Nazan Hanım, az önce eve gelen eşi Engin Bey’i hiç keyifli görmemişti! Zaten son dört beş aydır kocasının durumu hep aynıydı. O güler yüzlü, konuşkan adam gitmiş, yerine asık suratlı, sinirli, içine kapanık birisi gelmişti. Kaygılı bir şekilde kocasının yanına gidip:

“Hoş geldin Engin” dedi. Sonra da onu teselli edercesine “Yeter artık. Nedir bu halin? Bak böyle yapmaya devam edersen hasta olacaksın! Allah büyük. Her şey düzelir İnşallah” dedi.

Aslında Nazan Hanım, eşi Engin Bey’in neden bu hale geldiğini çok iyi biliyordu. Ticaretle uğraşan Engin Bey’in son dönemlerde işleri iyice bozulmuş ve piyasaya bir sürü borcu olmuştu.

Annesinin yanında sessizce duran evin sekiz yaşındaki tek oğlu Kerem de babasına çekinerek bakıyordu. Eskiden olsa babası daha kapıdan girer girmez ona koşar, boynuna sarılır, gün boyu okulda yaşadıklarını büyük bir sevinçle anlatırdı. Ama babası son zamanlarda anlayamayacağı kadar çok değişmişti! Yaptığı her şeye bağırıyor, olur olmaz azarlıyordu kendisini. Babasıyla yaşadığı o eski mutlu günlerini çok özlemişti. Artık ne akşamları babasının omuzlarını çıkıp oyun oynayabiliyor, ne de beraberce derslerini yapabiliyorlardı. Babası gelir gelmez odasına çekiliyor annesi ve kendisiyle hiç konuşmuyordu.

Yemekten sonra Nazan Hanım mutfakta tek başına sigara içen eşinin yanına geldi.“Engin sana bir şey söylemek istiyorum!” dedi üzgün bir sesle.

Bu arada odasının kapısı açık olan Kerem de annesiyle, babasını dinliyordu. Nazan Hanım konuşmasına devam etti.

“Bugün Kerem’i doktora götürdüm biliyorsun. Doktor, onun çok ağır üşüttüğünü söyledi. Yazdığı ilaçları hemen kullanmaya başlamamız gerekiyormuş. Reçeteyi eczaneye götürdüm fakat ilaçlar çok pahalıydı alamadım. Biliyorum sen de Bağkur primlerini yatıramadığın için yazdıramıyoruz da! Canını sıkmak istemiyorum, ama bu ilaçları nasıl alacağız Engin?" Diye sordu çaresizce.

Engin Bey’in yüzünü ıstırap dolu bir hal almıştı. Zor anlaşılan bir sesle:

“Demek oğlanın durumu kötü öyle mi?” dedi. Ardından da “Bir saniye diyerek” yavaşça kalkıp yatak odasına gitti. Yarın ödenmesi gereken bir senet için, arkadaşından borç para almıştı. İçinden bir miktarını alıp eşinin yanına geldi. 

“Nazan al bunu, yarın sabah hemen Kerem’in ilaçlarını al olur mu?” dedi ve düşünceli bir şekilde odasına yöneldi.

Ertesi sabah Nazan Hanım yanına Kerem’i de alarak eczaneye gitti ve ilaçları alıp eve geri geldiler. Fakat eve geldikten yaklaşık yarım saat sonra Kerem annesine belli etmeden ilaç poşetiyle dışarı çıktı. Aradan on beş dakika geçmişti ki Kerem elleri boş bir şekilde eve geri döndü.

Akşam olmuştu. Yemekten sonra Engin Bey oğlu Kerem’e bakıp:

“Ne yaptın oğlum, ilaçlarını içiyorsun değil mi?” diye sordu.

O an Kerem’in yüzü kıpkırmızı oldu! Başını öne eğerek “Hayır baba ben onları içmek istemiyorum çünkü çok acı. Hepsini dışarı attım zaten” dedi korkarak!

İşte o an, aylardır bunalımda olan Engin Bey kendini tutamayarak oğluna tokat attı! Hızla yere düşen kerem başını setçe yere vurdu.

Olanları seyreden Nazan Hanım şok olmuştu!

“Engin sen ne yaptın, çıldırdın mı?” diye bağırdı ve yere savrulan Kerem’i kaldırarak odasına götürdü. “Oğlum bir şeyin var mı? Bir yerin ağrıyor mu diye” telaşla sordu.
Kerem bir yandan başını tutarak içli içli ağlıyor, bir yandan da “Babam kötü birisi” değil
diye sayıklıyordu.

O gece Nazan Hanım, Kerem’in yanında yatıyordu. Odanın kapısı gecenin bir yarısında sessizce açıldı! Gelen Engin Bey’di. Yavaşça oğlunun yanına çömeldi, kahrından perişan olmuştu. Oğlunun saçlarını okşarken gözlerinden oluk oluk yaş boşalıyordu. “Allah‘ım ben böyle bir şeyi yavruma nasıl yaptım? Keşke ellerim taş olsaydı da sana değil kendime vursaydım. Affet oğlum.. Affet beni. Affet artık kendini kaybeden zavallı, ama sana canını verecek babanı.” 

Bu arada Nazan Hanım göz yaşları içinde kocasını izliyordu. Aslında kocasının ne kadar merhametli olduğunu çok iyi biliyordu. Ama, şu an kötü giden işlerinden dolayı eşinin içine düştüğü bunalımın onu bambaşka biri yapmıştı, bununda da farkındaydı. Kocasına belli etmeden gözlerini kapattı ve daha da katlanan acısını içine akıtmaya başladı.

Sabah olmuştu. Az önce işe gelen Engin Bey in telefonu çalmaya başladı. Arayan Nazan Hanım’dı. Sabah erken saatlerde Kerem rahatsızlanmış hastaneye kaldırmışlardı! İlk muayene yapan doktor, Kerem’in başına aldığı ağır darbeden dolayı beyin kanaması geçirdiğini söylemişti.

Yirmi dakika sonra, Engin Bey çıldırmışçasına hastaneye gelmiş, hızla merdivenleri çıkıyordu. En sonunda oğlunun yattığı yoğun bakım ünitesine geldi. Fakat, bu sırada ağlayarak feryat eden Nazan Hanım’ın söylediklerine inanmadı. İnanmak istemedi!
Nazan Hanım acı içinde: “Gitti yavrum, gitti Kerem im” diye haykırıyordu!

O gece canlarının bir parçasını, hastanenin en soğuk odasına koyup acıyla evlerine döndüler.
Kahrından ayakta durmakta zorlanan Engin Bey, oğlunun odasına girdi. Masada gülerken çekilmiş oğlu Kerem resmi duruyordu.Titreyen elleriyle aldı. Hıçkırıklara boğulmuştu gene. Resmi öpüp koklamaya başladı. Bir müddet sonra resmi yerine bırakırken gözüne oğlunun günlüğü takıldı. Oğlu en son yazını dün yazmıştı. Kalan son takadiyle okumaya başladı:

“Babam, dün ilk kez bana tokat attı! Biliyorum işleri çok kötü para kazanamıyor, o yüzden hiç mutlu değil. Olsun ben onu çok seviyorum. Aldığım bütün harçlıkları onun için biriktiriyorum. Bunlarla babamın borçlarını ödeyip, onun omuzlarında eskisi gibi oynamak istiyorum. O yüzden dün annemin aldığı ilaçları zor da olsa eczaneye geri verdim. Onların parasını da canım babamın borçlarını ödemek için biriktireceğim.”

( Azap başlıklı yazı MustafaSakarya tarafından 5.01.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.