Onu öylece geride bırakıp uzaklaşmanın,
arkadaşlığımıza ihanet olacağına inanıyordum. "Ancada beraber! Kancada
beraber! Haydi! Gayret!"
Olmadı. Ne kadar gayret ettiyse de, genç bir
polis memuru, son bir hamleyle, adeta havada uçarak, onu yakaladı, etkisiz hale
getirdi.
Aynı polis memuru az sonra ona yetişen diğer
arkadaşlarına bıraktı Namık"ı. "Siz şunu alın! Ben ötekini yakalamağa
gidiyorum!" diyerek benim peşimden ayaklandı.
Ya yirmi adım, ya otuz adım vardı aramızda. Beni
de yakalaması işten bile değildi. Yapabileceğim tek şey, olanca gücümle kaçmak
olacaktı.
Öyle de yaptım. Ne var ki, peşimdeki ayı öyle
hızlıydı ki, aramızı açmam mümkün olmuyordu. O da, ne kadar hızlı koşsa da
aramızı kapatmaya muvaffak olamıyordu. Benim akciğerlerimin onunkilerden çok
daha genç olması tek avantajımdı. Öyle ki, onun kesik kesik nefes aldığını
hisseder olmuştum. Ha şimdi, ha birazdan koşmaktan vaz geçecek, ben de
kurtulmuş olacaktım.
Yakalanmamalıydım. Gerekirse ölmeliydim, ama yakalanmamalıydım.
Babam için yakalanmamalıydım. Ona, "ben seni
öğretmen ol diye yolladım oraya, anarşist ol diye değil," dedirtmemek için
yakalanmamalıydım. Annemin, uğrayacağı hayal kırıklığının kabusuyla uykular
uyumaması için yakalanmamalıydım. Karıncaezmez"in, "bak oğlum, seni
sana emanet ediyorum ve meslektaşlarıma destek olmaya gidiyorum. Sana olan
güvenime ihanet etme!" diyerek çıktığı öğretmen boykotundan döndüğünde, "sana
güvenilmezmiş. Babanın oğlu değilmişsin," dememesi için yakalanmamalıydım.
Tahir amcama, "bizim Ali"nin oğlu Ali"ye çekmemiş. Armut dibine
düşmemiş," dememesi için yakalanmamalıydım.
Yakalanmamam gerektiğini her düşündüğümde daha
hızlı koştuğumu hissediyordum. Gerçekten de polis ile aramdaki mesafe elli,
altmış adıma kadar çıkmıştı.
Sokak aralarındaki koşunun önünü kesen bir
caddeye fırlamıştım ki, Namık ile Saide"nin içinde olduğu minibüs, tam da
önümde, yolun karşı kıyısında durdu. Hemen minibüsün geliş yönüne döndüm, o
tarafa doğru koşmaya başladım. Beni kovalayan polis caddeye çıkar çıkmaz önüne
gelen minibüse binerek beni koşarak kovalamaktan vaz geçti.
Hem kaçıyor, hem haykırıyordum. "Kurtuldum!"
Çünkü, minibüsle beni yakalamalarının imkanı yoktu. Nitekim hemen karanlık, dar
bir sokağa daldım, oradan merdivenli bir yolu tırmandım ve gördüm ki, birkaç
dakika içinde gerçekten kurtulmuştum. Peşimde de, görünürlerde de bir polis
minibüsü kalmamıştı.
Boş bir arsa buldum. Bakındım. Beğenmedim. Aşağı
doğru bir yolu indikten sonra ulaştığım yerdeki yıkık dökük bir bahçe duvarını
aşıp girdiğim bahçede sere serpe yayılarak dakikalarca kendime gelmek için
nefeslendim. Terimi öylece kurutup nefesimi toparladıktan sonra, çorabımın
içinden sigara paketimi ve kibritimi çıkartıp bir sigara yaktım.
Sigarayı çektikçe aklımı da toparlamaya başlamıştım.
Saide ile Namık"ın, ya da diğerlerinin sorgulamalarında kimliğimi tespit
etmeleri öylesine kolay olacaktı ki, "kurtuldum," diyerek bu kadar
erken sevinmemin çok aptalca olduğuna karar verdim.
"Salak! Kurtulmuşmuş!… Nah kurtulursun!"
Okula dönmemeliydim. Beni orada, mutlaka bekliyor
olacaklardı. Ya dernek lokali? Asıl orası riskliydi. Orası polis kaynıyor
olmalıydı şimdi. Karıncaezmez"in evine gitsem? Hiç gitmemiştim, ama çok
iyi tarif etmişti orayı, kolayca bulabilirdim. Saçmalıyordum. Ne diyerek
gidecektim onun yanına, nasıl izah edecektim durumumu. İmkanı yok, gidemezdim
ona. İyi ama, nereye gidebilir, ne yapabilirdim? Gidebileceğim hiçbir yer
yoktu.
Vardı! Eskişehir… Okullarda dört gün boyunca ders
görülmeyecekti. Bu boşluğu değerlendirip geldim işte, derdim anneme babama.
Evet, evet, en mantıklı çare bu olmalıydı.
Gizlendiğim bahçeden çıktım. Ara sokaklardan
yürümeye devam ederek tren garına yöneldim. Tren garıyla okulum arasındaki
mesafe beş dakika ya çeker, ya çekmezdi. Okuluma da, gizlenerek şöyle bir
bakabilirdim hem…
Ulus"tan aşağı doğru yöneldim. Emniyet
Amirliğinin ışıkları dikkatimi çekti, duraladım. Uzaktan orayı gözleyerek,
oranın önünden geçmeden, dolanarak gidebileceğim bir güzergah belirlemeye
çalıştım. En mantıklısı Gençlik Parkından dolanmak olacaktı. Yürümeğe başladım.
Emniyet Amirliğinin civarında bir grup toplanmış,
sloganlar atarak polislerin eylemlerden toparlayıp getirdiği insanları protesto
ediyorlardı:
"TİP TİP TİPSİZLER!... ALLAHSIZ KOMÜNİSTLER!..."