Güneş ardında gri, kızıl renkte bir tabloyla güne veda ederken, Sincan merkez camisinden okunan huzur verici ezan sesi bu tabloya adeta hüzünlü bir fon müziği gibi eşlik ediyordu.

Akşam namazının ardından dağılan cemaat dışarıda yağan kara ve iyice soğuyan havaya maruz kalmamak için hızla camiden uzaklaşıyordu. Az önceki topluluğa namaz kıldıran Şahin Hoca, hemen caminin alt tarafında bulunan imam odasına geldi. Kapı kapatıp bu tek gözlü küçücük odayı daha da darlaştıran karyolaya yavaşça oturdu. Bir ara gözü pencereden dışaya, sokak lambasının sönük ışığında bir gözüküp bir kaybolan kar tanelerine takıldı. Düşüncelere daldı. Yakın zamanda kaybettiği babasını hatırladı. Annesini de ondan çok daha önce kaybetmişti. Bu sıralar memlekete gidip mezarları ziyaret etmek istiyor, hem de babasından kendisine kalan oldukça büyük araziyi de görüp, şimdi ne durumda olduğunu bilmek istiyordu. Bunları düşündüğü rada odanın kapısı bir elin çekingen vuruşuyla birkaç kez dövüldü. Şahin Hoca yüzünde minik bir tebessümle kalkıp kapıyı açtı. Karşısında otuz, otuz beş yaşlarında kendisine mahcupça bakan bir adam duruyordu. Yabancı gelmemişti yüzü! Vakit namazlarında değil ama cumalarda görüyordu galiba. “Buyurun” diyerek adamı nazikçe, içeri aldı.

Yarım saattir ilgilendiği bayan müşterilerini gönderdikten sonra tezgahın üzerinde kalan ip yumaklarını toparlamaya başladı Murat. Duvardaki saate baktı, Şahin Hoca gelmek üzereydi. Onunla dostlukları, onun Sincan merkez camisine atandığı şu üç aylık süre kadar kısa olsa da az bir zamanda muhabbetleri bir hayli derinlere kök salmıştı. Şahin Hoca’yla sohbet etmek gerçekten hoşuna gidiyordu. Öyle katı yargıları yoktu. Her türden meseleye esnek, iyimser bir bakışı vardı. Yeri geldiğinde ciddileştiği gibi, yeri geldiğinde ince espiri yapar güler ya da güldürürdü. Zaten ne zaman dükkana gelse, onun geldiğini gören esnaflar onu dinlemek veyahut onunla konuşmak için buraya toplanırlardı. Ama bu gelenler arasında Şahin Hoca’yla arası en iyi olan, hemen yanı başında gümüşçü dükkanı bulunan ve Şahin Hoca’nın da ona “artist” diye hitap ettiği Serdar’dı. Serdar gerçekten artist lakabını hak edecek kadar yakışıklıydı. Yirmi beş yaşlarında, esmer, her türlü jön kriterlerini üzerinde taşıyordu . Ayrıca gümüşçülüğün yanı sıra Ankara da çekilen dizilerde önemli yan roller de oynuyordu. Bu dizilerde her an başrol alması artık hiç de sürpriz sayılmazdı.

Şahin Hoca içeri aldığı adamı az önce kalktığı karyolaya oturtup, kendisi de onun karşısındaki eski ahşap bir sandalyeye oturdu. Adamın yüzünde anlatmak istediği bir meramı olduğunu fark etti. Alışık olduğu bir tabloydu bu. Buraya her türden derdi olan insanlar gelip kendisine akıl danışırlardı. Kimileri muska yazmasını ister, kimileri iş, veya eş konusunda en hayırlı yolun ne olabileceğini sorarlardı. “Hocam” dedi az önce odaya giren adam. “Hocam vaktiniz varsa sizinle biraz konuşmak istiyorum.”

“Tabi” dedi Şahin Hoca samimi bir edayla.

Ve adam sanki ağzına kadar dolan bir barajın sularını tahliye etmesi gibi, içinde bulunduğu vahim durumu bir bir anlatmaya başladı. Şahin Hoca, adamın anlattıklarını dinlerken yine yüreği daralmış, yüzüne çaresizliğin hali resmolmuştu. Karşısındaki adam da şu son günlerde kendisine bir çare umuduyla gelen, ama gerçek anlamda çokta yardımcı olamadığı kredi kartı mağdurlarından sadece birisiydi. Bu adam da “ Ben nasılsa kullanmam, veyahut idareli kullanırım” diye maaşının çok üzerinde limiti olan kredi kartını almış, kendi bütçesini geçecek şekilde harcamış, en son noktada tıkanıp evine haciz gelmesini engelleyememişti. Daha kötüsüyse sonra olmuştu. Bu belanın ardından karısıyla yaşanan kavgalar, ve sonunda ayrılık gerçekleşmişti. Şu an karşısında oturan adam, biraz da annesinin bastırmasıyla buraya gelmiş, ondan, kendisinin iyi bir iş bulması, kredi kartı borcunu ödeyebilmesi ve hanımıyla yeniden barışabilmesi için dua etmesini, bir de muska yazmasını istiyordu. Şahin Hoca adama, kendisi için dua edeceğini, beş vakit namaza sarılmasını ve sabırlı olmasını söyleyerek uğurladı. Bu söyledikleri ona belki fayda verecekti, ama aslında ona biraz para, hani şu kredi kartı borcunu ödeyeceği kadar para verebilseydi, belki de sorununu hemen çözülebileceğini çok iyi biliyordu.. Saatine baktı, yatsıya daha zaman vardı. Yerinden kalkarak beyaz cüppesini çıkardı, kapının ardındaki çiviye asılı emektar kaşe paltosunu giyerek camiden dışarı, her zaman uğradığı adrese doğru yol almaya başladı.

Murat’ın, kapıdan içeri Şahin Hoca’n girdiğini görünce yüzünde umut uman bir mutluluk ifadesi belirdi. Bu her zamanki bakışı değildi Şahin Hoca’ya, sanki her zaman yaptıkları konuşmanın çok ötesinde hayati bir şeyler paylaşacaktı. Belki de bir sır...

Bir süre sohbet ettiler, bu sohbetin ortasından sonuna doğru olan kısmına yandaki gümüşçü komşuları Serdar da dahil olmuştu. Konuşmalarının bir yerinde Murat, bu ikiliden beş dakika müsaade isteyerek dışarı çıktı. Bir kaç bina ilerideki kuyumcuya geldi. İçerideki birkaç müşterinin işini görmesini bekledikten sonra cebindeki yedi sekiz kredi kartından limiti olduğunu düşündüğü birisini tezgahtara uzattı. Amacı karttaki parayı komisyon vererek nakite çevirmekti. Kısacası geldiği bu kuyumcu bir anlamda tefecilik de yapıyordu. Piyasada işlerin neredeyse durma noktasına geldiği şu günlerde bu kuyumcuya kartınırdırmayan esnaf yok gibiydi. Murat’ın kartını pos makinesine takan adam, birkaç saniye sonra, “limit kalmamış” diyerek kartı geri uzattı. Murat kartı alırken belli etmese de yüzü kızarmıştı. Kuyumcudan çıkıp yeniden kendi dükkanına yöneldi. Birkaç metre kala dükkana girmekten vazgeçti. Bu morali bitik haliyle, içeride kendisini bekleyen Şahin Hoca ve Serdar la karşılaşmak istemedi. Öte yandan kar hızlanmış, rüzgarla birlikte adeta tipiye dönmüştü. Paltosuna iyice gömülerek amaçsızca sokağın sonuna doğru yürümeye başladı.En son aldığı kartın da limiti dolmuştu. Bugüne kadar bir kartın borcunu,hep diğer karttan çektiği parayla ödemişti. Ama artık kartlar patlamıştı. Ne yapacağını bilmeden öyle gayesizce adım atmaya devam etti. Bu hafta sonunda yapılacak bir sürü ödemesi vardı ve cebinde tek kuruş para yoktu. Aslında bu kadar borcu olmazdı. İlk ayrıldığı eşi ondan yüklüce bir tazminat istemiş ve o günkü deli gururuyla bunu hemen kabul etmişti. Sonrada ikinci evliliği için yaptığı masraflar ve borçlanarak açtığı şimdiki bu tuhafiye dükkanı. Bunları düşünürken sokağın başına da gelmişti. O an aklına dükkanda bıraktığı dostları geldi. Ayıp olman diye yeniden dükkana doğru yürümeye başladı. Bu sırada gözü az önce kart için girdiği kuyumcunun vitrinine takıldı. Vitrinde ışıl ışıl parlayan bileziklere baktı. “Nasılda işimi çözerlerdi” diye hayıflandı.

Serdar dükkana gelen müşterisinden dolayı Şahin Hoca’yı, Murat’ın dükkanında bırakarak kendi dükkanına gelmişti. Aslında gelen müşteri yabancı değildi, sokaklarındaki kuyumcunun kızı Yasemin’di bu gelen. Serdar son günlerde en çok sattığı nazar boncuklu melek kanadı gümüş kolyeyi Yasemin’e gösterirken heyecandan elleri titriyordu. Aynı heyecanı her haliyle hisseden diğer isim de Yasemin di. Babasının kuyumcu dükkanından istediği kolyeyi alıp takabilecek olmasına rağmen, Serdar’ı görmek uğruna şimdilerde gümüşe merak sarmıştı. Serdar bir ara kolyeyi boynuna takıp kendisine aynada bakan Yasemin’e baktı. Gerçekten çok hoş bir kızdı. Açık kumral düz saçı beline kadar iniyordu. Oldukça iri, bakışları insanın gözlerine mutluluk kataraktı gibi çöken bal rengi gözleri vardı. Yüzündeki her bir bölge bu muhteşemliğin bir parçasıydı sanki. Yasemin’in koleji bitirip üniversiteye başladığı şu sıralarda aralarında alenileşmemiş bir flört yaşanıyordu.

Murat dükkana girdiğinde Şahin Hoca’yı tek başına buldu. Serdar gitmişti. Sevinmişti de böyle olmasına. Onunla konuşmak istediklerini belki şimdi konuşabilirdi. Birkaç dakika gelişi güzel konuştular. Sonra bir an sessizlik oldu. Sanki birazdan konuşulacaklara uygun bir ortam sağlanırcasına anlamlı derin bir sessizlik. Murat neden olduğunu bilmediği bir şekilde, daha önce Şahin Hoca da dahil olmak üzere hiç kimseye anlatmadığı bu parasal çıkmaz durumunu anlatmaya başladı. Şahin Hocanın kendisine iyi nasihatlar dışında bir yardımı olamayacağını biliyordu aslında, ve kendisinin bu içine düştüğü ve her adımda içine daha çok çeken bataklıktan kurtulmanın tek çaresinin para olduğunu da.

Aradan geçen birkaç haftanın sonunda Murat günde beş vakit namaza başlamıştı. Bu namaz kararını da, Şahin Hoca’nın tavsiyesiyle uygulamaya başlamıştı. Bundan yaklaşık olarak on gün öne Şahin Hoca’yla yaptıkları o konuşmada içine düştüğü aczi anlatmış, kredi kartı, tefeci meselesini öğrenen Şahin Hoca buna çok üzülmüş ve en kısa zamanda bunlardan kurtulmasını tavsiye etmişti. Ve tavsiyelerinin en önemli kısmını da namaz konusu oluşturmuştu. Evet, o günden sonra namaz kılmaya başlamıştı Murat, hatta o aralar işlerde az da olsa bir hareketlenme olmuştu. Hatta bu hareketlenmenin üzerine Murat etrafındaki bütün esnaf arkadaşlarına hararetle namaz kılmalarını tasfiye etmişti. Ama işlerdeki bu hafif kıpırdanma durunca yeniden karamsarlığa düşmüştü.

Serdar rol aldığı dizinin kapalı mekanda çekilecek bölümü için makyaj salonunda hazırlanmaya başladı. Bu hazırlık yapılırken bir yandan da elindeki tekstini ezberlemeye çalışıyordu. Tekstte geçen bir cümle çok hoşuna gitti. Ve çok tanıdık. “Gözlerine bakınca, aşkın ık meltemleri sarar kalbimi” İşte o an Yasemin’in hayali canlandı gözlerinde. Gerçekten Yasemin’e bakınca kendisi de böyle hissediyordu. Zaten şu zamanlarda hayalindeki tek resim oydu. Kulağına bugüne kadar misafir olan en güzel seste onundu. Hele dükkanda, onun yanındayken içine çektiği kokusuysa sanki evreninin tüm çiçeklerini temsil ediyordu. İşte bu halleriyle her daim hayalindeydi Yasemin. Karar vermişti; dükkana ilk gelişinde ona olan duygularını açıp, bu ilişkiyi bir adım daha öteye, belki artık iki sevgili boyutuna taşıyacaktı.

 

Murat akşam yemeğinden sonra mutfağa geçip sigara içmeye başladı. Elem dolu bir hali vardı. Ödenmeyen kredi kartı borçları ve senetlerini düşündü. Önce icralık, ardından hacizlik olması kaçınılmazdı artık. O sırada yanına beş yaşındakilu Mete geldi. Babasına çizdiği resmi gösteriyordu. Murat az önceki bedbaht ruh halinden çıkarak kendini toparlamaya çalıştı. Oğlunun saçlarını okşayarak ona şevk veren güzel sözler söyledi. Aklına diğer oğlu geldi, yani ilk evliliğinden olan oğlu Yusuf. Onu uzun zamandır göremiyordu. Eski eşiyle araları kötü olduğu için oğlunu kendinden kaçırıyordu hep. Küçük Mete resmi babasına gösterdikten sonra yeniden annesinin yanına gitti. Murat oğlunun ardından sevgiyle baktı. Sonra gözlerini sönmekte olan sigarasına çevirdi. Sigaranın son dumanları içinde karanlık düşüncelere daldı. Evlatlarını düşündü, onlar için şu bitik haliyle hiçbir gelecek vaad edemiyordu. Karısıysa gerçekten iyi bir insandı. Yaşanan onca sıkıntıya rağmen ağzını açıpta bir kere bile veryansın etmemişti. Etmemişti ama bundan sonra yaşananlar, şu an yaşanacaklardan çok daha onur kırıcı olacaktı. Hele eve haciz geldiği zaman karısının, oğlunun yüzüne nasıl bakacaktı, bu utanca nasıl dayanacaktı. Her şey üstüne üstüne geliyordu artık. Sanki birileri boğazını sıkıyor nefes alamıyordu. Bu aralar hiç tasvip etmediği bir şeyi düşünüyordu artık. İntiharı! Ama bu intiharı tek başına da düşünmüyordu. Yani kendini öldürdükten sonra iki evladının da babasız ve sefil büyümesini istemiyordu. Önce çocuklarını ardından da kendini öldürüp bu kahrolası hayata veda etmek istiyordu. Bazı akşamlar bu düşüncesi o kadar şiddetleniyordu ki bu olayı nasıl gerçekleştirmesi konusunda plan bile yapıyordu. Ama bu planı vicdanı erteliyordu sürekli. Fakat bu ertelemelerin süresi her geçen gün biraz daha kısalıyordu. Tıpkı her an doğum yapacak bir kadının sıklaşan sancıları gibi.

Serdar dükkanını açıp, temizliğini yapmış çayını içiyordu. Bu arada her dakika artan bir meraka girmişti. Saat on buçuğa yaklaştığı halde yan taraftaki Murat halen dükkanını açmamıştı!

Saat on bire doğru Murat sokağın başından dükkanına doğru yürüyordu. Bu sabah erken kalkmasına rağmen karısı ve çocuğuyla kahvaltı sofrasında uzun uzun sohbet etmişlerdi. Karısının “işe geç kalacaksın” sözlerini de, “boş ver bugün doya doya konuşalım” demişti. Murat dün bir ara vitrinine baktığı kuyumcu dükkanının önünde durdu yine. Çokta belli etmeden yine vitrindeki altınlara baktı. Bakışlarında farklı bir esrar vardı. Sonra başını kuyumcunun üst katına, yani kuyumcu sahibinin hem emlakçılık hem de büro olarak kullandığı kısma. Ardından düşünceli adımlarla gelip dükkanını açtı.

Öğle namazından sonra Şahin Hoca yine Murat’ın yanındaydı. Murat!la konuşurken onun çok durgun olduğunu fark etti. Gözleri sürekli bir yerlere, bir şeylere dalıp gidiyordu. Tam bu esnada Murat oldukça ciddi ve birazda kinlenmiş bir ses tonuyla, “Şahin Hoca’m” dedi “Şimdi Size bir şey soracağım” Bunu dediği sırada içeri Serdar girdi. Murat ona bakıp istifini bozmadan “Sen de dinle Serdar” dedi. “Bakalım ne söyleyeceksin. Bu sorum ikinize de”

“Bir adam var, tefecilik, sahtekarlık, ihalelere fason alıcı sokmalar her türlü pis işi yapan bir adam. Ve bu adamın hesabı bile yapılamayacak kadar çok parası. Bu adam öyle bir adam ki bugüne kadar zerre iyilik yapması bir yana, bir sürüde yuvanın yıkılmasına sebep olmuş. Şimdi bu adamın elindeki paraları alsak, gerçekten çok ihtiyacı olan, belki içine düştüğü durumdan dolayı kendisini ve çocuklarını katletmeyi planlayan ailelere versek. Onların yuvalarının parçalanmasını, imanlarının zedelenmesini engellesek! Bu günah mıdır değil midir?

Şahin Hoca biraz afallamıştı! Bu sorunun dahil olduğu konuşma her zaman yaptıkları konuşmaların çok dışındaydı; aynı zamanda çok da ürkütücü…

“Peki bu para yasal yoldan mı alınacak” diye sordu kuşkulu bir şekilde.

“Hayır” dedi Murat, sesinde isyan havası vardı.

O dakikaya kadar Murat’ı sakin sakin dinleyen Şahin Hoca ve Serdar da bir tedirginlik peydahlandı. Murat’ta sanki her an bu söylediklerini yapacakmış gibi bir hava, bir kararlık vardı. Gözlerinde insanı korkutan anlaşılamaz bakış duruyordu.

Şahin Hoca, “tabi ki günahtır” dedi. “Öbür dünyada herkes kendi yaptığıyla sorumlu tutulur. O adam kötüyse onun cezasını bu dünyada biz veremeyiz. Düşünsene o zaman eğer bu dünyada herkes kendine göre hesap sormaya kalkarsa neler olur neler. Hem haram malın üzerine bina da yapılmaz. Bence sıkıntıdaki o arkadaş çok çalışacak ve tevekkül edecek

Murat ısrarla ve kendi söylediklerine prim veren bir şekilde yeniden sordu.

“Şahin Hoca’m bak, bir tarafta hem kendisini ve ailesini yok etmek üzere olan bir sürü ailenin geleceği mi daha önemli, yoksa insanlığa zarar veren bir şerefsizin elinden paraları alıp o insanların kurtuluşuna harcamak mı? İyi muhasebe et.

O akşam yatsı namazından sonra Şahin Hoca yine imam odasındaydı. Bugün Murat’ın söylediklerini düşünüyordu. “Bu aralar Murat gerçekten bir çok konuda özellikle, din ve mantık konusunda ciddi boyutta met cezirler yaşıyordu. Hani dinen, Murat söylediklerinde asla haklı olamazdı tabi. Ama normal mantıkla bakıldığında böyle bir insanın helak edilip parasının da gerçekten ihtiyacı olan insanlara verilmesi, akla çokta uzak durmuyordu. Mesela o parayla camiye gelen bir sürü kredi kartı zedenin dertlerine deva olabilirdi.” Şahin Hoca bunları düşündüğü sırada aklına gelen bir şey dehşete düşmesine sebep oldu. Murat bugün bunları öylesine söylememişti aslında. Onun içinde bulunduğu çıkmazı biliyordu. “Allah korusun, Allah Korusun” dedi o an ve endişeyle hemen orada ellerini açarak dua etmeye başladı.

Murat erkenden kalktı. Üzerini değişti. Karısına bugün kahvaltı yapmayacağını söyleyerek oğlu Mete’nin odası gitti. Mete halen yatıyordu.. Oğlunun saçlarını okşadı. Alnından öptü, sonra cebinden bir şey çıkardı. Oğluna iyice yanaştı. Elindeki kağıt parayı yastığının altına koydu. Odadan çıkmak için kapıya yöneldi, birkaç adım attı, ama yeniden döndü ve oğlunu bir kez daha öptü ama kez daha uzundu bu öpücüğü.

Dükkanı açtıktan sonra beklemeye başladı. Gözlerini birkaç bina karşı çaprazına düşen kuyumcuya kilitlemişti. Oranın sahibi olan Demir Bey genelde saat ona doğru gelir, önce kuyumcuya uğrar, sonra da üst katta buluna büro ve emlakçılık yaptığa daireye çıkardı.

Biraz sonra Murat’ın kalbi deli gibi atmaya başladı. Nefes alışları bir anda inanılmayacak kadar hızlanmıştı. Şu an baktığı yerde Demir bey son model cipinden iniyordu. On dakika sonra Murat dükkanı kapattı. Zangır zangır titreyen bacaklarına rağmen beş dakika sonra kuyumcunun hemen yanındaki büroya çıkılan merdivenlerin başına geldi. Buraya gelene kadar başını öne eğip kimseyle yüz yüze gelmemeye çalışmıştı. Merdivenleri çıkarken kafasında bir sürü karmaşık düşünce vardı. Kendini ve çocuklarını öldürmek yerine bu pis adamı öldürmeye ve onun parasıyla hem kendisini hem de, Şahin Hoca’nın bahsettiği o aileleri kurtarmaya karar vermişti. O insanların hepsi de bu lanet heriften daha çok yaşamayı hak ediyorlardı. Günlerce kafasında bunun muhasebesini yapmıştı. Bazen vicdanı ve dini inançları buna karşı çıkmış, bazen de mantığı şimdi yapacağını haklı çıkarmıştı. En sonunda da ikinci düşüncesine sığınmıştı. Bu arada hava soğuk olmasına rağmen bütün vücudu alev alev yanıyordu. Büronun kapısına birkaç adım kala eliyle belini yokladı, babasından kalan tabanca oradaydı, ucuna susturucu takmıştı. Şu an Demir Bey’in bürosunda yalz olduğunu düşünüyordu. Kuyumcuda tanıdığı birkaç çalışandan belli etmeden istihbarat almıştı. Demir Bey, ofiste genelde tek başına kalıyor, bir şeye ihtiyacı olduğu zaman alt kattaki kuyumcu çocukları çağırtıyordu yanına. Asıl önemlisi nakitlerin toplandığı ana kasada yine bu ofisteydi. En sonunda kapıya geldi. Zile bastı, ama o an aklı durmuş gibiydi, zile niye basmıştı kapı açılınca ne yapacaktı bilmiyordu. Bir an merdivenlerden inip kaçmayı düşündü. Onu da yapamadı. O esnada kapı açıldı. Kapıyı Demir Bey açmıştı.

Demir Bey Murat’a sokaktan aşinaydı. “Hoş geldin ” dedi

Murat bir an olduğu yerde dona kalmıştı. Bir şey diyecek gibi oldu diyemedi, birkaç saniye sonra “satmak istediğimiz bir arsa var” diyebildi zorlukla.

“Öyle mi, buyur gel içeri” dedi, Demir Bey, ardından kendisi de içeri geçti. Büyükçe dikdörtgen bir masanın gerisindeki koltuğuna oturdu, Murat da onun hemen karşısındaki siyah deri kanepeye.

Demir Bey, Murat’a “arsanız nerede diye sordu” Sordu ama murattaki garip hali hemen fark etti. Karşısındaki insan psikolojik sorunu varmış gibi duruyordu.

Murat kendine gelmeye, doğal olmaya çalışıyordu ama bir türlü olamıyordu. Bir an silahını cebinden çıkarmayı, Demir Bey’e kasayı açtırıp paraları almayı ve kafasına da kıp hemen oradan uzaklaşmayı istedi. Elini beline götürdü, işte bu esnada kapı çalındı. Demir Bey kapıya yöneldi. Biraz sonra içeri yaşlı bir karı koca girdi. Murat’ın bütün planı bozuldu. Bu ihtiyarların ne zaman gideceği belli değildi, satılık ev soruyorlardı. Onları beklerken şu an hakim olamadığı heyecanından dolayı açık verebilirdi. “Demir Bey, dükkanda kimse yok” diye izin istedi. Merdivenlerden inerken tüm vücudunu bir titreme almıştı. O yaşlı insanların gelmesi iyi mi olmuştu, kötü mü karar veremiyordu.

Dükkana geldiğinde yaşadığı gerilimden dolayı bitap haldeydi. Kendini koltuğa öylece bıraktı. O sırada içeri Serdar girdi. Onu öyle görünce iyice endişelendi, zaten bugün dükkanı da geç açmıştı. Şimdi merakı ikiye katlanmış bir halde sordu, “Murat ne oldu sana böyle”

Ama Murat konuşabilecek halde değildi. Kendini kaybetmiş gibiydi. Titremesi halen devam ediyordu.

Serdar kocaman olmuş gözleriyle şu an kendisine hiçbir şey söylemeyen Murat’a bakıyor, omzuna, yüzüne dokunarak onu kendine getirmeye çalışıyordu.

Birkaç saniye sonra Murat’ın gözlerinden ince ince yaşlar süzülmeye başladı ve ardından ağlama krizine girdi. Şimdi başını önüne eğmiş çkırarak, “ben bittim , ben tükendim artık” diyordu.

 

Aradan on dakika geçtikten sonra Murat kendisini biraz toparlamıştı. Bu on dakikalık zamanda o yaşlı insanların oraya gelmesine şükrediyordu şimdi.Yoksa Demir Bey’i öldürerek vicdanının ona ömür boyu yaşatacağı çıkışı olmayan bir kabusa girecekti. Ama tüm bunlara rağmen kan dökmemek şartıyla Demir Bey’in parasını bir şekilde almayı kafasına koymuştu. Ya akşam gizlice binaya girip kasayı soyacak, ya da aklına sonradan gelen bir şeyi yapacaktı. Tüm bu yaşadıklarını karşısında ısrarla kendisine bir şeyler söylemesini isteyen Serdar’a anlatmak istedi. Ama ona önce Kuran’a ve her şeyinin üzerine yemin ettirdi.

Bu yemin Serdar’ı şimdi kavrayamadığı bir korkunun içine almıştı.

Biraz sonra Serdar, Murat’ın anlattıklarını dinlerken dehşete düşmüştü. Nedense bir anda ondan korkmaya başladı, bir insanı öldürmekten bahsediyordu. Bir an ona düşmanca baktı, çünkü bahsettiği kişi Yasemin’in babasıydı. Ama Murat’ı sonuna kadar dinleyince açıkçası ne diyeceğini bilemedi. Tabi ki, onun bu yaptıkları tasvip edilecek gibi değildi. Fakat Murat kendisini ve çocuklarını öldürmek niyetinde olduğunu, ama eline o parayı geçirirse bundan vazgeçeceğini söylüyordu. Açıkçası ona şu an kuru bir akıldan başka bir şey veremeyeceğini biliyordu. Murat’a ne söyleyebilirdi ki şimdi, “kendini ve çocukları mı öldür, ya da parayı çal, yoksa çalışmaya devam et bir yolu bulunur elbet mi?”…

Murat her şeyi güven duyarak anlatmıştı Serdar’a, ama bir tek son planını anlatmamıştı. Yani kasayı soymanın dışında uygulayacağı planı. Aslında Serdar’la konuştukları bu süre içinde ikinci planını uygulamaya karar vermişti. Çünkü orayı soyması çok zordu. Hem binanın çelik giriş kapısı, hem ofisin oldukça kalın olan korunaklı kapısı ve içerideki alarm ve kamera sistemleri. Bütün bunları aşması olanaksızdı. Daha ilk adımında kanatsız kuş gibi yakayı ele verirdi.

Serdar, Murat’ın ikinci planı dinlerken kendine zor hakim oluyordu. Bir an ayağa fırlayıp “sakın öyle bir şey yapmaya kalkma” diyecekti ki, sonra kendini zor zaptetti. Murat, kendisine ikinci plan olarak kuyumcunun kızını yani Yasemin’i kaçırıp fidye isteyeceğini söylüyordu. Kızgınlık içinde derin nefesler almaya başladı. Bir an Murat’a Yasemin’le ilgilendiğini söylemek istedi, ama bunun, Murat’ın şu an yaşadıklarının yanında çok basit kalacağına kanaat getirdi. Sakin olmaya çalıştı. Kafasında bir şeyler kurmaya başladı. “Murat’a “ Sakın Yasemin’i kaçırma deneme” dese… Peki Murat ne diyecekti karşılık olarak o zaman “Kardeşim ben burada canımı, oğullarımı ortaya koymuşum, sen bana aşktan meşkten bahsediyorsun, kusura bakma o zaman parayı sen bana bul, ya da Yasemin’e karşılık katliam mı görmek istiyorsun?”

Serdar en sonunda öfkesini kontrol ederek ayağa kalktı. Murat’a bu konuda yardımcı olacağına söz verdi. Ama bunun bir kaç gün süreceğini bu süre içinde kendisine danışmadan asla bir şey yapmaması üzerine söz aldı.

 

 

 

 

Akşama doğru sokaktaki dükkanlar bir bir kapanırken Serdar halen olanları düşünüyordu. “Murat gerçekten adam gibi adamdı. Birisinin yardıma ihtiyacı olsa, ya o Murat’ı bulur ya da Murat onu bulurdu. Sokaktaki esnaf Murat’ın dükkanına gelir yemek söyletir, üzerine çayını içer, Murat yine de batmış haline rağmen onları ikramlardı. Gerçi son zamanlarda o esnaf arkadaşları dükkana pek gelmiyorlardı. Dara düşen Murat’ın kendilerinden borç para isteyeceklerinden korkuyorlardı. Murat zamanında kendisine de çok yardımcı olmuştu. Ne zaman paraya sıkışsa hep çıkarıp vermişti. Her anlamda yardımcı olmuştu açıkçası.Bir seferinde dükkandan gümüş zincir çalmaya kalkan bıçaklı iki tinerciyle kavgaya tutuşmuştu da Murat canı pahasına adamlara dalmıştı. Ne yapmalıydı acaba şimdi. Bir tarafta Murat’ın haklı yaşam feryadı, Öte yanda hayaliyle hülyalara daldığı Yasemin. Keşke Murat’ın istediği para öyle fazla olmasaydı, borç harç bir yerlerden bulabilirdi. Ama böyle bir zamanda bu kadar büyük parayı hiçbir yerden bulamazdı. Demir Bey’i düşündü. Herkesin bildiği gerçekten çok zengin bir adamdı. O kuyumcu ve emkakçı dışında Sincan çarşı merkezde en az dört beş tane binası vardı. Murat için hayati olan para onun için para mı sayılırdı ki? Gerçekten ne yapmalıydı, evet gerçekten ne yapabilirdi. Saatlerce düşündü. Sonra öyle bir pla buldu ki bunu kendisinin bulduğuna inanamadı. Fakat bu planın sonu her şeye gebeydi, belki hapis, belki bilemediği kötü olaylar ve en kötüsü de Yasemin’i sonsuza dek kaybetmek…

Şahin Hoca dört beş gündür uğramamıştı Murat’a. Bu dört beş gün içinde acil işleri olduğunu söyleyerek memlekete gitmişti. Ama bu gidişi aniden olmuştu. Hem neden gittiğini Murat ve Serdar’a da tam olarak söylememişti.

Yusuf elinde çanta okul kapısından çıkmıştı ki, iki güçlü el gözlerini kapadı. Arkasını döndüğünde öyle bir “babaaa” diye bağırdı ki bütün öğrenciler ve okuldan çıkan öğretmenler onlara baktılar. Murat ve oğlu bu bakışlara aldırmadan hasretle birbirlerine sarıldılar. Murat onu yakın bir pastahaneye götürdü. Konuştular, gözyaşları içinde hasret giderdiler. Sonra Murat onu çaresizce uğurlarken buluşmalarından annesine söz etmemesini söyledi, yoksa sıkıntı olabileceğini biliyordu. Yusuf ayrılırken babasına sıkı sıkı sarıldı, bu arada babasında alışık olmadığı bir şeyler sezmişti. Kendisine sanki veda ediyormuş gibi bakıyordu.

Serdar aklındaki planı uygulamak için tam üç gün bekledi.. Ve üçüncü gün Yasemin dükkana girerken Serdar içinde acı bir coşku hissetti. Plan birazdan uygulanmaya başlayacaktı. Plana göre Yasemin kaçırılıp fidye istenecekti, ama gerçekten kaçırılmayacaktı. Serdar Yasemin’e kurduğu küçük bir oyunla “baba istediklerini ver yoksa beni öldürecekler” dedirtecekti, sonra da bunu babasına dinlettireceklerdi. Tabi bu dinletme esnasında, Serdar da Yasemin’i sinemaya götürüp, Murat parayı alana kadar oyalayacaktı.

Az önce gümüşçü dükkanına giren Yasemin bir süre Serdar’la laflamaya başladı. Ama bugün Serdar bir tuhaftı mıydı ne! sanki birini mi bekliyordu, bir acelesi mi vardı, açıkçası kendisine pek normal gelmemişti. Davranışı, konuşması biraz şüphe verici gibiydi sanki!

Tam bu sırada Serdar, üç gün önceden hazırladığı düzmece teksti çıkardı tezgahın altından. Bunu Yasemin’e gösterip, “Yasemin senden bir ricam var. Biliyorsun ben bazı dizilerde oynuyorum. Birkaç gün sonra çekilecek bölümde çok önemli bir rolüm var. Acaba bayan karakterin şu sözlerini sen gerçekten yaşıyormuş gibi bana okuyabilir misin? Hani o anı hissedip konsantre olabilmem için. Yasemin zaten Serdar’ın dizilerde oynadığı biliyor, onun oynadığı dizileri fanatik şekilde seyrediyordu. İlk anda Serdar’ın kendisine yaptığı bu teklif biraz saçma gibi geldi, ama yinede bunu yapmanın değişik ve hoş bir deneyim olacağını düşünerek kabul etti. Yaklaşık bir saat kadar dükkanda kalan Yasemin teksti okumuş, ardından çok keyifli bir muhabbete girmişti Serdar’la ve bunun sonunda da Serdar’ın kendisini cumartesi sinemaya davet edişini büyük bir istekle kabul etmişti. Olası durumlara karşı birbirlerinin cep numaralarını da almayı ihmal etmemişlerdi.En sonunda içinde büyük bir sevinçle dükkandan çıktı. Beş dakika sonra ardından çıkan Serdar, Murat’ın yanına geldi, buruk bir zafer haliyle “Cumartesi hazır ol” dedi

.

Demir Bey öğleden sonra işlerini toparlayıp çıkmaya hazırlanıyordu. Cumartesileri genelde erken ayrılıyordu işyerinden. Telefonu çaldı, açtığında önce pek de yabancı olmayan, oldukça heyecanlı bir erkek sesi “kızın elimizde” dedi, Ardından kızı Yasemin’i dinletti ve istediği parayı verdiği adrese getirip bırakmasını söyledi.Konuşmasının son kısmına da asla polise haber vermemesini yoksa bir daha kızını göremeyeceğini ekledi. Az önce kızının yalvarmalarını dinleyen Demir Bey’in eli ayağı birbirine karışmış, yüzünü bir ağlama hali almıştı. Panik içinde ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Aklına ilk anda polis geldi ama bundan hemen vazgeçti. Kızının hayatını asla riske atamazdı. Vakit geçirmeden kendisi için çokta fazla olmayan parayı hazırlamaya koyuldu. Birkaç dakika sonra hazırladığı parayla delirmişçesine tam kapıdan çıkıyordu ki, kızı Yasemin’le burun buruna geldi!

Serdar elindeki cep telefonun kırmızı renkteki konuşmayı bitiren tuşuna bastı. Istıraplı bir şekilde sinema gişesinin önündeki banka oturdu. Az önce Murat’ı aramıştı cepten ve ona Demir Bey’in buluşma yerine gelmeyeceğini ve oraya her an polislerin gelebileceğini oradan hemen kaçmasını söylemişti. Hiç ummadığı bir aksilik çıkmıştı. Yasemin kendisiyle buluşmaya gelirken, cep telefonundan arayan sınıf arkadaşın arabasıyla ölümlü bir kazaya karıştığını ve göz altına alındığını söylemişti. Yasemin’de kendisini arayarak binbir özürle gelemeyeceğini ve babasını alıp karakola gideceğini bildirmişti.

Serdar, Murat’ı aradığı o cumartesi gününden beri cep telefonunu kapatmıştı. Yasemin’in olanları öğrendikten sonra hemen kendisini sorgulayacağını biliyordu. İtiraf etse, Yasemin ona her türlü hakareti ederdi, hem de haklı olarak ve bu olay duyulduğunda hapise girmeleri içten bile değildi. Ama inkar etse, “benim haberim yok dese” sonuna kadar dirense, belki onu inandıramaz yine kaybederdi ama Murat’la beraber içeri girmekten kurtulurlardı.

Pazartesi sabahıydı, Serdar dükkana gelmişti. İçinde açıkta kalan bir kuş yavrusunun tedirginliği vardı. Gözü hep kapıdaydı, sanki her an polisler kapıdan içeri girecek, ya da Demir Bey gelip kendisine hakaret edecek gibi bir korku taşıyordu içinde. Ama daha çok korktuğu birisi kapıda belirmişti!

Yasemin sakin adımlarla dükkandan içeri girdi. Gelip tam Serdar’ın karşısında durdu. Yüzünde o her zamanki sevimli hal yoktu.

“Sen yaptın, değil mi, birkaç kendin gibi aşağılık adamla organize ettiniz değil mi?”

Serdar daha önceden inkar etmeye şartlandırmıştı kendini ama, Yasemin’in gözlerine bakarken yalan söyleyemedi. Utandı. Sadece başını teslim olmuş bir şekilde öne düşürdü.

Yasemin hayal kırıklığına uğramış, üzgün bir ses tonuyla, “Merak etme babama ne sesimi kaydettiğini söyledim, ne de sinema tezgahını.Buraya gelirken bile şüphem vardı, bunların belki, seninle ilgisi olmayan tesadüfler olduğu hakkında. Ama şu anki rezil halin her şeyi ortaya koyuyor. Neden böyle bir şey yaptın bilmiyorum, belki de bana var olduğunu sandığım ilgin babamın paralarınaymış” dedi ve Yazıklar olsun dermiş gibi baktı Serdar’a. Ardından da hızla ayrıldı dükkandan.

Serdar, Yasemin’in ardından öylece kalakaldı. Murat için delice kalkıştığı bir işin sonunda evlenmeyi düşündüğü kızı kaybetmişti. Takatsiz bir şekilde Murat’ın yanına gitti.

Murat kapıdan giren Serdar’ı görünce küçük bir tepki verdi sadece. O da şu an Serdar kadar kötü durumdaydı. Ellerine yüzlerine bulaşmıştı kaçırma olayı. Ve açıkçası durup dururken Serdar’ı da yakmıştı.

Serdar ona az önce Yasemin’in geldiğini, her şeyi kendilerinin yaptığını anladığını ama buna rağmen polise bildirmeyeceğini anlattı. Ayrıca bir daha hiç gelmeyeceğini de. İki arkadaş oldukça üzgün bir halde, hiç konuşmadan oturmaya başladılar. Aradan biraz zaman geçmişti ki iki arkadaşın gözleri bir anda kapıya çevrildi! Günlerdir memlekette olan Şahin Hoca kapıda belirmişti.

Şahin Hoca oldukça keyifli bir halde içeri girdi. Sağ elinde siyah bir poşet duruyordu. Poşeti doğruca gelip Murat’ın önüneraktı. Sonra ellerini matem havasındaki Murat’ın omuzlarına koydu. Huzura ermiş bir insanın haliyle konuştu,

“Köydeki araziye ne eksem bu kadar hayırlı ürün vermezdi.” .

( Med Cezir Yaşamlar başlıklı yazı MustafaSakarya tarafından 12.12.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.