Hayatım boyunca ne yaparsam
yapayım çevremdeki insanlara ve köpeklere kendimi sevdirmeyi başaramadım. Kime
azıcık yılışsam suratları geriliveriyor, bana yüz vermiyorlardı. Keza köpekler
de, ben onlardan uzak durmaya çabaladıkça, onlar beni adeta on ikiden
hedefliyorlardı. Ben de bu durumu iyice kanıksamıştım ve kendimi beğendirme ve
koruma çabalarımdan vaz geçmiştim.
Bu yaz başlarıydı. Bir pazar
günü Sarımsaklı plajında, doğrudan kumun üzerinde yatarak, çevredeki bir yığın
sevimsiz insanı umursamadan göbeğimi güneşe karşı yaymış, gözlerimin üstüne de
şapkamın siperliğini iyice indirerek uyuklamaya başlamıştım. Kumun sıcaklığını
hissetmek ağrılarıma iyi geliyordu. Yüksek sesle konuşan, ya da gülen birileri
oldu mu, kendi kendime mögürdeyerek basıyordum kalayı, rahatlıyordum.
Denizden yana çığlıklar
koptuğunda da hiç umursamadan bastım küfürü, uyuklamayı sürdürdüm. Ya birileri
kavga ediyor olmalıydı, ya da sürat teknelerinden biri daha, gene birilerini
ikiye bölmüş olmalıydı; atılan çığlıkların çağrışımı böyleydi.
Ben uyuklamaya devam etmek
istedikçe çığlıkların dozajı ve benim küfürlerim artarak sürüyordu. Tepeme
yakın bir yerlerden başlayan gür bir köpek havlaması, hemen yanı başımdan
hışımla geçerek deniz kenarında diğer çığlık atan insanlarınkine karışarak
sürdü. Gözlerimi öyle bir açışım vardı ki, az kalsın yuvalarından
fırlayacaklardı.
Ardından bakınca boz siyah
dobermanı gördüm. O canavarın birkaç saniye önce hemen dibimden geçmiş olmasına
inanamıyordum. Ya direk bana saldırmış olsaydı! Yanlarıma bakındım, ortalıkta
karım da yoktu, yapayalnızdım; beni köpek saldırısında koruyacak tek insan da
denize doğru çığlık atanların arasındaki yerini almıştı. Hayatım boyunca
kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim. Yere adeta yapışmış, o sere serpe
yaydığımı keyifle belirttiğim göbeğimi bu defa, ne kadar yok edersem, o kadar
küçüleceğimi ve görünmez olacağımı sanarak öyle bir içime çekmiştim ki, incecik
kalmıştım. Sağımdan solumdan ne kadar kum varsa ellerimle üstüme aktararak
kendimi saklamaya çalışıyordum.
Az önce köpeğin havlamaya
başladığı tepeme yakın yerden bu defa bir kız, feryat figan köpeği çağırmasın
mı?
“Maksi! Maksi! Gel oğlum
buraya! Gel baki’im!”
Hışımla doğruldum kıza doğru.
“Ne yapıyorsun sen kızım,
manyak mısın, nesin! Niye çağırıyorsun o pis mahluku? Gidip kayışından tut da
götür, ne cehenneme götüreceksen!”
Kızcağız öfkem karşısında ne
yapacağını şaşırarak, benimle aynı tepkiyi vermeye başladı.
“Ne diyorsun sen be! Manyak
mısın, nesin! Pis mahluk dediğin sana benzer!”
Olan her şey, işte o andan
sonra gelişti. Maksi, sahibesine bağırdığımı ve onun da bana bağırdığını görür
görmez öyle bir celallendi ki, o hırsla havlayarak üstüme doğru koşmaya başladı.
Öldüm ben, bittim!
Hani, belli bir mesafede
dikilip havlasa, ya çevredekilerden, ya da karım yetişip kurtarırlardı beni;
ama, o canavar hiç duralamadan, doğruca bacağıma sarıp dişlerini geçirdi. Öteki
ayağımla savurduğum tekme karın boşluğuna denk gelince, can havliyle bir an
bıraktı ısırdığı yeri, ben de can havliyle başladım denize doğru çığlık
atanların arasına koşmaya. Baktım peşimden köpek de gelmekte duralamadan daldım
denize. Normal şartlarda köpekler sudan pek hoşlanmaz ve girmezlerdi suya, ama
bu canavar en az benim kadar hoşnuttu suda bulunmaktan, başladı o da denize
dalıp peşim sıra yüzmeye. Az ilerde bir sürat teknesi birkaç metre karelik
alanda dönüp duruyordu, onlara ulaşabilirsem beni teknelerine alıp köpekten
kurtarmalarını rica edecektim.
Ben yüzüyordum, köpek de
peşim sıra yüzüyordu… Şöyle böyle beş, on dakika yüzdükten sonra, tekneye on,
on beş metre kadar bir mesafe kalmıştı ki, adamlar beni orada, öylece bırakıp
sür’atle uzaklaşmaya başlamışlardı. Nefes nefeseydim. Arkalarından seslendiğimi
duymadılar bile; arkama dönüp baktığımda, dobermanın peşimden gelmeyi
bıraktığını ve kıyıya doğru yüzmeye başladığını gördüm.
Yüzerek geldiğim yer kıyıdan
en az üç yüz metre açıktaydı. Tam da kurtuldum, rahatladım, diyecekken,
geldiğim yerde gördüğüm manzara büyük bir şok daha geçirmeme sebep oldu.
Suyun içinde küçük bir
terrier cinsi köpek vardı ve hayvan ha boğuldu, ha boğulacak bir halde yüzmeye
çabalıyordu. Deniz suyunda onca çırpınmaya rağmen her yanı kıpkırmızı kana
bulanmış görünüyordu. Az önceki teknenin döne dolaşa bu hayvancağızı öldürmek
için uğraştığını anladım. Ama, ama bu, bir canavarlıktı!
Köpek fobim nedeniyle bir
türlü temas kuramıyordum köpekle, çaresizdim. Aramızda yarım metre kadar bir
uzaklık vardı. Zavallı köpek bir anda başını doğrultup lütfen kurtar beni der
gibi öyle bir baktı ki, ağlamamak için kendimi zor tuttum. O anda direnmeyi
bıraktı ve birden bire suyun içinde kayboldu. Olamazdı! Uzandım, tam da suyun
içinde rastgele bir yerinden yakaladım, dışarı çıkardım. Korkuyla bir an
yeniden bıraktım, suya batarken yeniden yakaladım. Beni ısırmak gibi bir niyeti
de, mecali de yoktu. Baktım, fobim depreşmeden tutabiliyordum. Yakından görünce
hayvancığın ağır yaralı olduğunu ve çene kemiğinin kırılıp sarkmış olduğunu
gördüm. İyi ama, böyle bir canavarlığı niçin, nasıl yapabilirdi insanoğlu!...
Oldukça da yorgundum. Sırt
üstü yattım, yaralı köpeği göbeğime yatırdım, öylece, sırt üstü yüze yüze
sığlığa ulaştım. Köpeği elime alıp da doğrulduğumda kıyıda ki insanlar müthiş
bir alkışa başlamışlardı. Sanırım beni alkışlıyorlardı.
Köpeğin hikayesini karıma
teyit ettirdim. Tıpkı tahmin ettiğim gibi, sürat teknesindekiler hayvancağızı
suya attıktan sonra, tekneleriyle üstünden geçe geçe öldürmeye çalışmışlar;
benim yüzerek üstlerine geldiğimi görünce de kaçıp gitmişlerdi. Hoşuma giden
ise, karım dahil herkes, benim o heriflere doğru yüzerek gidişimin nedeninin,
onları korkutup kaçırtmak ve köpeği kurtarmak olduğunu sanmışlardı. Bu durumun
sırrını tek bilen ise Maksi’ydi ve sahibesinin elinde, sıkı sıkıya tutulan
Maksi, bana, "Hadi gene sayemde kahraman oldun, iyisiin,
iyisin," diyerek gülümsüyordu. Herkes sevecenlikle gülümsüyordu.
Galiba insanlara da,
köpeklere de bu defa kendimi sevdirmeyi başarmıştım; hem de onlardan en nefret ettiğim
saatlerde.
“Hangi istikamete
gittilerse, şuradan bir tekne tutalım da peşlerine düşelim, yakalayalım,
şerefsizleri! Zavallı hayvana yaptıklarının aynısını biz de onlara yapıp atalım
denize!”
Bu önerime kimse yanaşmadı.
“Hayvanlara kıyan herkesi aynı
şekilde cezalandırmaya kalksak, seri katiller oluruz Kemal bey,” dediler.
Köpeği sahiplenip veterinere
götürerek tedavisini yaptırmak bana iki bin liraya mal oldu; bir buçuk aylık
maaşım olan bu paraya, küçük dostum sağlığına kavuştuktan sonra, galiba pek
üzülmedim; ama, dürüst olmam gerekiyorsa, yediğim kuduz aşısı iğnelerinden
dolayı çok canım yandı, çok.
Neyse ki, Maksi’nin kuduz
mikrobu taşımadığı tespit edildiğinde aşı olmayı beşinci iğneden itibaren
durdurduk da, ıstıraptan çabuk kurtulmuş oldum.