…”

Ufak tefek teröristin sürüklenerek içeri girdiği görüldü.

Gülbahar, delikten sürünerek yanlarına girmekte olan sıska adamı fark edince, onun başına vurabilmek için bir şeyler bakındı, ama bulamadı. Alican’ı basamaklara çekiştirerek, birlikte aşağıya indiler.

Labirentin derinliklerine doğru ilerlediler. Taşların arasında daha evvelden bulup da inmeye cesaret edemedikleri basamaklara ulaştılar. Gülbahar, Alican’ın inmemek için direneceğini anlayınca onu sertçe ittirip içeri soktu, ardından kendisi de aynı yere daldı. İkisi de zifiri karanlık içinde basamaklarda indiklerini sanırken ayakları boşluğa basıp dengesizce aşağı yuvarlandılar. Sonra toparlanarak elleri ve dizleri üzerinde hızla ilerlemeye başladılar. Alican, cebindeki fenerini çıkartıp yaktı. Gülbahar onun elinden öfkeyle kaptı feneri.

“Ne yapıyorsun? Işıkla yol mu göstereceksin adamlara!”

Feneri kendi cebine sokuşturdu. Yıllarla birlikte yerler çamur, moloz ve tozla kaplanmıştı ve bu yığılma geçtikleri geçitlerin çaplarını zaman içinde küçük birer deliğe çevirmişti. Sivri Kayalar ellerini ve dizlerini kan içinde bırakmıştı.

“Kurtulmak için tek umudumuz izimizi kaybettirebilmek. Gayret et kardeşim! Ses çıkartmadan saklanmalıyız. Çabuk! Çabuk!”

Çok karanlık bir köşede durdular, görülmeyeceklerine emin olarak biraz dinlenerek, peşlerinden gelinip gelinmediğini anlamaya çalıştılar. Karanlığın içinde adamın az önce onların düştüğü merdiven boşluğundan düşerek homurdandığını duyunca, yeniden kaçmaya koyuldular. Labirentin derinlerine doğru hızlanarak, yer yer sürünerek, yer yer tırmanarak ilerlediler.

Artık gürültü yapıp yapmadıklarına da aldırış etmemeye başlamışlardı. Bir hendek bulup içine daldılar. Büyük bir levhanın altına yuvarlandılar ve yarısı toprağın altına gömülmüş bir merdiven boşluğuna düştüler. Buradan da başka bir geçide daldılar. Harabeler uçsuz bucaksızdı. Daha önce hiç gelmedikleri yerlerin, onları nereye götürdüğünü bilemeden bir aralıktan başka bir odaya geçtiler. Üzerlerindeki tavanın bir kısmı çökmüştü. Nereden geldiği belirsiz silik bir gün ışığı etrafı hafifçe aydınlatmaktaydı. Geniş bir gömüttü burası. Duvara gömülü sıralı girintilerde iskelet kalıntıları vardı. Kafatasları, karanlık ve boş göz yuvarlarından onlara bakmaktaydılar ve aralık ağızlarıyla sanki onların haline gülmekteydiler. Gülbahar bir çıkış bulma umuduyla ışığın kaynağına doğru baktı. Ayağa kalkıp tırmanmayı denedi, ancak buradaki duvar pürüzsüzdü. Ayağını koyacak, tutunacak hiçbir yer yoktu ve tuzağa düşmüşlerdi... Duvar girintilerinden birine, o yerin eski sahipleri olan iskeletleri temizleyerek, sindiler. Gülbahar, Alican’ı yan arkasında tutarak duvara yaslandı. Alican’ın bedeni bastırmaya çalıştığı hıçkırıklarla sarsılmaya başlamıştı; yüzünü Gülbahar’ın omzuna gömdü.

Adamın, odanın hemen dışından gelen sesini duydular. Sesin geldiği taraftan belli belirsiz bir fener ışığı fark edildi. Adamın el feneri vardı.

“Hey! Neredesiniz, veletler?”

Bir sessizlik oldu. Sonra az önce kendilerinin girdiği açıklıktan içeri el feneri uzatıldı, yakıldı. Işığın aydınlattığı her yanı gözden geçirmeye başlayan adam onları da görmek üzereydi. Gülbahar, Alican’a sıkıca sarıldı. Ne varki görülmemeleri imkansızdı.

“O, buradasınız he!”

 Adam uzanarak, çığlıklar atan Alican’ı Gülbahar’ın elinden aldı. Sonra Gülbahar’ı da ayak bileğinden yakaladı; büyük bir uğraş vererek iki tutsağını giriş tarafındaki tozlu yere sürükledi. Gülbahar habire tekmeler savurmayı sürdürmekteydi. Eline yerdeki uzun kemiklerden birini geçirerek bu defa adama kemikle vurmaya başladı. Terörist, kendisine vurmakta olan kıza bir yumruk salladı, yumruk Gülbahar’ın tam ağzına denk geldi. Gülbahar bir an afalladı sonra iyice sinirlenerek, adamın yanaklarını tırmaladı ve parmaklarını adamın gözüne sokmaya çalıştı. Adam ona tekrar vurmak istediğinde dişleriyle adamın kolunu yakaladı ve ağzının içi kanla dolana kadar ısırdı. Adam öfkeyle Gülbahar’ın boynunu yakalayıp boğacak gibi sıkmaya başladı. Gülbahar’ın nefesi kesilerek bir karşılık veremedi. Adam onun boynunu bırakmadan sürükleyerek dışarı çıkarttı.

Gülbahar, nefesi neredeyse kesilmiş, yarı baygın halde adamın çekiştirmesine uyarak yürümeye başladı. Terörist, Gülbahar’ın boynunu sıkmayı hiç bırakmayarak, yanı başında korkuyla yürüyen Alican’ı onun kadar zorlanmasa da, yine de bazen çekiştirerek, bazen hırpalayarak dar koridorları ve merdivenleri feneriyle aydınlatarak aştı.

Terörist onları küçük mağaraya kadar getirdi.

Onu, dışarıda bekleyen arkadaşı geldiklerini anlayınca içeri doğru seslendi.

“ Yakaladın mı?”

“He, yakaladım piçleri!”

( Mağarada Kovalamaca başlıklı yazı AliKemal tarafından 23.11.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.