Nedenini bilmiyorum ama son günlerde işlerimiz oldukça
bozulmuştu. Oysa üniversiteyi bitirip, babamın toptan tuhafiye satışı yapan
dükkanını devir alırken ne hayallerim vardı! Babam dört gözle beklemişti okulu
bitirmemi ve işi üstlenmemi. Evet, okulun ardından dükkanı devir almıştım.
Ayrıca dükkanı yeni baştan dekor etmiş, mal çeşidini de arttırmıştım. Ona
rağmen işlerimiz her geçen gün daha da düşmeye başlamıştı. Ve bu düşüş nedense
tam da benim geldiğim döneme denk gelmişti. İşin kötü tarafı aynı iş hanında
bizden başka yine toptan tuhafiye işi yapanlarda vardı ama onlarda bu kadar
düşüş yaşanmıyordu.
Ertesi sabah işe
gelirken canım gene sıkkındı. Kafamda bir sürü cevapsız soru vardı. Acaba işler
neden azalıyordu. Daha ne yapmam lazımdı bilmiyorum. Neredeyse işi bırakma, ya
da devretme safhasına gelmiştim. Babam bana güvendiği için dükkana gelmiyordu ve
ben onun yüzünü kara çıkardığım için çok mahcubtum. Dükkan da iş olmaması için
aslında hiç bir neden yoktu! Hani fiyatlarımızda diğer toptancılarla aynıydı
belki de aşağı. Üstelik ben de üniversite bitirmiş , yabancı dili olan
birisiydim.Yani donanımım iyiydi. Peki o zaman eksik olan neydi? Dükkanımız da
işlek bir yerdeydi. Burası İstanbul, Laleli’ deki Sırça Handı. Oldukça büyük ve
eski bu hana yurdun her yerinden insanlar toptan mal almaya geliyordu.
Öğleye doğru ben
dükkanda bir kaç çalışanla birlikte beraber rafları düzeltiyorduk. O sırada
kapıdan içeri bizim hanın çaycısı Selman, yanında yaşlı bir amcayla içeri girdi.
"Ümit abi
kolay gelsin" dedi bana gülümseyerek.
"Sağolasın
Selman, buyur, hayırdır." dedim.
"Bu benim,
Tahir amcam.Yengem memleketten bir iğne sipariş etmiş de sende varsa bir
yardımcı olur musun? Ocakta kimse yok ben aşağı iniyorum" dedi telaşla ve
amcasını dükkanda bırakıp gitti. Tahir amca bana tebessümle bakıyor, yardımcı
olmamı bekliyordu. O an " Altı üstü bir iğne mi diye geçirdim"
içimden isteksizce. Kim uğraşacaktı şimdi bu ihtiyarın alacağı bir iğneyle.
Yanımda çalışan çocukları çağırdım. "Şu amcaya bir iğne verin" dedim
Sonra da başka işlere baktım.
Bir süre sonra
Tahir amca yanıma gelip" Peki evladım size kolay gelsin; aradığım iğne
sizde yok galiba" deyip gitti. Bende "Öyle mi? Peki” dedim. Yine aynı
umursamazlıkla. Fakat bir şey dikkatimi çekti o sırada! Bizim dükkandan çıkan
Tahir amca karşımızdaki dükkana girdi. Oradan bir şey satın aldı ve parasını
ödeyip çıktı. "Allah Allah!" dedim kendi kendime. "Bu yaşlı amca
bizde neyi bulamıştı da karşıdan aldı !" Dayanamadım karşı dükkana gittim
. Zaten arkadaşımdı. Belli etmeden sordum. "Az önceki ihtiyar, bizim çaycı
Selman’ın amcasıymış. Hayırdır! Bir şeyler aldı senden galiba" Arkadaşım
da "Evet" dedi. "Bir iğne aldı sadece." İşte o an çok
şaşırmış, birazda kızmıştım Tahir amcaya, hani önce bana gelipte benden almadı
diye. Yüzüm kızarmış bir şekilde ve sanki öylesine soruyormuşum gibi arkadaşıma
“Hangi iğne” dedim. Gösterdiğindeyse iyice bozulmuştum. Çünkü gösterdiği iğneyi
ben de Tahir amcaya göstermiştim.
O akşam eve canım
sıkkın bir şekilde gelmiş, yemekten sonrada mutfakta düşünüyordum. İşler böyle
giderse dükkanı kapatmam an meselesiydi artık. İşte bu sırada aklıma Selman’ın
bugün dükkana gelen amcası geldi! Fiyatı bende daha ucuz olmasına rağmen iğneyi
benden almamıştı. Bir iğne....Evet, sadece bir iğne...Yoksa benim için ilahi
bir mesaj mıydı bu küçücük iğne? Bu işareti mi anlayıp, takip etmeliydim. Belki
küçük bu iğne de yatıyordu çektiğim bütün sıkıntıların cevabı!
Bu sabah işe
geldiğimde ilk işim Selman’ın çay ocağına gitmek oldu.
"Ne haber
Selman" dedim.
"İyidir abi.
Hayrola! Sen buraya pek gelmezdin!" dedi şaşkınlıkla.
"Niye
gelmeyeceğim burası yasak mı bize? Neyse senin şu amcan var ya.. Hani dün bizim
işyerine getirdiğin. O buralarda mı ona bir şey soracağım.?"
"Bir şey mi
soracaksın..Hayırdır abi! Ne oldu ki! Bir şey mi var yoksa?" diye sordu
şüphelenerek.
"Yok yok..
Kötü bir şey yokta. Ona küçük bir şey soracaktım. Peki bugün senin yanına gelir
mi?"
"Hayır abi
gelmez. Ne bugün ne de yarın....! Dün akşam memlekete gitti amcam."
"Memlekete
mi?" diye sordum, belli etmediğim bir hayal kırıklığıyla.
"Evet."
dedi Selman yine aynı şaşkın bakışlarla
İşte şimdi canım
çok sıkılmıştı. Tahir amcaya muhakkak sormalıydım "İğneyi neden benden
almadın?" diye. "Peki" dedim Selman’a "Sizin Memleket
neresi?"
"Erzurum’un,
Serin yayla Köyü" dediğinde içimde büyük bir sıkıntı oluştu. İstanbul
nere, Erzurum’un , Serin yayla Köyü nereydi!!!
O akşam Erzurum’a
doğru yola çıkarken kafam karmakarışıktı., Eşime ve babama biraz tuhaf
gelmişti, Erzurum’daki bir asker arkadaşımın düğününe gideceğimi söylemek. Şu
an elim direksiyonda, aklım Tahir amcadaydı. Altı üstü bir iğne almamıştı
benden! Ne vardı bunda yani.. Belki o an beğenmedi ya da ne bileyim....Şimdi
tutupta niye almadığını sormak için ta Erzurum’lara gidilir miydi hiç? Akıl işi
miydi şimdi bu? Ama şu an yola çıkalı tam dört saat olmuştu. Kış vaktiydi. Hey
yer kar boran. Hele Erzurum tarafı şimdi tamamen kara kıştır. Bakalım gideceğim
köyün yolu açık olacak mı? Hem Tahir amca beni karşısında görünce ne diyecek?
Hele iğneyi benden niye almadığını sorduğumda bana sadece "Hiç" derse
veya benim arzuyla beklediğim cevabı bana vermezse! Ama yolu yarıladıktan sonra
bu küçücük izin peşinden gitmeye kesin kes karar vermiştim.
Yaklaşık on iki
saatlik ve sadece bir saatlik mola sonrasında Erzurum’a varmıştım. Varmıştım
da...! Buralarda kar neredeyse bir adam boyuydu ve korktuğum başıma gelmişti!
Gideceğim köyün yolu dün geceden beri kapalıydı. Ve aldığım bilgiye göre
karayollarına bağlı ekipler yolu açmak için halen uğraşıyorlardı. O gece bir
otelde kalmak zorunda kaldım. İyi de olmuştu bu sayede biraz dinlenmiş oldum.
Sabah olunca içimde büyük bir heyecanla tekrar yola koyuldum. Köye giden yollar
henüz açılmıştı ama buzlanma olduğu için arabam yolda kaya kaya gidiyordu.
En sonunda köyün
meydanına gelip durduğum da evlerden birer ikişer çıkan insanlar merakla
"Bu da kim?" der gibi yanıma gelmeye başladılar. Ben arabadan inip,
oradakilere selam verdim. "Tahir amcayı arıyorum" dedim. İnsanlar
biraz şüpheyle bakıyorlardı.. Bu karda kışta otuz dört plakalı bir araç ve hiç
tanımadıkları adamın Tahir amcayla ne işi olabilirdi ki. Yanıma bir çocuk
katıp, beni, onun evinin olduğu yere doğru yolladılar.
Heyecandan kalbim
duracak gibiydi. Tahir amca acaba beni görünce tanıyacak mıydı? Yanımdaki
çocuğun çaldığı kapıyı yaşlı bir teyze açtı. "Nene.. nene.. Bu amca, Tahir
emmiyi görecekmiş" dedi küçük çocuk. O an nene büyük bir kuşkuyla baktı!
Bilmiyorum acaba o sırada hakkımda ne düşünüyordu. İşte tam bunlar olurken
Tahir amca kapıda belirdi! Beni görünce, tanır tanımaz gibi oldu. Sonra da
"Yoksa Selman’a bir şey mi oldu?" dedi yüzünde korkulu bir ifadeyle.
Demek ki beni tanımıştı. “Yok” dedim. “Müsaade edersen seninle biraz konuşalım
Tahir amca” dedim. O hala şüphe içindeydi. Benim burada ne işim olduğunu
anlamaya çalışıyordu. İçeri girdiğimde güzüne sobası içeriyi hamam gibi
yapmıştı. Genişçe bir sedire oturdum. O da karşıma oturmuş halen merak ve
kuşkuyla bana bakıyordu.
“Tahir amca beni
tanıdın değil mi?” dedim. "Evet yeğenim tanıdım seni. Sen, o bizim
Selman’ın binada ki tuhafiyeci değil misin?" "Şükür" dedim
içimden. Şimdi sorumu sormak daha kolay olacaktı. “Evet benim Tahir amca.”
dedim. “Ben buraya kadar niye geldim biliyor musun? Belki şaşıracaksın ama sana
bir şey soracağım. Hani sen bizim dükkana iğne almaya gelmiştin, ama benden
almayıp sonra karşıdaki dükkandan almıştın. Söyle şimdi bana, sen o iğneyi niye
benden almadın? O an Tahir amca yüzüme garip garip baktı. Belli ki sorum ona
tuhaf gelmişti. Fakat ben sorumu ikinci kez ciddi bir şekilde yineleyince, bu
sefer yüzünde derin bir tebessüm belirdi. Düşündü bir müddet. Sonra kafasını
hafifçe sallamaya başladı. Belli ki o günü anımsamaya çalışıyordu. Sonra başını
kaldırıp gözlerimin içine sevgiyle baktı. "Evlat" dedi. "O gün
senden iğneyi niye almadım biliyor musun? Dükkanın çok güzeldi maşallah. Malın
da çoktu. İğnelerinde tam nenenin istediği gibiydi. Ama ben bunu bulamadım be
yeğenim", deyip bana imalı bir şekilde gülümsedi. İlkin anlamadım. Ama bir
kaç saniye sonra ne demek istediğini anladığımdaysa, bozulmuş ve yüzüm
kızarmıştı. Ne demek istediğini gayet iyi anlamıştım. Yani bana "Suratsızsın"
demişti. Ve ya senin dükkanına bulamadığım şey "Güler yüz" demek
istemişti. Orada bir kaç saat kaldım. Aslında o gün orada kalmam için çok ısrar
ettiler, ama ben aradığım mı bulmuştum artık.
Geri dönerken,
kabul etmesem de, bir konuda ne kadar hatalı olduğumu kabullenmeye
çalışıyordum. Dükkanı devir aldıktan sonra işlerin düşmesi boşa değildi demek
ki. Demek o yüzden mal almaya gelenler babamı bulamayınca benden almıyorlardı,
ya da bir kez alıp bir daha gelmiyorlardı. Çünkü babam güler yüzlü ve hoş sohbetti.
Bense yüzü her daim asık, ve müşterilerle öyle hoş beş sohbet eden birisi
değildim. Aslında sadece müşterilere karşı değil herkese karşı. İşte o an neler
kaybettiğimi daha iyi anladım. Üniversiteyi bitirip diplomamı almış işin başına
geçmiştim ama, işleri iyi biçimde yürütebilmenin asıl diplomasını Tahir amcanın
o gülümseyen yüzü vermişti bana. Ve beni bu diplomaya götüren küçücük bir bir
iğneydi.
O günden sonra
anladım ki çevremizde karşılaştığımız bir çok küçük alamet, işaret bir çok
sıkıntımızın anahtarı, bir çok derdimizin devası olabiliyormuş. Önemli olan
işaretleri iyi okuyabilmekmiş. İnsan ancak etrafındaki küçük şifreleri doğru
çözdüğünde gelecekteki mutlu ve huzurlu günleri yakalayabiliyormuş..