(Bu yazı, sevgili yazar arkadaşım Nermin Kaçar Hanım’la doğaçlama olarak yazılmıştır…)


Bu dünyada benim en büyük sınavım galiba bizim hanımla geçinebilmek. Ya da biz bütün erkeklerin ortak derdi hanımlarıyla geçinebilmek.

Arkadaş, bu işi başarıyla ve ağız tadıyla yürütebilmek için, kendin gibi olsan bir türlü, farklı karakterlere bürünsen bir türlü.

On üç yıllık evliyiz. Ben hala kendimi hanıma ifade etmeye çalışıyorum. Artık dilimde tüy bit
ti, aynı şeyleri söylemekten. Kaç kere dedim, “ Hanım, ben duygusal adamım, kırılganım. Senin bir dakika sonra unutacağın bir sözü, benim hazmetmem bir günümü alıyor. Defalarca söyledim, bana tatlı dilli ol, bir şeyi on kere söyleme, her şeyime söylenme.” Yok.. yok.. yok.

Bir de bizim bu hanım milleti konuşmayınca rahatlayamıyor galiba. Sanki Telekom’un sınırsız, ücretsiz tarifesinden konuşuyorlar. Yahu işten geliyoruz, yorgunluktan canımız çıkmış; bana anlatıyor da, anlatıyor. Bilmem, yok üst kattaki kadının ebesi dokuz doğurmuş, yok aşağıdaki kadın hamuru sütle yoğurmuş, falan, filan. Dinlesen bir türlü, dinlemesen bir türlü. İşin kötü tarafı konuşacak bir şey kalmayınca( çok nadiren) bu sefer seni didiklemeye başlıyor.

Arkadaş, son zamanlarda açıkçası bu durumdan bunaldım. Bizim arkadaşların akşam takıldıkları bir meyhane vardı. Hep davet ederlerdi de gitmezdim. Bir gün bir gittim, pir gittim.
Oh be! Mis gibi muhabbet vallaha. Ama bu sefer de adımız ayyaşa çıktı. “Evini önemsemiyora çıktı. Ya arkadaş, evde tatlı sohbet vardı da biz mi kaçtık. Neyse, baktım hanım bu gece takılmalarına iyiden iyiye bozuluyor, kasırgalar kopacak bende bıraktım.

Zor.. zor bu işler, evlilik zor iş. O yüzden şu anlatacağım hikayenin kahramanı olmayı çok isterdim.

“Birbirini deliler gibi seven iki kişi bir araya gelip, evlenmemeye karar vermişler ve bir ömür boyu mutlu yaşamışlar.”

Ha ! Bir de bu hanım milletinin dışarı çıkarken bir süslenme merasimleri yok mu? En çok savaştığımız alanlardan birisi de burası. Sanırsın, bir ömürlük makyaj yapıyorlar. O ne arkadaş ya! İnsan saatlerce ayna karşısında bu kadar fırça sallar mı? Yani bu kadar fırçayı ben kullansam kesin bir Salvador Dal’i olurdum hani. Gerçi biliyorum ben hanımların niye bu kadar süslendiklerini. Bunların derdi biz erkeklere güzel görünmek değil, hem cinslerine hava atmak. Arkadaş hanımla yolda yürüyoruz, bakıyorum karşıdan gelen hatunlar bizim hanım’ı, bizin hanım da onları ayakkabıdan, saçında ki tokanın rengine kadar süzüm süzüm süzüyorlar. Onların dertleri birbirlerinin kostümleriyle “Bakkk! gördün mü kıyafetimi? Al sana, al sana” deyip rahatlamak.

İşin garip tarafı, biz biraz giyinmemize dikkat etsek, aynada şöyle bir iki sırıtarak saçımızı tarasak, hemen kuşkulu gözlerle bize bakarlar.( Hani potansiyel aldatma adaylarıyız ya..)

En kötüsü de, bu hanım milletinin hem keseye, hem de sağlığa çok zararlı olan alışkanlıkları, yani delicesine alış veriş tutkuları...
Ne zaman strese, bunalıma girseler, ya da bilimsel bir nedenle ayın belli dönemlerinde öyle alakasız alış veriş yaparlar ki, Onları bu zamanda hiçbir güç durduramaz( ne kredi kartı borcu, ne bizlerin “Gene mi, öff, pöff, serzenişlerimiz). Hayır işin kötü yanı, o hararetli dönem geçip de, kendilerine geldiler mi, “Bunları biz mi aldık” diye aldıkları kıyafetlere öylece şaşkın şaşkın bakıp dururlar. Ben bizim hanımdan biliyorum mesela; bizim hanım 90-60-90 fakat çarpı ikisi var maşallah! Eee. Aldığı kıyafetlere bakıyorum, ancak Fashion tv’ deki kıl, tüy mankenlere olacak türden kıyafetler. Şimdi daha iyi anlıyorum mağazaların değişim konusunda ki hassasiyetlerini.

Düşünüyorum da biz erkekler bu kadar alış veriş yapsak, kim bilir akıllarına ne fesatlıklar gelir. Hemen sorgulamalar başlar. Kıyafetler arasında yabancı saç kılları aranır, değişik parfüm kokuları var mı, yok mu derin derin koklanır. Telefonun önce mesaj, sonra da arama kaydı, bir hafiye dikkatiyle didik didik kontrol edilir. Belli olmasın diye de alındığı gibi öylece konur.

Not = (Hanım, olurda bu yazımı okursan, yukarıda yazdığım şu 90-60-90 fakat çarpı iki lafına sakın takılıp da kendini strese sokma lütfen, orası tamamen kurgu sayılır.)

______Bey! Yani tebrik ederim seni. Bakıyorum da meydanı boş bulunca yukarıda bir sürü döktürmüşsün aleyhimde. Demek 90x60x90 çarpı iki, demek Salvador Dal’i olurdun. Tabi canım sen tornadan çıkmış gibisin de sanki. Karpuz yutmuş gibi göbeğini aynada hiç görmüyorsun galiba. Peki , sen ya da siz erkeler çok mu sütten çıkmış ak kaşıksınız yani?
Oysa ben evliliği, sevgiyi, aşkı çok farklı hayal etmiştim. Genç kızlığımda, hayal kurardım. Sevdiğim adam, beni el üstünde tutacak, her gün iş dönüşü, eve gelirken, kucağında bir buket çiçekle gelecek. İki günde bir, baş başa ; mum ışığında, romantik bir müzik eşliğinde yemek yiyeceğiz. Gözlerimizin içine bakarak, sevdamız biraz daha güçlenecek…

Nerdeeeeeee ! Ne hayal ettim, ne buldum. Nereden evlendim ki ; evliliği, bulunmaz Hint kumaşı sandım sanki. Onun için kaç gün, açlık grevi yaptım. Ailemi karşıma aldım. Onun için gözyaşı döktüm.

Benim ki iyidir, hoştur da yorgun olduğu zaman çok huysuzdur. Ona iş yaptırmayacaksın, yorulmayacak, bir tek söz söylemeyeceksin. Evdeki eksiklikleri hiç söylemeyeceksin. Yansın, yıkılsın hiç umurunda olmaz.

Akşama kadar evde koştururum. Malum ev hanımıyım. Ev hanımıyım da, sanki boş duruyorum. Çalışan kadınlardan tek farkım, maaş almıyor olmam. Bedava kölelik yani. Evin işlerini yapmaya başlarım. Hiç dinlenmem bile. Bir bakarım ki; akşam olmuş. Onun sevdiği yemekleri yaparım. Gelmesine yakın, üzerime güzel kıyafetlerimi giyerim. Makyajımı yapar, en güzel kokuları sürerim. Sonra da, onu heyecanla beklemeye başlarım.

Özellikle, zili çalar. Hoş çalmasa da ben ona açtırmam ya. Sırf ana bir an önce kavuşabilmek için dış kapının önünde oyalanırım. Karşımda, beni özlediğini belli eden bir gülümseme beklerken, asık, huysuz bir suratla karşılaşırım. Ben, yine hiç belli etmem bu duruma kızdığımı. Bir öpücük beklerken, asık bir yüzle içeri girer. Hemen televizyonun karşısına geçer, gözleri orada, sorduğum soruları duymaz bile. Ben, bir şeyler anlatmaya çalışırım, dinlemez bile.

Hazırladığım yemekleri yeriz. Kahvesini yaparım büyük bir zevkle. İçtikten sonra, bu kez bilgisayarının başına geçer. Bütün gün evde tek başınayken, sevdiğim adamla konuşma hayalleri kurarken; o ne yapar. O sanal alemde bulur; ben de bulamadıklarını. İfrit olurum. Kıskanmayacaksam da kıskanasın gelir. Kırmızsı bir ışık yanar arada, bilirim ki msn de birisiyle görüşüyor. Fakat yine de bilmezlikten gelirim.

Bir ara, takıntı haline getirmiştim kıskançlığı. Fakat sonra düşündüğümde, yanlış yaptığımı anladım. Onu rahat bırakmaya karar verdim. Ne kadar sıkarsam sıkayım, onun içinde varsa bu tür şeyler, yine engelleyemeyeceğim. O da tanır beni. Hem de çok. İlk evlendiğimizde, kendisini uyarmıştım. Kendisine dedim : “ Eğer, bir gün beni sevmekten vazgeçersen, yüreğin benim için atmaz ise önce bana söyle. O zaman, seve seve ayrılırım senden. Tam tersini yaparsan, daha çok acı çekerim. Dünyaya sığamam. İhanet, beni öldürür. Bir daha toparlanamam.”


Kendime çok kızıyorum bazen. Ben lise mezunuyum. Liseyi bitirdikten sonra hemen evlendim. İşe girebilirdim fakat hiç teşebbüs etmedim. Galiba biraz tembelim. Şimdi çok pişmanım ama ne çare. İş işten geçti. Belki de geçmedi. Çarşıya çıkıyoruz. Aslında, kendim de çıkabilirim fakat onunla çıkmak hoşuma gidiyor. Aldığım şeylerde, onun da fikri olsun istiyorum. Bir şeyler paylaşalım. Giderken, el ele yürüyelim istiyorum. Ne mümkün. Adamın, bütün cinleri tepesine çıkıyor sanki. Almak istediğim şeylere ya kusur bulur, ya pahalı der. Pöh ! Hepsi bahane. Para gidecek ya. Sırf ondan. Balık etliyim fakat şişman değilim. Yakışıyor da hani. Aynalar, yalan mı söylüyor ? Gencim ve güzelim. Ne eksiğim var o mankenlerden. Sadece, süsüm püsüm biraz daha az. İnadım tutar, ona inat, giymeyeceğim şeyleri alırım özellikle


O kadar da uzun değil. Ben onun karısıyım doğru ama kölesi değilim. Desem de inanma. Bir kez yaptım. Onda da pişmanlık duydum. Güzel olma isteğim, yine onun için. Sokağa çıktığımda, kolunda giderken, ona yaraşır biri olmak isteğim sadece. O, en güzel ve en iyi şeylere layık.


Bu arada, sevgili bey bilmem hatırlar mısın? Bir sevda masalı yaşamak istemiştim seninle. Masalın kahramanı da sen ve ben... Tıpkı masallardaki gibi... Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı ‘ nın sevda masallarına taş çıkaracak bir sevda masalı...
Bir tek Ferhat’ın delmeye çalıştığı dağ eksikti. Seninle karşılaştığım, sana çarpıldığım, dilimin lâl, gözlerimin kör olduğu o gün. Öylece sana bakarak, olduğum yerde, sessizce kalmıştım uzun bir süre.


---------Sevgili hanımım bakma sen benim yukarıdaki sızlanmalarıma. Hem seni gördüğüm o ilk gün ben senden farksız mıydım sanıyorsun? Ben hayatın bana verilmiş en büyük mükafat olduğunu ancak o gün seni tanıdıktan sonra anlayabildim. Ve senden önce geçen günlerimi hiç yaşanmamış saydım. O günden sonra baharlar ancak senin gülüşünle başladı. Kışlarsa benden ayrı kaldığın her saniyede. Bir tek seni sevdim ben, bir tek seni. Anlıyor musun? Zaten sevmek kelimesi de bir tek sende anlam kazandı.


----------Bey, biliyor musun o gün acaba "Rüyalarıma giren Sevda masalının kahramanı bu muydu? " diyordum içimden. Olman için dualar ediyordum. Yanıma yaklaştığında, heyecanım artmış, bayılacak duruma gelmiştim. Gözlerini ayırmadan, öylece bakıyordun, kızarmış, al al olmuş yüzüme. Sanki bir suç işlemiş bir çocuk saflığındaki suratım, ele vermiş olmalıydı duygularımı.

---------Gözümün nuru sevgili hanımım, belki mimiklerin duygularını seni ele vermişti. Ama ben bunları görebilecek halde miydim ki? O, simsiyah gözlerinin büyüleyen deryasında çoktan alabora olmuştum ben. Demek “ilk görüşte aşk” dedikleri buymuş diye düşünmüştüm. Ve o an sana bakarken inan ayaklarım yerden kesilmiş bulutların üzerinde uçuyordum. Ve düşünüyordum, Sen gerçek misin? yoksa düşümdeki bir peri mi? Ama anladım ki sen gerçekmişsin ve şu an benim biricik eşimsin. Biliyor musun ben seni, Seni çokkk ama çok seviyorum…

----------Ben de……
( Ah Şu Kadınlar Ah Şu Erkekler başlıklı yazı MustafaSakarya tarafından 19.01.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.