SAFİNAZ ABLA - r o m a n
Enstrümanın
ustalarıyla dostluklar kurarak ve bazen dersler alarak basgitar çalmakta epeyi
ileri taşımıştım kendimi.
Genelde
bass gitar çalmak üzerine yoğunlaştığım için, kendimi daha çok o yönde eğitmiştim. Fa anahtarıyla bir partizizasyonu rahatlıkla
okuyor ve çalabiliyordum. İyi bir
bascı olduğum söyleniyordu.
Bu durumum iyi orkestralarda, daha iyi paralar kazanmamı ve arada bir ünlü
profesyonellerin arkasında sahne almamı, ya da onların stüdyo çalışmalarına
katkı yapmamı da sağlıyordu.
Babamla
kötü giden ilişkilerimize rağmen, onun evinde kalmayı sürdürüyordum. Buna hiç
ihtiyacım olmadığı halde eski bir alışkanlıktı işte... Babamın bir ayda
kazandığı maaşı yevmiye olarak kazandığım oluyordu, anneme verdiğim parayla da
mutfak giderlerine katkı yapmaya çalışıyordum. Kazancını öyle çarçur eden
birisi de değildim. Evet, içki içme alışkanlığım vardı, takıldığım çevrede
giderlerim de oluyordu, ama bunlar devede kulaktı. Elime geçen her paraya,
'Safinaz abla tasarruf planı' uyguluyordum. O, kazandıklarını bir ay boyunca
banka hesabında biriktiriyor ve her ayın birine kadar biriktirebildiklerini bir
yıllık vadeli hesaba çeviriyordu. Böylece her ayın birine ait on iki tane
vadeli hesabı vardı. O ay biriktirdiklerini, vadesi dolan eski hesabına ekliyor,
hesabın faiz geliriyle birlikte parasını çoğaltıyordu. Bu şekilde tasarrufu iki
buçuk yıl hiç aksatmadan uyguladım.
O
iki buçuk yıllık süreçte Eskişehir, İstanbul arasında gide gele yoğun bir iş
hayatı sürdürdüm. Yaptığım bir kaç besteyi de satarak epeyi para kazandım.
Çocuk
değildik. Hepimiz büyümüştük artık. Ben yirmi yaşımdaydım. Kardeşim Ersin ise
on sekizine yaklaşmıştı. O arada evden ilk giden Ersin olmuştu. Benim çalışkan
kardeşim, girdiği üniversite sınavlarında Hacettepe Tıp Fakültesini kazanmıştı.
Emindim ki, o çok başarılı bir doktor olacaktı.
Esin
ablam da çok durmadı yanımızda, çalıştığı hastanenin doktorlarından birisi aile
büyükleriyle gelerek onu annemden babamdan istediğinde, zaten iki genç aşığın
arasında kararlaştırılmış olan bu evliliğe "hayırlı olsun," demek
gerekmişti.
Evin
tek çocuğu olarak bir ben kalmıştım. Evin hayırsız evladı!
O
sıralarda müzisyenlik piyasasında pek çok acemi müzisyen türemiş, bunlar düşük ücretlerle
çalışmaya razı olduklarından yevmiyeler iyice düşürülmüştü. Eve katkımı da aksak
topal yürütymeye çalışıyordum, fakat kazandığım para ne eve, ne bana, yetmiyordu
ve sık sık da işsiz kalıyordum.
Annem
babam için geçim şartları oldukça güçleşmişti. Ersin'in okul masrafları da
başlayınca, oturduğumuz dairenin kirasını ödeyemez duruma düşmüşlerdi.
Annemin
atadan kalma köy evine taşınmaya karar verdiler. Hiç olmazsa kiradan tasarruf
edip, Ersin"i rahatça okutabilmek için annemin köyü olan Eğriöz'e taşınıp
yerleştiklerinde, bu defa da ben ortada kalmıştım. Bu pek sorun olmuyordu, ama
işsizken cepten yemeye başlamıştım… Cebimdeki paranın da tükendiği bir gün, bankadaki paralar vadeli hesaplarda olduğundan
vadeli bir hesabı bozarak para sahibi olmak üzereydim ki, bundan Safinaz ablaya
bahsettiğimde şiddetle karşı çıktı.
"Babamla
annem, annemin köyüne gidip yerleştiler. Mecburen bir otelde kalıyordum ama, bu
günlerde işsiz kalınca otel parasını ödeyemez oldum. Vadelerden birini mecburen
bozacağım." dedim.
"Neden
benim evime gelmedin de otelde kaldın?"
"Sana
çok yüküm oldu be abla… Daha fazlası olsun istemedim."
"Neyse,
olan olmuş," diyerek iş önlüğünün cebinden çıkarttığı kağıt paralardan bir
kaçını avucuma sokuşturdu. "Al bunları, git bir lokantaya, karnını doyur,
gel. Bundan sonra benim evde kalıyorsun."
*