Banka
müdürünün karısı Eskişehir’e geldiklerinin haftasında Nurhan’a bir fino yavrusu
hediye etmişti. Yavrucağı el bebe, gül bebe büyütmekle meşguldüler.
Mamasının
bittiği bir günün sabahı, Nurhan tarafından, çarşıya köpek maması almak üzere
yollanan Derya, hazır çarşıya inmişken bir işkembe çorbası içmek istedi.
Girdiği
lokantada, üzerinde tuzluk, biberlik, bardak, peçete türü gereçler bulunan
beş-altı masada üç dört tane çorba içen müşteri arasında, yaşlı bir garson
gidip gelerek servis yapmaktaydı. Boş bir masaya oturduğunda garson yanına
gelerek, “Hoş geldin! Ne getireyim?” diye sordu.
Derya,
“Hoş bulduk!” dedikten sonra, “Duble işkembe! Tanesi ve sarımsağı bol olsun!”
diyerek siparişini verdi.
Garson
gülümseyerek, çorbayı getirmeye gitti.
Az sonra
içeriye, dört yaşlarında bir çocuğun elinden tutmakta olan, açık renk pardösü
giyinmiş, başörtülü bir kadın girerek Derya’nın oturduğu masadaki boş
sandalyelerden birine oturdu. Kadın, ona, acele ve fısıltılı bir sesle,
“Beyefendi, affedersiniz!” diye seslendi.
Başını
kaldırıp baktığında karşısında oturanın bir an, Nurhan olduğunu sandı; kadın o
kadar benziyordu Nurhan’a! Ondan da en az Nurhan’dan nefret ettiği kadar nefret
ettiğini hissetti.
Kadın,
onun baktığını görünce, “Çocuk için bir çorba söyleyebilir miyim, sizden?”
dedi.
“Neden?”
Kadın,
mahzunlaşarak, “İnanın ki, dünden beri, bir sokum yemek yiyemedi, aç!..”
diyerek yanındaki çocuğu gösterdi.
Derya,
kadını, “Madem ki doğurdun, doyur! Temizliğe git! Fahişelik yap!
Doyuramayacaksan, doğurmasaydın! Yaptığın hatayı, başkasına telafi
ettiremezsin!” diye azarladı.
Garson
aceleyle gelip kadına müdahale etti. “Hanım, müşterileri rahatsız etme! Ne
yemek istiyorsan bana söyle!” Sonra Derya’ya hitaben, “Savaştan çıkıp gelmiş
gibisin, be abi! Burnundan soluyorsun!” dedi.
Derya,
garsona bozularak; “Evdeki karım, bir gün olsun huzur vermiyor. Ona olan
hıncımı çıkarmak için, çatacak adam arıyorum!..” dedi.
Yaşlı
Garson, “Aman, ben kaçayım öyleyse!” diyerek uzaklaştı.
Resmi kıyafetli bir polis memuru girdi
içeriye, onlara doğru dikkatsizce bir baktıktan sonra masalardan birisine
oturdu.
Garson,
iki kase çorba getirip kadın ile çocuğun önüne bıraktıktan sonra polis memuru
için servis yapmaya gitti.
Derya’nın
bağırsaklarında aniden sancılı bir buruntu oluştu. Çorba bitmek üzereydi.
Sabrederek bitirmeye çalıştı ise de sabredemeyeceğini anlayarak kalktı.
Yaşlı
garson, hesabı tahsil ederken, “Bitirmedin çorbanı, üstadım! Aklına acele bir
iş mi geldi, ne?” diye laf attı.
Derya,
“Motorum bozuldu! Yemeklerinizde motor yağı kullanırsanız, olacağı bu!” diye
terslenerek para üstünü aceleyle aldı, çıktı.
Şehir
merkezinde lokanta ile aynı güzergâhta bulunan Sıcak Sular’daki umumi helâ
arasındaki mesafesizlik kilometreler tuttu. Umumi helâya dalıp da pantolonunu
indirip gürültüler çıkartarak ilk rahatladığı an arasında bir dakikalık bir
gecikme olsa, her halde helâya girme ihtiyacı kalmayacaktı. İşi bu şekilde
kurtardıktan sonra telaşsız bir halde tuvalet gişesine para uzatıp kolonya dökündü
ve dışarıya çıktı.
Dışarıya
çıktığında, yanında çocuğu ile, lokantadaki kadınla karşılaşmasın mı? Kadın,
“Affedersiniz!” diyerek karşısına dikildi.
Yine
ters davranarak, “Buyur?” diye bağırdı.
Kadın,
aynı lokantadaki gibi mahzunlaşarak, “Çocuğa tuvalete girip çıkana kadar göz
kulak olabilir misiniz? Lütfen!” diye yalvarmaya başladı.
Bu
kadın, bugün, Derya’nın sinirlerini sınamak için görevlendirilen gizli bir
düşman olsa gerekti. “Ya, benden bir şey istemeden yapamaz mısın, sen? Kusura
bakma! Gitmem gerekiyor; karımın köpeği mama bekliyor…” diyerek terslenmeyi
sürdürdü.
Kadın
adeta bacaklarına dolanarak yalvarmayı sürdürdü. “Çok rica ediyorum! Allah
rızası için yardımcı olun! Beş dakikacıktan bir şey olmaz. Çok sıkıştım, yoksa
sizi yolunuzdan alıkoymazdım...”
Az
önceki kendi halinden dolayı onun sıkıntısını anlayabilmekteydi. İsteksizce, “O
iğrenç çorba senin bağırsaklarını da mı bozdu? Tamam, öyle olsun! Tamam! Beş
dakikacık ilgileneyim bari!” diyerek çocuğu yanında alıkoydu.
Kadın,
“Sağ olun! Allah razı olsun!” diyerek telaşla kadınlar tuvaletine daldı.
Çocuğun
elinden tutarak önüne çömeldi. Onunla
laflaşmaya çalıştı.
“Adın ne
senin, baki’im?”
“…”
“Konuşma
özürlü müyüz, yoksa?”
“…”
“Pek
de sevimli bir şey değilsin, zaten!
Senin gibi hayatı problemli geçen asık suratlı, suskun veletler, gelecekte ya
psikopat olup adam keserler; ya da, terörist olup adam keserler!...”
Çocuk
gülümsedi.
“Herkesten
önce de ananızı, babanızı keserek
başlarsınız…”
Çocuk,
sesli güldü.
“Gerçi,
annenin beş yüz tane kocası içinden, baban hangisidir, belli de değildir
senin?”
Çocuk,
çocukça içgüdülerle sırnaşmaya başladı.
“Neden
mutlu oldun böyle? Bana ders vermeye mi çalışıyorsun, İsa’yı taklit ederek?”
Çocukla
el şakası yapmaya başladı.
“İsa’yı
çarmıha geren putperestler gibi mi görüyorsun beni?... Dünyaya yollanan, Mesih
misin?...”
Çocuk
iyice neşelenmişti.
“Nabzına
göre şerbeti bulduk galiba!”
Kadın
tuvaletten çıktı.
Onu
görünce rahatladı, “İyi! Geç kalmayacağım” diye düşündü.
Kadın,
gelip çocuğu teslim alacak, derken; yanlarından geçip gitmesin mi! Bu duruma
bir anlam veremeden, kadının geri dönüp geleceğini umarak baktı, kaldı.
Kadın
dönüp geleceğe benzememekteydi. Çocuğu kucaklayıp, koşturdu; kadının peşinden
yetişti. “Bayan, bayan! Çocuğunu unuttun!”
Kadın
verdiği karşılıkla, onu şaşkına çevirdi.
“Ne
çocuğu, kardeşim? Ben çocuk falan bilmiyorum!”
“Tuvalete
girerken, bakıvermem için yalvar yakar bıraktın ya! Nasıl bilmezsin?”
“Siz,
beni başka birisiyle mi karıştırıyorsunuz, ne yapıyorsunuz, Allah’ınızı
severseniz?! Ben size çocuk mocuk bırakmadım, kardeşim!”
“Nasıl
yani? Adım gibi biliyorum ki, sendin o! İşte, aynı pardösü, aynı başörtüsü,
aynı surat, aynı ses! Bu suratı istesem de unutamam zaten, her gün başıma bela
olan karıma çok benziyor!”
“Gördünüz
mü, bak, kendiniz de söylediniz; insan insana benzeyebilir! Gidin, kimden
aldıysanız, ona verin çocuğu! Çocuğu aldığınız kadın, şu an, tuvaletten çıkmış,
pür telaş çocuğunu arıyordur mutlaka!”
“Saçmalama,
yahu! Ben seni bir kilometre öteden görsem tanırım! Sen o’sun! Al çocuğunu!..”
Çocuğu
kadının önüne bırakarak, uzaklaşmaya yeltendi.
Kadın,
“Bana bakın, sizi karakola şikayet ederim, ona göre!” diyerek çocuğu yine eline
tutuşturdu.
“Ne diye
şikayet edecekmişsin? Adımı, sanımı bilmiyorsun, görmüyorsun!”
“Siz
öyle sanın! ABC Bankasında çalıştığınızı da biliyorum, Bankanın hemen arka
tarafındaki sokakta oturduğunuzu da biliyorum!”
“Tamam
öyleyse, yürü karakola! Asıl ben seni şikayet edeyim de, gör!”
“Ederseniz
edin, be! Korkum mu var?”
Kadını
çekiştire, itiştire yürümeye zorladı. “Yürü, karakola!”
“Tamam,
yürüyün!”
Aynı
ağız dalaşı içerisinde yürüyerek, tam da şehir merkezinde, Bağlar Caddesinde
bulunan Çarşı Karakoluna girdiler. Girdikleri bir büroda bir polis memurunun
karşısına dikildiler ki, aynı polis memurunu hemen hatırladı. Bu, lokantada
gördüğü polis memuruydu!
Heyecanlanarak;
“Bu kadın, tuvalete girip çıkıncaya kadar, iki dakikacık çocuğuna göz kulak
olmamı söyledi. Olmaz, falan dedim ama, yalvar yakar, beni ikna etti…” diyerek
derdini anlatmaya başladı.
Polis
Memuru onu tersleyerek, “Kadıncağız sıkışmış işte! İki dakikacık
ilgileniversen, ölür müsün? Niye yalvartıyorsun ki?” diyerek sözünü kesti.
“Eve geç
kalmıştım da… Sonra, çocuğu oyaladıktan sonra, bayan çıktı. Çıkar çıkmaz, hızla
uzaklaşmaya başladı. Peşinden zor yetiştim.”
Kadın,
“Yalan, komiser bey! Yalan söylüyor!” diye atıldı.
Polis
memuru kadının, onu bir komiser olarak yüceltmesinden hoşnut, “Ne, yani kolay
mı yetişti?” diye sordu.
Kadın,
onu, “O değil, komiser bey! Hızla kaçtığım, yalan!” diye düzeltti. “Yavaş
yavaş gittim!”
Derya,
“Çocuğunu almayı unuttuğunu söylediğim zaman, ben çocuk mocuk teslim etmedim
sana diyerek inkar etti!” diyerek anlatmayı sürdürdü.
Kadın,
“Vallahi, billahi, hayatımda ilk defa gördüm bu çocuğu da, bu adamı da!” demeye
başlayınca kafası iyice karışmaya başladı.
“Memur
bey, lokantada siz de gördünüz, bu kadının elindeki çocukla gelerek masama
oturduğunu,” diyerek doğru söylediğini polis memurunun kendisiyle ispatlamak
istedi.
Polis
Memuru, “Ben geldiğimde zaten aynı masada oturuyordunuz! Tanımasan neden
seninle otursunlar? Sonra sen, motorunu bozup, helaya koşturdun. Bu kadıncağız
da peşinden gitti,” dedi.
“Evet,
çocuk kadının yanındaydı. Değil mi?”
“Ne
olmuş yani ? Tanımasan, neden peşinden gitsinler?”
“Allah
aşkına, anlamıyor musunuz, memur bey? Bana çocuk teslim etmediğini, çocuğu
hayatında ilk kez gördüğünü söyledi ya?!Oysa, lokantada sizin de gördüğünüz
gibi, çocuğu tanıyor!”
Polis
Memurunu İkna etmenin keyfiyle gülümserken, o, “Tamam, tamam, anladık! Sen niye
çocuğu inkar ediyorsun, hanımefendi?” diyerek kadını azarladı.
Bu kadın
milleti var ya, bu kadın milleti; vallahi şeytana külahını ters giydirir bu
kadın milleti. Bu kadın da işte o kadın milleti gibi, “Komiserim, bu çocuk,
onun çocuğu! Ben çocuğu teslim etmedim demiyorum ki, motorunu bozup, pür telaş
çocuğu lokantadaki masada unutup gittiği için peşinden götürdüm, Evvelden hiç
görmedim, tanımam!...” diyerek şeytana külahı ters giydiriverdi.
Derya,
şaşkınlıktan afallayarak, “Amma kıvırıyorsun, ha! Belli ki, bu çocuğu üzerime yıkmayı daha
önceden planlayıp peşime düşmüşsün!” diye söylenmeye başladı.
Kadın,
“Vallahi, tanımıyorum, ya! Benim çocuğum
olmuş olsa, hiç kıyabilir miyim? Şikâyetçiyim bu adamdan, komiser bey! Tutun
zaptı!” diyerek bir de Derya’dan şikayetçi olmaz mı…
Derya,
iyice sinirlendi. “Kafayı yiyeceğim bu gidişle! Bunlar, insanı, insanlık
yapmaktan bile nefret ettiriyorlar, inanın! Ondan sonra da, beni, iyilik nedir
bilmez, insanlara karşı yok gaddardır, yok sevimsizdir diye laf ederek
eleştirirler. Ben de, kendisinden şikayetçiyim, efendim!”
Polis
memuru, ikisine de çıkıştı. “Başlarım, şikayetçiliğinize! Geçin ikinizde
çocuğun karşısına bakayım! Ben, şimdi anlarım çocuğun hanginize ait olduğunu!”
Derya’yla
kadın kapının önüne geçtiler.
Polis
memuru, “Şimdi çömelip, çocuğa doğru, ‘gel, gel’ yapacaksınız. Çocuk hanginize
giderse, onun, elimden çekeceği var!” diyerek kızmayı sürdürdü.
Derya,
“Ama, efendim…” diyerek itiraz etmeyi sürdürmek istediyse de,
“Kes
sesini!” diye bağırarak onu susturdu. “İkiniz de gülerek gel, gel yapacaksınız!
Ona göre! Çocuğa itici gelecek bir mimik takınırsanız, külahları değişiriz!
Tamam mı? Haydi, çocuğu salıveriyorum, başlayın!”
Çömelip,
başladı, “Gel, gel, gel, gel!...” diye seslenmeye.
Aynı
şekilde kadın da çömeldi, başladı, “Gel! Gel! Gel! Gel!...” diye seslenmeye.
Çocuk,
gülücükler saçarak doğruca Derya’nın kucağına koştu.
“Ama
efendim, bu çocuğun kendisine kötü davrananları sevmek gibi kötü bir huyu var!
Ben bu çocuğa lokantada olsun, umumi helanın orada olsun kötü davranmıştım.
Beni tercih etmesi normaldir!”
“Çocuk
seni seçti, işte! Uzatma da, sahip çık ona!”
Çocuk,
boynuna sarılarak onu öpücüklere boğmaya başladı.
*
Nurhan,
evlerinde temizlik yapmakta, arada müziğin ritmine uyarak oynamayı da ihmal
etmemekteydi. İyice açılmış müzik setinden yükselen ses ve elektrikli
süpürgenin sesi birbirine karışarak evin dışına taşan rahatsız edici bir
gürültü oluşturmaktaydı. Etrafta dolaşan bir Fino köpeği onun her hareketinde
hoplayıp zıplayarak şımarmaktaydı.
Nurhan,
kendi kendine mırıldanarak; “Bu gürültüde sağır sultan olsa uyuyamaz ama, pis
sarhoş, inadına uyuyor, işte!” diye söylendi.
Müzik
setinin sesini iyice açarak gürültüyü arttırdı. Köpeği azarlayarak, onu
salondan çıkarttı. “Git, babana şımar haydi! Ayaklarımın altında dolaştığın
yeter!”
Fino,
koşturarak yatak odasına girdi ve uyumakta olan Derya’nın suratını yalamaya
başladı.
Derya,
Finonun suratını yalamasıyla uyandığında, karakoldaki çocuğun öpücüklerinden
kurtulmuş olmuştu. Derin bir oh çekti.
“Rüyaymış!”